Ümran Öztürk

İsviçre'de Bir Türk Yazar

Ümran Öztürk

“Yüreğimin sahilinde / Sözcüklerin esrik fırtınalar estiriyor

Nefesinin bulutunda/ Valse duran dizelerimi görüyorum

Çatıdaki serçelerin neşeli cıvıltısın da

Şahlanan imgelerim diz çökmüş umarsızlığı parçalıyor

Seni görüyorum/Kırmızı güneşin altında/Tozların içinde yalınayak

Buram buram terleyen/ Irgatların arasında

İşgal işgal açılmış kollarım /Senli yağmurlara….” M.Çoban

Yazar Muhittin Çoban’ın göndermiş olduğu “Aşka Yazdım” ve “Sevgiliye Mektuplar” deneme kitaplarını büyük bir beğeniyle okudum. Sevgiliye yazdığı her mektubunda ayrı bir tema ayrı bir duygu vardı. Aşk, özlem, sevgi, değişim, dostluk, değişen düzen, özgürlük, yalnızlık, kadın ve erkeğin toplumdaki karşılığı vs. Her mektubuna insanı yüreğinden kavrayan bir şiirle başlıyordu.

Her konu gelip sevgiye, aşka dayanıyor, sevgiliye duyduğu özlemi, sevgiyi haykırırken karşınıza adeta bir ders niteliğinde bambaşka bir mektup çıkıyor. Bu mektuplarda duygu ve bilgi iç içe geçmiş. 

Günlük hayatta herkes tarafından hissedilen ama ismini koyamadığınız, muhtemelen sadece kendinize ait olduğunu düşündüğünüz çok tanıdık duygularla karşılaşıyorsunuz.

Irmak gibi akan anlatım ile kitap sizi elinize aldığınız anda yüreğinizden kavrayacak. Gurbetteki bir Türk yazarın sözcükleriyle, bakış açısıyla farklı pencerelerden sorgulayacaksınız hayatı. 

Yayınlanmış 9 kitabı olan yazarımızın “O Büyük Gün Geldiğinde isimli İlk kitabı Biyografidir.  “Düşüncede Yürümek, Her Şey Aşk İçin, Sevgiliye Mektuplar, Aşka Yazdım Mektuplar/ Denemeleri ile “Bir Aşk Hikâyesi”,  “Bir Gün”, “İşgal” ve “Edepsiz” romanları bulunmaktadır.  İçtenlikle yazılmış bu kitapların yazarı Muhittin Çoban’ı  köşemde ağırlamak istedim.

Muhittin Çoban Kimdir?

6 Çocuklu işçi bir ailenin ikinci çocuğu olarak Ceyhan’ın Mercimek köyünde 2 Nisan 1962 yılında dünyaya gelen Muhittin Çoban 80 mağdurlarındandır. Çoban, siyasi tutuklu olarak idamla yargılanır ve idam cezası alır, bu cezası ömür boyu hapis cezasına çevrilir. Değişik mahpushanelerde yatar. 18’inde girdiği cezaevinden şartlı olarak serbest bırakıldığında 30’lu yaşlarındadır. Cezaevinden çıktıktan bir süre sonra İsviçre’ye gider ve orada yeni bir yaşam kurar. Yazarımız otuz yıla aşkın bir süredir İsviçre’de yaşamaktadır

Yazar Muhittin Çoban yazma serüvenini şöyle anlatıyordu.

“Yazma serüvenim mahpushanede başladı. Okulu seven ama dersleri sevmeyen Muhittin gitmiş yerine okumaktan büyük keyif alan Muhittin gelmişti. Okudukça yazma isteği oluşuyordu bende. Zaman geçtikçe bu istem çoğalmaya başladı. Yazmalıyım diyordum, yaşadıklarımı, tanıklıklarımı yazmalıydım. Küçük küçük yazmaya başladım. Yazdıkça keyif alıyordum. Yazdıkça hedeflerim büyüyordu. Bir Honore de Balzac, bir Victor Hugo, bir John Steinberg, bir Fyodor Dostoyevski, Bir Orhan Kemal neden olmayayım diyordum. Onlar gibi olamadım ama onlar gibi iyi bir yazar olmak istiyorum, bunun için çabalıyorum.

Tabii ki tek çabam, tek arzum onlar gibi olmak değil, her şeyden önce yazma eylemi beni mutlu ediyor, onlar gibi başarılı bir yazar olamasam da yazmak bana iyi geliyor, içimdeki tüm ağılar yazdıkça dökülüyor, bu bile bana yetiyor. Ayrıca yazmak benim için bir anlamda da hesaplaşmak gibi bir şey. Bana hep yazmak derdi olanların işi gibi geldi. Dertsiz insanlar yazamaz, bu kanıdayım.”

Yeri geldiğinde uzun mektuplar yerine iki dizeyle de meramını anlatabiliyor sevgiliye

“Hepimizin Bir Ağısı Var /Çoğalan, Sızlayan Dökülen /Ve Yaşamak gibi İnadı Var.” Diyerek hayatta olma sebebini,

“Mengene gibi sıkan soğuk duvarlar arasında gün boyu yaşanan, derinden sarsan duygudur özlem.” Dizeleriyle de özlemin ağırlığını dile getiriyor kısacık mısralarında..

