Ümit Kayaçelebi

Sofu Baba

Ümit Kayaçelebi

Seyyid Fehim-i Arvasî yılda en az bir kere Van'a gelir¸ Şabaniye Mahallesindeki külliyede sevenleriyle buluşarak¸ taliplere ilim ve edep öğretir. İşte Van eşrafından Abdullah Tüfekçibaşızâde'nin torunu Fehim Efendi de bu halkaya katılır¸ büyük veliden istifadeye bakar.

Hangi ay olduğu bilinmez ama o günlerde şehri bir sıcak basar ki nasıl anlatıla? Genç Fehim¸ Allah dostunu ferahlatmak için ne yapmalı diye düşünür ve ani bir kararla Erek Dağına çıkar. Bir miktar kar toplayıp küpe atar¸ kâseyi tomurcuk tomurcuk terleten serin suyu alır getirir¸ Seyyid Fehim Hazretlerine sunar. Büyük veli çok memnun olur¸ adını sorar. Genç âşık edeple fısıldar: "Fehim!" Hazret:

-İsmimiz bir¸ cismimiz de bir olur inşallah¸ der.

Sonra delikanlıya döner ve sevgiyle bakarlar. İşte bu teveccüh yeter de artar¸ Fehim'in kalbi zikre başlar. Olur mu demeyin¸ biiznillah onların bir nazarı¸ bakırı altın yapar. O günden sonra genç sofi anlaşılmaz haller¸ anlatılmaz zevkler yaşar. Yüreği umman olur¸ muhabbetle dolup dolup taşar. Seyyid Fehim hazretleri Arvas'a dönünce¸ Fehim sudan çıkmış balığa döner¸ bu ayrılığa dayanamaz. Hasretle geçen günlerin ardından hazan yaprağı gibi solar. Evet¸ âşığa yol sorulmaz lâkin o mevsimde ortada yol¸ iz de kalmaz. Kar¸ dereleri tepeleri örter¸ yamaçlar katman katman buz tutar. Haydi kar¸ bora¸ fırtına da atlatılır ama aç kurtlar şehre bile sızar¸ ağıllara¸ çobanlara hatta silahlı müfrezelere saldırırlar. Bunların hiç biri umurunda değildir¸ nihayet bir gün fırlayıp kalkar¸ telaşla heybesini hazırlar.  Annesi onun Arvas'a gideceğini anlar¸ "etme oğul" der¸ bahara ne kaldı? Canavarlar seni parçalar!" Fehim¸ yabani hayvanlardan korkmaz¸ soğuğa moğuğa aldırmaz. Bu mevsimde dergâha götürülecek en iyi hediye kandil yağı olmalıdır¸ nitekim bir küp yağı omuzlar¸ vurur sahraya…

Van-Arvas arası takriben 100 km kadardır ve bu yolculuk üç günden evvel tamamlanamaz. Kaldı ki arada köy¸ kasaba yok sayılır¸ han hamam bulunmaz. Genç Fehim karlara bata çıka ilerler¸ ne bir soba başı hayal eder¸ ne de sıcak bir çorba arzular… Ayaklar uyuşmuş¸ eller donmuş kimin umurunda? Uzaktan yakından gelen ulumaları da ciddiye almaz¸ öyle ya Hazret-i Şeyh gibi bir mürşidin tasarrufundayken ona kim dokunabilir? Kurtlar kuşlar selam dururlar.

Edremit¸ Vatsan derken Çadır Dağını aşar. Ama Karabet geçidi geçitlikten çıkar. Vadiye inen yamaç duvar kesilir¸ patikalar silinip yok olurlar. Bir de tipi¸ bir de ayaz! İnsanın tükürüğü donar. Rüzgâr yerden kopardığı kar parçalarını kamçı gibi yüzüne çarpar. Vanlılara sorarsanız soğuk "bin keçe ben geçe¸ bir deri ben geri" demiştir¸ laf… Fırtına ne yün dinler ne de gön¸ âdeta ciğerine pençe atar.

Genç Fehim'in adımları küçülür¸ iki adım öne bir adım geri atar. Kandil yağı da bir ağırlaşır¸ nasıl anlatıla! Tam takati tükenmek üzereyken karşısına aksakallı¸ ak sarıklı¸ nur çehreli bir zat çıkar¸ elini omzuna koyar. "Dilersen seni konuk edeyim" der¸ "yumuşak bir döşek sereyim¸ sıcak yemekler vereyim. Yok istemezsen menziline varman için yardım edeyim." Bu sarp yamaçta ve böylesi sert bir havada karşısına çıkan biri "mânâ ehli" olmalıdır. Belki de Hızır (a.s.)… Ama genç sofi Seyyid Fehim hazretlerinin himmetinin üzerinde olduğunu bilir¸ mürşidinin tasarrufu üzerindeyken bir başkasına sığınmaktan ar duyar. Nur yüzlü zata teşekkür eder¸ işine bakar. Gözünde hocasının siması belirince¸ dağları devirir¸ yarları yarar…

O akşam ArvasCamii'nde ezan okunmuş¸ cemaat saf tutmuştur. Namazını dakika geciktirmeyen Seyyid Fehim hazretleri azıcık bekler¸ "bir yolcumuz geliyor" buyururlar. Hakikaten az sonra kapı açılır ve içeri buz tutmuş biri girer¸ deyin ki kardan adam. Dervişler hemen koşar¸ sırtındaki küpü indirir¸ kaputunu pabucunu çıkarırlar. Sofi buğulu gözleriyle mürşidini arar¸ ne zaman ki o merhamet deryası ile göz göze gelir¸ hıçkırıklarını tutamaz. Büyük bir muhabbetle ellerine kapanır… Öper ağlar¸ öper ağlar¸ öper ağlar… Yakınlarına sorarsanız Seyyid Fehim öyle herkese el uzatmazlar¸ nimetin büyüklüğüne bak!

Namazı müteakip halka kurulur¸ sobayı canlandırırlar¸ semaver tıkırdamaya başlar. Bir güzel sohbet¸ sevimli mekâna ayan beyan nur yağar. Bir ara Seyyid Fehim Hazretleri genç Fehim'e dönüp sorarlar:

– Yolda yardımına gelen olmadı mı?

– Oldu¸ aksakallı bir zat.

– Onu tanıdın mı?

– Sanırım¸ Hızır'dı.

– Yardımını niye kabul etmedin?

– Siz beni bana bırakmadınız ki¸ her zerremde himmetinizi hissediyordum¸ gözümün önünden simanız hiç kaybolmadı. Hızır'dan ne isteyebilirdim¸ yanımda mürşidim vardı…

Kaynak: Somuncu Baba Dergisi

 

Yazarın Diğer Yazıları