Ümran Öztürk

Ayla

Ümran Öztürk

Yıllarca hafızalardan silinmeyen Türkiye'nin de içinde yer aldığı Kore savaşında çok kayıplar verildi çok acılar yaşandı. Yıllar öncesinde belgeselini izlediğim Tıpkı Ayla filminde yaşananlar gibi.

Filmde bir gece vakti Süleyman Astsubay, savaş enkazının içinde anne babasını kaybetmiş bir kız çocuğu bulur. Onu bulduğunda yüzüne ay vurduğu için ismini de  "Ayla" koyar. Süleyman Astsubay onu sahiplenerek Türk bölüğüne getirir. Bir yıla yakın süre boyunca Türk askerleriyle kalan Ayla, Süleyman Astsubay' ı babası bilir ve böylelikle Koreli Ayla ile Süleyman Astsubay'ın hikayesi başlar. Savaş biter tüm çabalara, girişimlere rağmen baba kız gözyaşları içinde ayrılmak zorunda kalırlar.

 

65 yıl sonra bir araya gelseler de savaş yıllarının dostuydu onlar. Dil, din, milliyet ve ırk gözetmeden merhamet, vicdan,vefa ve hüzünde birleşen, zaman döngüsü içeren bu kavuşma Süleyman Dilbirliği ve Ayla'nın 1950 yılında Kore savaşıyla başlayan inanılmaz gerçek yaşam hikayesiydi bu filmin konusu. Savaşa rağmen insanlığın nasıl da birleştirici olduğunu, gerçek sevgiyle tanışmanın ne muhteşem bir duygu olduğunu bize anlatan bir film olmuş. 

Kahramanlarının hala hayatta olduğu, geçmişi günümüze taşıyan bu filmden çok ders çıkartmalıyız.

Bu filmi izlerken duygudan duyguya transfer oluyorsunuz. Aynı anda hem gülümseten hem ağlatan sahneler de var. Acımak, sevgi, merhamet, hüzün hepsini bir arada hızlı bir geçişle yaşıyorsunuz. Bu filmde Vicdanınızı bir de siz sorguluyor şefkat ve sahiplenme duygusunun bir insanı ne kadar yücelttiğini görüyorsunuz.

 Ayla ve Süleyman Dilbirliği'nin bu hikâyesi eminim birçok kişinin vicdanına dokunmayı başaracaktır.

"Bu kız çocuğu savaşın içindeki hayatımıza girerek bu karanlık dünyayı adeta aydınlattı" demişti mektubunda genç subay Süleyman Dilbirliği. Ayrılırken de Ayla'ya   "Bizim memleketimizde babaların kızlarına verdikleri sözler mutlaka tutulur, babalar kızlarına verdikleri sözler için yaşarlar. Mutlaka geleceğim ve tekrar kavuşacağız" demişti.

 

1950'lerin beyaz perdeye aktarılan bu hüzünlü hikayesinde  Yönetmen koltuğunda Can Ulkay'ın, senaryosunda Yiğit Güralp'in , filmin müziklerinde ise Fahir Atakoğlu'nun imzası var. İsmail Hacıoğlu' nun üstün performansı  gözlerden kaçmazken film; dünyanın en prestijli sinema ödüllerinden Oscar'da "yabancı dilde en iyi film" dalında Türkiye'yi temsil etmek üzere seçildi.

 Ayla karakterini canlandıran Koreli çocuk oyuncu Kim Seol'un  ve Süleyman Dilbirliği'ni  canlandıran İsmail Hacıoğlu'nun uyumu filme ivme kazandırırken, filmin görüntü yönetmeni Jean Paul 1950'lerin ruhunu son derece başarılı bir şekilde filme yansıtmış. Genç subayların bisikletle işe gidiş sahnesi inanılmaz sevimli ve samimiydi. Hele Nuran'ın radyodan Süleyman'a istek şarkı yollaması onların sonunu getiren ayrı bir olayda olsa içindeki sitem içimizi acıttı.

 

"Ne çok çektim hasretini bilsen ah ben.

Nerde kaldın gelmez oldun sevdiğim sen.

Yanıyor senin aşkınla her an bu ten.

Nerde kaldın gelmez oldun sevdiğim sen."

Filmin ilk yarısı 1950'li  yıllar çok akıcıyken, oyuncular daha enerjikken ,temponun düştüğü ikinci yarısı olan 2000'li yıllar durağandı. Ancak finalde  tekrar o tempo yakalandı diye bilirim. Tartışmasız büyük bir aktör olan Çetin Tekindor'un rolünü (yaşlılığını) Süleyman Dilbirliği oynamış olsaydı film daha mı iyi olurdu acaba? Oscar aday adayı olan bu filme şans diliyor, kan bağı olmaksızın sahiplenmenin, merhametin ve sevginin gösterdiği fedakarlıkları ortaya koyan filmi mutlaka herkesin izlemesini tavsiye ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları