Ümran Öztürk

Anadolu'nun Buğulu Sesi: Kaval

Ümran Öztürk

Yağmur sonrası buğulu penceremden dağın eteklerine kadar inen sisi izlerken bir kaval sesi sızdı odama. Sanki bir günahtan arınırmışçasına insan ruhunun en inatçı pasını siliyor gibiydi. Hüznün penceresini araladım ve dertli kavalı aldım düşlerime. Hüzün en kırılgan yerinden çıt diye kırılarak gönlümün başköşesinde yerini bulmuştu.

Bu buğulu, gizemli ses tüm yaşamı tarif etmenin belki de sözsüz ifadesiydi. İnsanın iliklerine, ruhunun zerresine kadar yayılan içli bir haykırışın sesiydi bu ses.

Dokunaklı etkileyici sesiyle kaval insanlık tarihinin en eski enstrümanı, tüm üflemeli çalgıların atasıdır. Kültürümüzde binlerce yıllık geleneği olan bu müzik aleti oldukça otantik bir yere sahiptir. Onun için "nefesin özgürlüğünü bulduğu enstrüman" da diyebiliriz. Çünkü çalanın özü kadar gür çıkar sesi. Dinleyenin gönlüne dokunur, hüznün diyarına götürür. Bazen sevinci bazen de kederi ayrılığı, çileyi, gurbetliği üfler.  Sizi kaygıdan huzura taşıyan ilahi bir güç gibi sesindeki yanık tınıda adeta inler…

 Ses alanının ve perde yapısının genişliğinden dolayı duyguyu en iyi yansıtan enstrümandır.  Bundan dolayı kaval halk türkülerinin başarılı bir şekilde icra edilmesine olanak sağlar. Anadolu insanı için kutsal bir alet olan kaval yüzyıllar boyunca duyguların dile getirilmesinin vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

O kadife ve buğulu ses bir duygu deryasıdır. Bir nefesin ağacın sesine dönüşmesidir. Yamaçlardan dalga dalga ovalara süzülen ve rüzgara karışan bazen sevinç, bazen kederli bir kadının gözyaşıdır. Kimi zaman bir çocuğun sıcacık gülümsemesi olur. Kimi zaman da alın teriyle sofraya gelen ve sıcacık dumanı tüten ekmeğin, emeğin, huzurun sesidir. Sıcacık ellerin birleştiği, bedenlerin sımsıkı kucaklaştığı bir duygunun sesidir kaval. Yaşamın izlerini bu derin kültürel doku içinde görmeği mümkün kılan kederin akışıdır.

Yüzyıllar boyunca koyun keçi seslerine yarenlik eden kaval, rüzgarın etkisiyle içi boş kamışların çıkardığı seslerden esinlenerek yapılan bir çalgıdır. Çalgıyı ilk bulan ya da çalanlara ilişkin birçok fikirlere rastlanmakta ise de, araştırmacılar Kaval'ın Hazar denizi ötesi Ural-Altay dağları arasındaki bölge olabileceği konusunda birleşmektedirler. Bazı kaynaklar bize ilk kez Sümerler tarafından kullanılan dört ila beş bin yıllık bir geçmişe sahip olduğu bilgisini verir Çoban çalgısı(çoban düdüğü) olarak bilinen kaval koyun güden çobanların kullandığı bir çalgı olmaktan ziyade o büyülü yanık sesi dinleyen tüm canlıları sakinleştirir ve sesiyle huzur verir kalpleri kadife yumuşaklığında okşar. 

Zamanla kaval "çoban çalgısı kaval" kimliğinin çok ötesinde orkestra içinde de yerini almış, albümlerde, sahnelerde ve konserlerde aranan bir müzik aleti olurken, gençlerin ilgisini çeken bir enstrüman durumuna da gelmiştir. Arif Sağ kavalı orkestra içinde ilk kullanan ilk  isimdir.  Ancak tek başına bir enstrüman olarak çalınan kavalın vermiş olduğu o lezzetli ses ve duygu çok daha etkileyicidir.

Bugün bir kavalın sesinde; Anadolu dağları alabildiğine heybetli ve soylu, ırmaklar kıvrım kıvrım, gök mavi, ovalar yeşil, kızıl ufuklara doğru bölük bölük uçan turnalar daha kimsesiz. Rüzgarın taşıdığı bir nefestir bu uçsuz bucaksız evrende. Kaval Anadolu insanının ruha bir yansımasıdır aslında.

Yazarın Diğer Yazıları