Normalleşen Anormallikler
Ümran Öztürk
Yok artık kırmızı rugan pabuçlarım, beyaz diz altı çorabım ve puantiyeli buluzum. En büyük eksiklik ise babamın sıcacık eli, annemin gülümsemesi onlarsız çıktım bu uzun yola. Oysa annelik ve babalık en mutlu yolculuğudur hayatın. Onlarsız bir Van yolculuğundayım şimdi.
Kısa ve daha az yorucu olmasından dolayı uçağı tercih etmemiz zamanımızın kısıtlı olmasından kaynaklandı. Van'a yolculuk yapacaksanız otobüsü tercih edeceksiniz. Zira sizi bir uçtan bir uca taşırken memleketin değişen renklerine çok yakından tanık olacaksınız. Molalarda araçtan inecek elinizi yüzünüzü yıkayacak, bulunduğunuz şehrin havasını soluyacak, suyunu içecek, yiyeceklerinin tadına varacaksınız. Yani yolculuğun ruhunu içinizde hissedeceksiniz. Oysa Uçakta izlediğiniz coğrafya bir birinin üzerine kaydedilmiş film kareleri gibi akıp gidiyor gözlerinizin önünden. Bir anda bulutların üzerine çıkıyor hatta bulutların arasında kaybolurken bir anda koyu bir dünyanın daha sonra mavilikler içinde var oluyorsunuz. En güzeli uçağın havalanırken ve inişe geçerken altınızda kayıp giden kentlerin değişen renkleri. Sürülü tarlalardan bir anda sizi binaların çatılarına taşıyor oradan uçurup göllere, barajlara konuk ediyor. Dağ tepe aşıyor ve birkaç saat içinde menzile ulaşıyorsunuz.
Bir buçuk saatlik uçuşun ardından kaptan pilotun birazdan inişe geçeceğiz kemerlerinizi bağlayın anonsundan sonra alçalmaya başladık, bu arada fotoğraf makinelerimizi hazırladık. Pencereden gördüğüm o harika manzara beni heyecanlandırmıştı. Bulutların arasından görmeye çalıştığım on yedi yıl sonra tekrar gördüğüm Van gölü türkuaz rengiyle boylu boyunca yatıyordu yeşilliklerin arasında. En büyük koruyucusu sağımızda Süphan yine tepesinde karıyla en heybetli haline bürünmüştü. Bu karlı başı yıllardır bu coğrafyaya hakimiyetini en bariz bir şekilde gösteriyordu. Tıpkı bir baba gibi, nazlı kızını(Van gölünü) bekliyordu. Arada bir kaybolan tekrar yüzünü gösteren göle daha yakındım artık. Kıyısına dizilen yazlıklarla gerdanına inci dizilmiş bir kadın gibi görünüyordu tepeden. Uçağımız alçaldıkça gölün üzerinde pike yapan, daireler çizen martılar (su kuşu) objektifimize takılıyordu ve heyecanım bir kat daha artıyordu. Ardından Van'ın meşhur Toki Evleri gözümüze çarpıyordu. Kentin büyük bir bölümü Toki Evleri ile bezenmişti. Gölün üzerindeki turumuz esnasında fabrika atıklarından dolayı göl suyunun belli bir kısmının rengini yitirmiş , bulamaç bir görünüm almış olması ilk üzülme anımdı. Daha sonra yol genişletme çalışması adı altında gölün doldurulmasını daha doğru bir şekilde adlandıracak olursam; kıyı şeridinin katliamına tanık olacaktık. Uçağımız alçaldıkça her şey daha netlik kazanıyordu sıralanmış konutların kırmızı çatıları altımızdan kayıyordu adeta. Tıpkı bir salıncakta sallanan çocuk gibiydim.
Sanayi bölgesi üzerinde uçup alana konduk. Artık doğduğum Van şehrindeydim.
Şehrin kokusunu içime çektim. Bagajlarımızı aldığımız gibi bizi bekleyen kuzenlerimizle evin yolunu tuttuk. Yemeğin ardından Resim sergisi için VAN AVM olarak bilinen en büyük alışveriş merkezindeki karma resim sergisine katıldık ilginin az olduğu sergide, sanatçıların dışında bir avuç insan vardı. Merkezde bir kültür merkezinin olmaması Van için büyük bir eksiklik. Sosyal medyadan tanıdığım ve Van sesi Gazetesi Yazı İşleri Müdürü İkram Kali, Yüzüncü Yıl Üniversitesi hocalarından Sait Ebinç, namı diğer Nihat Hoca Nihat Işık, Ümit Kayaçelebi, ressam Hüseyin beyle ilk kez yüz yüze geldik Sergiyi gezerken tandık tüm dostlarla kısa bir sohbetimiz oldu ardından çocukluğumun geçtiği Kazım Karabekir (Maraş) caddesindeydim artık.