Yazmanın onun için nefes almak kadar gerekli olduğunu, bunun için ne kadar çabaladığını yine sevgiliyle dertleştiği mektuplarında okuyoruz.

“Yazarak derdimi anlatıyorum, neyin nasıl olması gerektiğini yazıyorum. Değişmesi gereken şeyleri söylüyorum, bunu söylemekle, göstermekle kalmıyorum, nasıl olması gerektiğini de söylüyorum inatla.

Çabam da şu: Bunu açıklamak lazım, çaba deyince, itiraz etme deyince akla hep şiddet yolu geliyor. Şu iyi bilinmeli iyi ve güzel şey isteyenler şiddete yönelmez, şiddete yönelenler kötü şeyler ister.”

Mektuplarında iyi ve kötü karşılaştırmasını yapıyor İyiliğe sevginin gücüyle ulaşılacağının altını çiziyor ve okuyucuya sevginin yüceliğinden hep söz ediyor.

“Sevmek dünyanın en insancıl eylemidir. Sevmekten, sevilmekten değil sevilmemekten, sevmemekten korkmalıyız” derken değişimin kaçınılmaz olduğunu da şöyle anlatmış mektuplarından birinde.

“Zaman an be an değişiyor, bıraktığın şey, gördüğün şey gördüğün gibi kalmıyor.

Örneğin lise yılları dönüşüm yıllarıdır artık. Kişi her şeyi sorgular, didik didik etmeye başlar. İtiraz etme kültürü oluşur. Kötü giden şeyleri değiştirmek ister. Kabullenemez yanlışları, hele hele sistematik yanlışlara hiç tahammül edemez. Aynı zaman da kaderle kopuş yıllarıdır. İdealist felsefeden çıkar materyalist felsefeye yönelir. “Değişmeyen tek şey değişimdir,” der, kendini sürekli yenilemeye bırakır.

Baharı düşün, doğanın canlanma halini yani. Yapraklar açık yeşildir, yeni doğmuş bir çocuğun teni gibidir, yumuşak, incedir, şeffaftır. Sonra koyulaşmaya başlar yapraklar ve kalınlaşmaya, damarları belirginleşir. Derken yavaş yavaş sararmaya, kahverengileşmeye başlar, kurur. Ve günün bir anında dalından kopar, dayanamaz, tutunamaz dalına, düşer, savrulur.

       Artık bu yaprak eski yaprak değildir. Sen eski sen, ben eski ben olmadığımız gibi.”

İnsanın; doğumunu, gelişimini, değişimini, ölümünü tıpkı bir yaprak gibi dalından düşmesi ile özdeşleştiriyor.

Sanatçı nasıl olmalıdır sorusuna “Aşka Yazdım” kitabında şöyle yanıt vermiş Muhittin Çoban.

“Sanatçı muhaliftir diye bir kanı oluşmuş. Bizim sanatçılarımızda bu sözü hiç sorgulamadan inanmış ve tekrarlayıp durmuş. Sanatçı muhalif değildir, muhalif olarak kendini görmemeli, halka da kendini böyle göstermemeli. Halk muhaliflik istemiyor, bizzat doğruları ve güzellikleri inşa eden olmak ve görmek istiyor. Muhaliflik sadece olumsuzlukları eleştirmektir. Sanatçı olumsuzlukları eleştirirken, eleştirdiği olumsuzlukların yerine yenisini önerendir, önermekle kalmayıp inşa etmek için çabalayandır. Ben söyledim, ben yazdım deyip edilgen ve pasif yaşama çekilemez. Böyle sanatçılara halk güvenmez, inanmaz, itibar etmez, onları tiye alır ve suratlarına bakarak güler. Sanatçı önermelerinin peşinden koşan olmalıdır, yoksa kocaman bir sıfırdır.”

En iddialı bulduğum  “İşgal” ve “Edepsiz” romanlarımdır diyor yazar: 

“İşgal” ve son kitabım olan “Edepsi”  romanlarım üzerinde tizlikle çalışılmış iddialı kitaplarım olarak görüyorum. Çünkü “İşgal” 78 kuşağının romanıdır. Yani bizim kuşağın romanıdır. 78 kuşağının acılarla, yaşadığı haksızlıklar işlenmiştir bu romanda “Edepsiz” romanımda ise üç kuşak vardır. Dede, oğul ve torun. Bu roman ümitsizlik, başarısızlık ve arayış romanıdır. İnsanın zihninde yaşadığı ama dışa vuramadığı edepsizlikleri konu eden bir kitaptır.

“Kitaplarım hakkında burada tek tek bilgi vermek istemiyorum. En güzeli kitaplarımın okunması. Daha sağlıklı bilgi böyle alınır.”

Her özetleme eksiktir, eksik olan da insanı yanlış bilgilendirmeye götürür. Dolayısıyla okuyarak direkt bilgi alınması en sağlıklısı olacaktır.

Türkiye’den İsviçre’ye selam yollarken şunu da rahatlıkla söyleyebilirim, yazarımızın her bir kitabını keyifle okuyacak, zamanın ruhunda yolculuk yapacaksınız. 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları