Ümran Öztürk

İki dil bir bavul

Ümran Öztürk

Bazen içinden çıkamadığınız anlar olur. Anlatmayı denersiniz diliniz, lisanınız yetmez buna, sonunda susup kalırsınız.Söylenecek ve paylaşacak o kadar şey varken tek kelime çıkmaz ağzınızdan.Anlatmak istediklerinizi uzun sessizlik nöbetleriyle anlatmış olursunuz karşınızdakine. Bu karmaşıklık ve ifadesizlik duygusu kişinin çelişkileri ve yaşadıklarına yabancılaşması daha sonra anlaşılmayı bekleyen, bunu yaparken de karşısındakini yoran bir tutum içinde bulursunuz kendinizi.
Bazen de yaşlı ama güçlü, yıpranmış ama yılmamış insanları gördüğümüzde acınası kılmadan, zavallılaştırmadan tam aksine yaşanan duyguların ne kadar evrensel olduğunu onlara hissederek yaklaşırsınız. Tıpkı "İki Dil Bir Bavul" filminin Emre Aydın öğretmeni gibi.
Ben kitap okumak kadar sinema filmi seyretmeyi de severim. Hatta öyle severim ki bir filmi birden fazla izlediğimde olur. Her seyredişimde küçük bir ayrıntıyı atlamış olduğumu farkederim. "İki Dil Bir Bavul" filmini de üç kez izledim. Belgesel tarzındaki bu film çekilirken yönetmen ve Yapımcı hiçbir şekilde öğretmene ve öğrencilere müdahale etmeden tamamen doğal bir şekilde, olduğu gibi çektiklerini söylemişlerdi filmi. Ayrıca yönetmenler bu doğallığı karşılıklı iyi niyet ve anlayışa bağlamışlardı.Tek kelime Kürtçe bilmeyen öğretmenle tek kelime Türkçe bilmeyen öğrencilerin yaşadığı 'sıkıntı'nın resmini çizen ve yaşanan bu gerçeklik  filmi daha da etkili kılıyor. Ayrıca bu köyde en çok göze çarpan  yoksulluğu, filmin her karesinde hissedebiliyorsunuz.
Bu film Denizlili öğretmen Emre Aydın'ın Urfa Siverek İlçesinin Demirci köyüne atandıktan sonraki öğretmenlik mesleğinde karşılaştığı zorlukları anlatıyor. Kendini Türkçe bilmeyen bir grup Kürt öğrencinin karşısında bulan öğretmenin çıkış yolları aramasını bazen de çaresizliğini zaman zaman annesiyle telefonlaşarak anlıyoruz. Yeni mezuniyetin getirdiği heves ve gayretle çeşitli yaş gruplarındaki kızlı erkekli çocuklara bir yılın sonunda biraz Türkçe öğretebiliyor. Dil ve kültür farklılıklarına rağmen bir senenin sonunda öğretmen ve öğrencier arasında çok sıcak ve samimi bir ilişki kuruluyor. Öğretmen neredeyse öğrencilerden daha fazla şey öğreniyor.
Filmin ana temasını oluşturan okul, köyün en önemli sosyal ve kültürel sermayesi. Ancak öğretmenin sahip olduğu kültürel sermaye ile öğrencilerin ailesinden miras yolu ile aldığı kültürel sermaye birbirinden tamamen farklı. Hatta öğretmen, çocukların sahip olduğu bu kültürel sermayeyi  okulda yasaklıyor.Yine filmin bir karesinde öğretmenin annesiyle yaptığı telefon konuşmasında"bu sene sadece Türkçe öğreteceğim gelecek yıl hayat bilgisi, matematik gibi diğer derslere geçerim" diyerek çocukların batıda okuyan çocuklara göre eğitim hayatına dezavantajlı başladıkları vurgulanmış oluyor.
İki dili bir bavula sığdırmakta tereddüt etmeyen yönetmene bu film ödüllerde getirmiştir. 16. Adana Altın Koza Film Festivali'nde Yılmaz Güney Ödülü ve SİYAD Jürisi Ödülü, 46.Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi İlk Film Ödülü'nü alan film, anadil ve eğitim sorununa insani ve pedagojik açıdan yaklaşıyor. 2008 yılı yapımı bu filmi  sekiz yıl gecikmeyle ana dil meselesini dillerine pelesenk eden ama çözüm üretmeyen herkesin (özellikle de politikacıların) tez vakitte izlemesi gereken bir film olduğunu düşünüyorum.
Haftaya görüşünceye dek şiiri gülüşünüzde, türküleri yüreğinizde saklayın.

Yazarın Diğer Yazıları