İĞDELER ARTIK KOKMUYOR
Çocukluğumun geçtiği Maraş caddesi eski tadında değildi. Alışveriş merkezlerinin caddeye boydan boya işgali ve işportacıların köşe başlarını kapmaları, her şehirde olduğu gibi burada da dilenen Suriyelilerle kent, kasaba görüntüsüne bürünmüş koyu bir kalabalık hakimdi. Caddede ilerledikçe müziğin tarzı da değişiklik gösteriyordu. Caddenin başındaki Kürtçe, Arapça şarkıları caddede ilerledikçe yerini Türkçe, İngilizce batı tarzı şarkılarına bırakıyordu. Bu şehir artık çok sesliliği barındırıyordu bağrında. Kendisine yabancılaşmış birbirine benzeyen her hangi bir kent gibiydi. Çocukluğumuzdaki uşkun satıcılarının yerini seyyar satıcılar almıştı.
Seyyar arabalarla köşe başlarını tutan uşkunculardan almış olduğumuz uşkunları koyu bir sohbet eşliğinde yol boyunca yedik.
Ufak tefek alışverişin ardından sonra dinlenmek için evdeydik. Ertesi günü Van'ın en çok dinlenen radyosu Tutku fm' den Salih Geçken'in konuğu olduk. Güzel bir karşılaşma samimi bir sohbetle radyodaki programı tamamladık. Diğer gün Kariyer günleri etkinliklerinde Borsa İstanbul Merkezi ve Teknik Lisesi öğrencileriyle bir araya gelerek söyleşi yaptık. Okulun iç dizaynından okul müdürü İbrahim Şiraz'ın çalışkanlığını, çabalarını ve yeniliğe açık bir idareci olduğunu hemen anlayabiliyorsunuz. Okul idaresi,öğretmenleri ve öğrencileriyle yazılmaya, tanıtılmaya değer örnek bir okul olduğunu söyleyebilirim.
Son gün Van'ın renkli simalarından Yusuf Konak'ın işletmeciliğini yaptığı "Bak Hele Bak Kahvaltı Salonu"na davetliydik. Nezih bir mekan, sıcak bir sohbet , güler yüzlü çalışanlar ve şakacı işletmecisi sayesinde kahkahaların havada uçuştuğu lezzetli bir kahvaltı yaptık. Van'a gelenlerin uğrak yeri olan bu kahvaltı salonu otantikliği ve modern dizaynıyla güzel bir sentez oluşturmuştu.
Doğunun incisi, bir zamanlar yeşil ve mavinin egemen olduğu, çeşitli uygarlıklara beşiklik yapmış Van'ı çağdaş bir kent yapma adına talana ve yağmaya açanlara, doğası olmayan köyler, kasabalar yaratmak için hazırlanan projelerle göz boyayanlara karşı durmak gerekir. Kent merkezindeki çarpık kentleşmeye, Van gölünün kirletilmesine prim vermemek Van da yaşayan, ( öncelikle seçilerek ya da atanarak görev yapan ) herkesin görevidir. Çünkü medeniyet ; değerleri koruma onlara sahip çıkma,düşünme ,idrak etme ve bilinç düzeyidir. Lakin bu kadar yanlışın hayatımıza yerleşmesi onu zihnimizde normalleştirerek kanıksamaya başladığımızda asıl problem başlar ve biz bu tehlikenin farkında olmayız bile. Normalleşen anormalliklere kaptırıveririz kendimizi ve onun bir parçası oluruz. Yani;
Tüm bu anormalliklerin normalmiş gibi gösterilmesi, insanların birbirleriyle ilgileniyormuş gibi yapması ama ilgilenmemesi, varmış gibi göstermeleri ama olmayışları, sanal ortamdaki vaatlerin ve sözlerin ,gerçek yaşamda yerini bulamaması benim iğdeler artık kokmuyor dememe neden oldu.
İğdelerin eski lezzetinde, çiçeğinin eski kokusunda olması dileğimle…
Yeniden görüşünceye dek şiiri gülüşünüzde, türküleri yüreğinizde saklayın…