Ümit Kayaçelebi

Van'daki Vatan

Ümit Kayaçelebi

Güzel ilimiz Van’da  23 Ekim 2011 günü yüreklerimizi yakan acı bir haber duyuldu. Deprem ve mühendislik teknolojisine itibar etmeyişimiz saat 13.41’de 7.2 şiddetinde il merkezini, İlçeleri, köyleri yıktı, canlara kıydı. Analar, bebelere siper olmaya çalıştılar, kendileri can verdi, evladı hayat bulabilsin diye. Umutlu gözlerle insanlarımız kurtarılmayı bekledi, kutarıldı veya yolda giderken şehit oldu. Türk Milleti devletiyle, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte seferber oldu, Van’lı hemşehrilerinin yaralarını sarmaya çalıştılar, çalışıyorlar.  Depremin henüz kesin olarak ne kadar can kaybı ve yaralı meydana getirdiği, bilinmiyordu.  26 Ekim 2011 Çarşamba gününe göre 432 deprem şehidi, 1352 yaralı var. Bu deprem şehitlerinin 30’u öğretmen idi. 

Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığından (AFAD), Van ve ilçelerindeki deprem ile ilgili ilk açıklamaları şu satırlarla verildi:

“Deprem, Van ve ilçelerinde çok kuvvetli hissedilmiş olup, ilk belirlemelere göre hasar ve can kaybı meydana getirmiştir. Deprem Erzurum, Ağrı, Mardin, Diyarbakır, Muş, Bitlis, Iğdır, Kars, Batman, Siirt illeri ve ilçeleri ile Irak’ın kuzeyindeki Duhok ve çevre yerleşim birimlerinde de hissedilmiştir. Depremde hayatını kaybeden ve yaralı kişi sayısı henüz kesinleşmemiştir.”

Van’da meydana gelen 7.2 şiddetindeki deprem sonrası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Bakanlar ve yetkililer Van’a geldi. Van’da meydana gelen depremde çok sayıda binanın çöktüğü, enkaz altında çok sayıda insanın kaldığı öğrenildi. Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer tüm kurumlar seferber oldu. Tüm kuruluşlar el ele verdi. Erciş’te ise her enkazın altından ölü ve yaralı çıkıyor.”

Depremi en çok hisseden Erciş’in aile hayatımızda çok özel yeri vardır. Ablam ve eniştem yıllarca Erciş’te hekim olarak görev yaptılar. Ben de zaman zaman gider gelirdim. Onlar’ın şifa dağıtmak için uğraştığı Ercişli hemşehrilerimiz, şimdi yaralılarını hastanelere götürüyor şehitlerini toprağa veriyor.

Deprem, camilerimizin minarelerinin yıkıldığı, kubbelerinin çöktüğü, duvarların homurdanarak ses verdiği, yerin yarıldığı, ayaklarımızın altından toprağın kaydığı, evde işyerinde duvarların dayanmak için elimizi uzattığımızda kendini bizden çekip uzaklaştırdığı veya bizi ezmek için bize devrildiği bir afettir. Ne merdivenleri inebiliriz, ne üstümüzdeki yıkıntıları kaldırabiliriz. Tavan çöker, gök kubbe çöktü sanırız. Birilerinin yardım elini bekleriz. Susuzluk ve ezilen vücudumuzdaki protein yıkımı saniye saniye bizi ölüme yaklaştırır. Yıkıntılardan ölmesek de belki kalan hayatımızı organ yetmezlikleri veya engelli bir vücutla devam ettireceğizdir.

Deprem sırasında milletçe duygularımız kabarır, yardım yapabilecek konumdaysak bilerek veya bilmeyerek koşarız, çoğu kez çaresizliğin ızdırabını hissederiz. Afetler çoğu kez bize çaresizliği hatırlatır ve haykırır. Bu çaresizlik Japonya gibi teknolojik olarak gelişmiş bir ülke de olur, bizim gibi teknoloji ve bilim’e önem vermeyen toplumlarda da görülür. Niçin teknoloji ve bilim’e önem vermediğimizi vurguluyorum. Binalarımız Sakarya’da, İzmit’te Kütahya Simav’da isterse Van’da olsun deprem’den önce bizi yıkan bizi vuran kural kaide tanımayışımızdır. Mühendisliğe, mimarlığa, jeolojiye itibar edilmezse depremden korunabilir miyiz? Parası olan kural kaide tanımayan bazı mütahitler,  yönetmeliklere uymayan bazı “yapı denetim firmaları” zorla düşük ücretle çalışan mühendise, mimara beyin ve yürek teri ile elde ettiği imzasını attırmaya çalışırsa ve attırırsa depremler bize daha büyük felaketler getirmez mi? Kaçak yapılan kontrolsüz binalar ise ülkemizin ayrı bir handikapıdır.

