Ümran Öztürk

Gürpınar'da küçük bir kahvehane

Ümran Öztürk

60'lı yılların sonuydu. Babamın görevi ile bir kez daha Van'ın şirin ilçesi Gürpınar'a gelmiştik. Önceki gelişlerimizi yaşımın küçüklüğünden dolayı pek hatırlamıyordum şimdi unutamayacağım bir dere bu derede yüzen ördekler ve yanında bir kahvehane vardı. Görünüşü sıradan bir kahvehane olsa da işlevi hiçte sıradan değildi. Bugünlerde çok sözü edilen kıraathaneydi aslında Mehmet Ali amcanın kahvehanesi. Okumaya çok düşkün olan Mehmet Ali amca askerliğini bitirince İzmir'de kalmak istemiş, ancak babasının tepkisiyle karşılaşınca dönüp gelmiş bu küçük şirin ilçeye. Babasının ona açtığı bu kahvede bir bakıma kamu hizmeti yapmaya başlamış. Çünkü Mehmet Ali amca işini titizlikle yapan bir kahveciydi. Şöyle ki;

Kahvehane güneş doğmadan açılır çaylar demlenir, masaların örtüleri örtülür, şekerler kerpetenle kırılır, şekerliklere doldurulup masalara servis edilirdi. Dağdan gelen sular testilere konur kahvenin en serin yerinde muhafaza edilirdi. Elektrik kesintilerinin çok sık yaşandığı o yıllarda gaz lambaları, lüks lambaları hazırlanır böylelikle gece hazırlıkları da günün erken saatinde yapılırdı.

İçeride bu hazırlıklar devam ederken dışarıda da kahve önünden akan dereden alınan su ile kapı önleri sulanıp çalı süpürgesiyle süpürülürdü. Yazın müşteriler için dere boyundaki söğüt, iğde ağaçlarının altına bir iki masa konulur, tabakalardan sarılan tütüne demli bir çay yarenlik ederken radyodan yükselen türkü sesi ve derenin akışı eşlik ederdi. Kış aylarında ise kahvehanenin damındaki karlar temizlenir kapısına biriken karlar kar küreği ile atılır, yol açılır soba yakılırdı.  Yanan soba ile ısınan kahvehane üşüyenlerin adeta sığınağı olurdu.

Mehmet Ali amcanın kahvehanesini çok net hatırlıyorum. Kerpiçten yapılı bu küçük kahvenin güneye bakan mavi ahşap kapısı ve iki küçük penceresi vardı önünden de küçük bir dere akıyordu. Az ilerisinde bir kaç söğüt ve iğde ağacı… Kahveye uzaktan baktığımızda bir tuvale yapılmış resim gibiydi.  Bazen söğüt ağacının altında mahallemizin çocuklarıyla annelerimizin hazırladığı yiyecekleri getirerek piknik yapar yüzen ördekleri seyrederdik. Kahvehanenin toprak damında sürekli Loğ denen silindir bir taş dururdu. Bu silindir taş, damın üzerinde toprağı sert bir katman haline getirmek, toprağı pekiştirmek ve damın yağmurlu zamanlarda akmasını önlemek için kullanılırdı.

 Kahvehanenin bir köşesinde içinde kitap, dergi, mecmua ve gazetelerin bulunduğu tahta bir dolap vardı. Dolabın önünde bir masa, masanın üzerinde samanlı kağıt ve birkaç kalem dururdu. Kitapların çoğunu Kaymakam Bey temin etmişti.  Kaymakam beyin isteği üzerine Gürpınar'da görev yapan ilçe dışına çıkan memurlar, öğretmenler dönüşlerinde mutlaka gazete, kitap ve dergi getirirlerdi. Bu ilçeye günlük gazeteler birkaç gün sonra geldiğinden burada yaşayan insanlar günü hep birkaç gün geriden takip ederdi. Kahvehanede üretime katılamayacak durumda olan yaşlı insanlar da vakit geçirmek için gelirlerdi. Mesai sonrasında buluşur sohbet eder günün yorgunluğunu stresini atıp evlerine giderlerdi. Bir dönem iş arayanların da uğrak yeriydi kahvahane.

Gürpınar'ın küçük çarşısında; babamların mesaiden önce ve sonra mutlaka uğradıkları, odun ateşinde yapılan o lezzetli çaylarını yudumladıkları küçücük kahvehane ilçeye herhangi bir şekilde gelen kişilerin ilk uğrak yeriydi. Bir çay içimlik mola verilen, bir nefes alma durağı iken daha sonra sosyalleşmenin merkezi oluyordu bu kahvehane. Televizyonun henüz hayatımıza girmediği o yıllarda kahvehanenin en önemli iletişim aracı radyoydu. Kahvehanenin bu değerli demirbaşı duvara monte edilmiş yüksek bir rafın üzerinde dururdu. Sabah radyoyu Mehmet Ali amca açardı, ajansların okunduğu esnada radyonun sesini en üst seviyeye getirir bu ses küçücük çarşıya yayılırdı. Bundan dolayı sabah mesai saatine kadar Kaymakam dahil diğer memurlar ajansları burada dinler, çaylarını yudumlar mesai saatinde işlerinin başında olurlardı. Kahvehane de sadece çay, kahve, gazoz içilmezdi. Aynı zamanda ekonomi, siyaset, eğitim, sağlık hatta müzik- sanat konuşulur, tartışılırdı. Okulların yıl sonu müsamerelerini hiç kaçırmayan ilçenin Kaymakam ve Hakimi aynı zamanda edebiyata ve müziğe düşkünlükleri ile de bilinirlerdi. Denbêjler gelirdi zaman zaman bu ilçeye ve kahvehanede bazen sazlı bazen sazsız uzun havalar, ağıtlar söylerlerdi. Kültürel birikimlerin paylaşıldığı bu kahvehaneler ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçların karşılandığı kamusal alandı yani bir bakıma sosyalleşme mekânıydı.

Eskiden insanlar öğrenmeye, bilgiye açtı. Öncelikle öğrenmek için dinlemek gerektiğini biliyorlardı. Bu nedenle konuşmacıların köy kahvehanelerine gelip sohbet ettiklerine babamın anlatımlarıyla çok şahit olmuştuk o yaşlarda. Bilgi aldıkları her kişiye öğretmen gözüyle bakıyorlardı. Öğretmene büyük bir anlam yüklemişlerdi çünkü öğretmen her şeyi danıştıkları bilge kişiydi. Kültür alışverişinin yapıldığı yerlerdi kahvehaneler.

Kültürümüzün bir parçası olan kahvehanelerde doluluk oranı her geçen gün hız kesmeden artarken her yıl genellikle mahalle aralarına, cadde ve sokaklara açılan kahvehane sayısı da buna paralel olarak aynı hızla artmaktadır.

Gece gündüz tıklım tıklım dolan kahvehaneler okey, tavla, kağıt oyunlarının oynandığı oyun salonlarına dönüşürken, kapalı alanlarda sigara içmenin yasaklanmasıyla dışarıya taşan kahvehane müdavimlerinin kaldırımları bırakın caddeye kadar masa çıkarıp sandalye koyduklarına her gün tanık oluyoruz. Bunu yaşadığım ilçede de işimden dolayı gittiğim diğer şehirlerde de görüyorum. Yani ülkenin genelinde tablo aynı. Kaldırımların bu şekilde işgal edilmesi hiçbir kurumca denetlenmemektedir. Olumsuz örnek oluşturan bu durumu denetleyen bir mekanizmanın olmaması çok üzücü.

Yazarın Diğer Yazıları