Ümit Kayaçelebi

ULUCANLARDAN NE CANLAR GELMİŞ GİTMİŞ

Ümit Kayaçelebi

12 Eylül harekatında cezaevlerinde yaşananlar o zulüm günlerin de maalesef ülkedeki bir çok cezaevi adeta işkence hane olarak nam yapmıştı. İşte bunlardan biri de Ankara’daki Ulucanlar Cezaevi idi. Daha sonra Ulucanlar cezaevi ibaresi kaldırıldı ve oldu “Ulucanlar müzesi”

Ulucanlar cezaevi müze de olsa geçmişte orada olanlar hiçbir zaman akıllardan ve hafızalardan silinmedi. Ben de o yıllarda olup bitenleri hep televizyondan gazetelerden dergilerden takip ettiğim içindir ki üstüne o kadar kötü şeyler yazılıp konuşulan bu yeri hep merak eder dururdum.

Bir gün yolum Ankara’ya düştü ve zamanım da olması dolayısıyla o zihnime takılan meşum yeri görmek istedim. Hayatımda görmediğim bir yerdi ve sora sora gidip buldum.

Baktım karşımda koskoca bir tabela "Ulucanlar müzesi”! O andaki duygularımı aklımdan geçenleri burada ifade etmek çok zor. Birdenbire aklıma koskoca mazi geldi.

İlk adı “Cebeci Tevkifhanesi” olan daha sonra “Ulucanlar Cezaevi” olan ve şimdi de “Ulucanlar Müzesi” tam karşımda duruyordu.

1925 yılı itibari ile burada nice idamlar gerçekleşmiş nice insanlar buradan başka hapishanelere nakli mekan olmuşlar. Buradaki eziyet ve işkenceler  ta ki 2006 yılına kadar sürdükten sonra kapatılan cezaevi 2011 yılında o dönemdeki Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki tarafından restore edildikten sonra işte restore edilen Ulucanlar müzesi bu gün ben ve benim gibi geçmişi merak eden ve görmek isteyenler tarafından ziyarete açıktı.

Düşünün geçmiş yıllarda insanlar burada ne çileler çekmişler, ne kadar işkenceler görmüşler, kapıda bekleyenler içeri alınmayanlar sevdiklerinden haber alamayanlar, bağrına taş basan nice anneler, babalar, kardeşler, bacılar, sevgililer..

İçeri girdim gezmeye başladım baktım bir yanda rahmetli Necip Fazıl’a ait kısa bir şiir “Zindandan mehmede” ve beri tarafta Nazım Hikmete ait bir şiir ”bu gün Pazar…” . İki büyük usta haddimize mi düşmüş birini öbüründen ayırmak.

Yürürken duvarlara bakıyorum sinema şeridi gibi birbiri ardına sıralanmış siyasetçi sanatçı şair yazar gazetecilerin fotoğrafları adeta size sitem ediyor gibi biz burada neler çektik neler der gibi sana bana ona dönerek bakmaktalar.

Fotoğrafların altında da isimler sıralanmış.

Bu arada gezerken o devirde İşkence odaları olarak kullanılan zindanlarda ses ve efekt olarak uyarlamalar yapılmış ki siz de o anda sanki sanırsınız gerçekten orada biri var ve işkence seslerini duyar gibi oluyorsunuz.

İnanın gezerken tüylerim diken diken oldu. Ürperdim, korktum o geçmişte yaşanları o dayak sahnelerini, o işkence yapanları düşündüm inanın insan olarak bir anda kendimden utanır gibi oldum.

Koğuşlar o zamanki ranzalar,  sobalar, masalar kanepeler, sandalyeler vs ne varsa otantik olarak tanzim edilmiş ve siz o anda seneler öncesine dalıp gidiyorsunuz. Geçmişi canlandırma adına gerçekten dekor ve mizansenler üzücü olsa da harika.

Balmumundan yapılmış mahkumlar var ranzalarda kimi oturmuş kim saz çalıyor kimi sobanın başında ısınıyor. Kimi mektup yazıyor, kimi yarın başına gelecekleri düşünür gibi melül ve mahzun bakıyor.