Yakın zamanda yaşadığımız depremleri hatırlayalım ve aynı hataları tekrarlamayalım. Binaların depreme dayanıklılığının ölçülmesi, bina tadilatlarının izinsiz yapılmaması gerekir, belediyelerin denetim ciddî yapmaları gerekir. “Sivil Savunma” teşkilatının il ve ilçelerde düzenli olarak tatbikatlar yapması, çağın şartlarına uygun teknik ve eğitime tabii olmalıdır. Hepimizin bildiği bir AKUT örneği Yurdumuzun yüz akı olmuştur. Ülkemizde amatör veya profesyonel dağcı, mağaracı vb. sporcular vardır. Bu sporcular, afet anlarında büyük katkılar sağlayabilirler. “Sivil Savunma” “İtfaiye” “Sağlık Müdürlüğü” “ Hastane acil Ekipleri” “Ordu Birlikleri” “ Beden Terbiyesi” “Spor teşkilatları” “ Millî Eğitim Müdürlüğü” koordineli olarak her zaman deprem tatbikatları yapabilirler. Çünkü deprem, sel, hortum gibi afetler çoğu kez ansızın gelen veya geleceği çok kısa süre önce tahmin edilen olaylardır. Her zaman hazırlıklı olmalıyız.

Deprem anında nasıl davranacağımızı ise milletçe çoğu kez bilmiyoruz. Kulaktan duyma bilgilerle hareket etmekten çoğu kez yanlış davranmaktayız. Zaman zaman okullarda çocuklara anlatılan bilgiler olmasına rağmen yetersizdir. Çocuklara verilecek bilgiler aileleri de aydınlatacaktır. Çocuklar, ihmal edilen en yetenekli öğretmenlerdir. Onların eğitilmesi bir çok problemi çözebilecektir.

Deprem sonrası; bireylere, ailelere, kurumlara düşen görevler vardır. Depremde felakete uğrayan kendimiz, yakınımız, komşumuz, köylümüz, kentlimiz olabilir. Her durum ve şartta nasıl davranacağımızı bilmeliyiz. Çalıştığımız Kurum veya mensup olduğumuz meslek gereği yapmamız gerekenler de bulunmaktadır. Hekim, asker, serbest meslek sahibi, işçi, memur vd her mesleğin üstüne düşen görevler vardır.

Belediyelere ise çok büyük görevler düşmektedir, deprem öncesi dönemde binaların denetimi, bölgenin su şebekesi, yol, ulaşım, atıkların tahliyesi düzenli olmalıdır. Deprem sonrası su ve elektrik şebekeleri kesintiye uğrayacaktır. Sulara kirlilikler karışması nedeniyle salgın hastalıklar olacaktır. Elektrik nedeniyle yangınlar, tüp veya doğal gaz patlamaları beklenecektir. Ulaşım karadan çoğu kez imkansızlaşacak, hava trafiği kullanılacaktır.

 Vilayet, ordu, belediye, sağlık kurumları, sivil toplum kuruluşları organize bir halde vatandaşa yardım elini uzatmalıdır. Kriz yönetimi, paniksiz hazırlıklı olmalıdır. Gelen yardımların dağıtımından, artçı depremlerden ve hastalıklardan korunma, ısınma, barınmaya kadar dünya standartları örnek alınarak gerçekleştirilmelidir. Deprem sonrası emniyet ve güvenliğin sağlanması ise başlı başına büyük bir problemdir. Çeşitli fırsatçılardan organ hırsızlarına kadar çok kötü niyetli insanlar, milletin kendi ızdırabını, yarasını sarmaya çalıştığı dönemde her türlü şerrî icra edebilirler. Sağlık kurumlarının acil müdahalesi, sivil savunma ile mümkün olabilecektir. Kurumlar arası uyumun süratle sağlanabilmesi için önceden işbirliğinde deneyimli olmaları gerekir.

Özellikle acılara çare olma arzusu Türk Milletinde yüksek bir duygudur. Fakat Türk Milletinin ilmî ihmal etmesi ve teknolojinin diline kulağını kapaması çok bariz bir zaafıdır. Üstelik acılarımız, hafızalarımızdan kolaylıkla silinmekte ders çıkarmak da çok güç olmaktadır. Bizi depremle birlikte cahilliğimizde vuruyor. Deprem şehitleri vicdanımızda ve ahirette bizlere sormayacak mı? Bize okullarda depremi ve önlemlerini niye yeterince anlatmadınız? Depreme dayanıklı olmayan binalara müsaade eden imzaları niye attınız, atılmasına izin verdiniz? Niçin teknolojik ve ilmî gelişmeye uygun olarak bilime itibar etmediniz? Geçmişte en büyük teşkilatları kuran bu millet şimdi en basit işbirliğinde çaresizliğe düşüyor? Niçin önceki felaketlere bakıp bunun çaresini bulmadınız? Niçin aklınızı çalıştırmıyorsunuz? Niçin aklın işine akla, gönülün işini gönüle, yüreğin işini yüreğe vermiyorsunuz? Niçin her şeyi yerli yerinde kullanmıyorsunuz?

Vatan’ın her köşesi, bizden gerektiği yerde ilmî, gerektiği yerde gönüllerin çağlamasını ister. Güzel Vatan’ımızın binlerce yıllık Türk diyarı Van’ımıza geçmiş olsun der, deprem şehitlerine Allah’tan rahmet, acılı yakınlarına başsağlığı dileriz.

Kaynak: Hilmi Özden

Yazarın Diğer Yazıları