Yani cezaevinin dünkü geçmişi hiç abartılmadan yüzde yüz gibi bir oranla bu güne adapte edilmiş. Keyifle gezilecek bir yer bir mekan değil içinize hüzün doluyor yüreğiniz inciniyor gözleriniz dolar gibi oluyor. Ve bu şekilde hep bir sonraki mekanı görme merağı ile adım adım bu zulüm ve işkencelerin zamanında gırla gittiği yeri insanlığınızdan utanarak gezip ziyaret ediyorsunuz

Hattızatında görselde olan bir şeyi tam anlamıyla kağıda dökmek zor olsa da insan bu acı yaşananları kelimelere  dokunarak hissedebiliyor.

Koğuşları gezerken o ranzaların baş ucunda o yatak ve yataklarda kimler yatmış ise hem resimleri var ve hem de kısacada olsa hayatları kısa bir özet olarak yazılmış ve siz o ranzaya dokunduğunuzda sanki o resmin sahibinin orada maneviyatının varlığını hissediyorsunuz.

Kimler buradan gelip geçmemiş ki hemen hemen herkesin yolu buradan geçmiş gibi.

Tamamının olmasa bile buradan yolu gelip geçen bazı isimleri şöyle bi sıralayayım:

Bülent Ecevit

Osman Bölükbaşı

Muhsin Yazıcıoğlu

Necip Fazıl Kısakürek

Yılmaz Güney

Nazım Hikmet

Deniz Gezmiş

Hüseyin İnan

Yusuf Aslan

Mustafa Pehlivanoğlu

Talat Aydemir

Metin Toker

Fakir Baykurt

Yaşar Kemal

Tahir Kemal

Ahmet Arif

Osman Yüksel Serdengeçti

Kasım Gülek

Fethi Gürcan

Yılmaz Odabaşı

Ve daha nice insanlar. Ben sadece çok akılda kalan bazı isimleri yukarıda zikrettim. Duvarlarda o kadar çok resmi olan burada  yatan işkence görenler var ki say say bitmez.

İnanın orada gezdiğiniz zaman aklınızdan ne sağcılık ne de solculuk ne de şuculuk buculuk geçmiyor.

Orada bilhassa koğuşları gezdiğiniz zaman ranzalardaki isimleri okuduğunuz zaman ya şuna ya buna oh olsun demek ehli vicdan birinin aklının ucundan bile geçmiyor.

İnanın en çok Erdal Eren, Mustafa Pehlivan oğlu, Yusuf İnan, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Yılmaz Güney Muhsin Yazıcıoğlu’nun Yattıkları yataklarının önünden geçerken üzüntüm ikiye katlandı.

Hele o insanlar oralarda yaşadıkları zaman içerisinde nasıl yaşamışlarsa ! O mekanlara “Hilton” “Müteferrika” gibi koğuş ve zata mahsus tek kişilik hücrelerde  2 ve 6 nolu yüze yakın kişinin bir arada üst üste birlikte yaşadığı koğuşlarda yaşanan hayatları o anda yaşamadığınız için anca bir miktar hissedebiliyorsunuz.

Sağ, sol şu bu demeden bu şimdi müze olan dünün ceza evinde de tarihine baktığımızda 1925 ve 1983 yıllarında 18 kişide darağacında asılarak hayatlarına son verilmiş ve bu dar ağacı da orayı gezip ziyaret ettikten sonra en son ziyaret ettiğiniz ve hafızalarınızda uzun yıllar acı bir anı olarak kalacak dar ağacı.

Yıllar sonra da merakı mucip olunca Ulucanlar müzesini görmek nasip oldu. Bence görülmesi ve gezilmesi gereken bir yer. O gün çok üzülsem de çok ürpersem de gördüklerim karşısında iyi ki geldim gördüm dedim kendime daha sonra.

Bu gün Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’e

Erdal Eren’den, Mustafa Pehlivanoğlu’na

Bülent Ecevit’ten, Muhsin Yazıcıoğlu’na ve buradan yolu gelip geçenlerin cümlesini saygıyla ve rahmetle yad ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları