Ümit Kayaçelebi

Sadun Boro'nun ardından

Ümit Kayaçelebi

Ekrem İnözü

Her 1 Kasım’da Sadun Boro Abimizin doğum günü kutlamasını, kendisinin isteği üzere, yaza veda partisi olarak yapardık.  Ben de bir yaza veda partisi organize etmeyi çok istedim ama Sadun Abinin yarattığı sıcak ortamı yaratamayacağımdan çekindim. O partiler muhteşem olurdu, maskeli balo şeklinde yapılır, her yıl değişik bir tema bulunurdu. Sünnet çocuğu, Papa, Muhteşem Yüzyıl, Süpermen, İskoçyalı kılıkları giyer hepimiz partilere kıyafetlere katkıda bulunurduk. Partinin yeri şu anda Okluk Sarayı için ayrılmış bölge, Mustafa’nın Deniz Kızı restoran olurdu. Hepimiz içeceklerimizi, yemeklerimizi getirir, davetliler marifetlerini gösterirdi. Sadun Abinin meşhur ahtapot yemeği ve sübyeli pilavı muhakkak olurdu. Cemile’nin hamsi kılçıklarını galeta ununa bulayıp kızartıp yaptığı yemeği unutmaz, “kız senden korkulur” derdi. Özkan Kaptan yaptığı kalamar dolması ile çok sükse yapardı. Hanımların küçücük yaprak sarmaları, Christina Karamanoğlu’nun quiche’leri geceye lezzet katardı. Parti, Sadun Abinin bol muskat cevizli  Rom Punch ikramıyla öğleden hemen sonra başlar, gece yarısı genelde getirilen içkiler biter, restorandan takviye istenirdi. Aslında yemek, parti, bahaneydi. Bizi cezbeden Sadun Abinin sohbeti idi; hepimize takılır, o müthiş zekasıyla hepimizi işletirdi. Bu kadar lezzetli ve güzel bir atmosfer yaratmak sadece Sadun Abinin yapabileceği bir şeydi. Bu partilerde fotoğraf çekilmesini hele bugünkü gibi sosyal medyada olur olmaz paylaşılmasını hiç ama hiç sevmezdi. Bu partilere ayağını atmamış iki şaklabanın kendi reklamlarını yapmak için partiden resim paylaştıklarını görse “emaye huni ile.." diye başlardı. Sadun Boro bir ilah değildi, güzel bir insan, zeki, cesur ve bilgili bir denizci idi. Keskin, pırıl pırıl bir zekası vardı, Galatasaray Lisesi ve Manchester’deki tekstil mühendisliği (o zamanki ismi mensucat mühendisliği) eğitimi sayesinde hem Fransız, hem İngiliz kültürünü özümsemişti. Oda Abla’nın sayesinde Alman kültürüne de aşina idi. Ailesinin Nil Nehri’nin deltasından geldiğini, Tantaviler’den olduğunu söylerdi.  İçkisini içer, ama denize de besmelesiz çıkmazdı. 

Eski İstanbul, Beyoğlu…

Bir gece konu; 1940-1950 arası Galatasaray Lisesi ve İstanbul’du. Galatasaray Lisesi’ne ilkokuldan itibaren Ortaköy’de başlayıp, benim gibi yatılı okuyup 1948 yılında mezun olan, 452 okul numaralı Sadun Boro, Münir Nurettin Selçuk’un şarkıları ve dolunayın etkisiyle pek keyifli idi, çok şeyler anlattı,  anlattıklarının bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Sadun Abimiz lise yıllarında denizciliğe merak sarmadan, çok bir iyi terzi olan Osef’ten giyinirmiş. Osef’in yeri Beyoğlu’nda Abdullah Efendi Lokantası’nın solundaki pasajda imiş. Ayakkabılarını Pera Palas karşısındaki Mahmut’tan, gömleklerini ise Tünel’den çıkarken hala orada olan kürkçü dükkanının üzerindeki Petro’da diktirir, alırmış. Gençliğinde Caddebostan’da bugün bir süper marketin olduğu, daha önce bir gazinonun bulunduğu yerde yüzlerce ağaçlık çam korusu varmış. Zamanın gazinocular kralının arzusu ile asırlık ağaçlar bir gecede kesilmiş. Önünden geçerken ağaçları katledenlerin kulaklarını çınlatırdı. Sadun ve Oda Boro Eski İstanbul’u anlatırken zaten pırıl pırıl olan gözlerinden ışıklar fışkırırdı. En sevdiği ada, benim de büyüdüğüm Heybeliada idi, şimdi askeri gazino olan Şafak’ın müzikli sivil bir gazino olduğunu ben hatırlıyorum, Sadun Abi oralarda dans etmiş. Hafta sonlarında Heybeliada Çam Limanı’nda, Niko’nun yerinde damın altında kalırlar ve orada kafaları çekerlermiş. Bizim o zamanlar çıkarıp ne yapılacağını bilemediğimiz ‘pina’ları nasıl pişirdiğini anlatıyordu, şimdilerde Marmara’da pina’dan eser kalmadı. Kışın yemek Todori’de yenirmiş, (bugünkü Fenerbahce Sosyal Tesisleri’nin yeri) posbıyıklı Todori’yi de tanımış, oğlu Istavro’yu da. Todori'yi ‘Todori’ yapan, Sadun Abi zamanında 30 yıldır orada olan garsonlar, Aleko ve Yani imiş. Todori’de o zaman telefon yokmuş, “neden yok?” diye sorunca Todori “dışarıdan ararlar, müşteriler rahatsız olur” dermiş. Şimdi karşısındakini bile cep telefonundan arayana ne demeli? “İstanbul, 6-7 Eylül olaylarında benim için bitti” derdi. “Ondan önce zaten Varlık Vergisi bir darbe vurmuştu sonra İstanbul tamamen bitti” derdi. “Ulusların medeniyet derecesi azınlıklara gösterdikleri hoş görü ile ölçülür” demişti.

Zaman su gibi aktı gitti…

Allahtan vaktinde uçtu gitti, Okluk koyunun halini, Gökova’nın katlini, Beyoğlu’na kafasına saç diktirmeye gelmiş biçimsiz adamları, görmedi.. Vefatından iki gün sonra seçimler olacaktı, “git oy ver, gel” demişti. Seçim neticesini öğrenemeden Sadun Abi gitti. Son günlerinde, elimden tutup “biz çok şanslı insanlarız, dünyanın ve Türkiye’nin en güzel zamanını yaşadık, çok güzel gezdik, güzel insanlar tanıdık“ demişti. Tesellim mutlu ve huzurlu gitmesi oldu. Sadun Abi’nin yaptıklarının sıradanlaştırılmasına karşı durun. Yaptığı sadece o günlerin zor şartlarında, küçük ve konfor donanımı zayıf bir tekne ile dünya turu değildir. Sadun Kaptan verdiği mesajlarla,  çevre bilincinin öne çıkmasını sağlamış, teşvik edip cesaretlendirdiği insanlar amatör Türk denizciliğine fayda sağlamıştır. Sadun Boro bir kültür mirasıdır, sahip çıkılması gerekir. Denizcilerimizin Sadun Boro hakkında bilgi sahibi olmamaları beni üzdü, “bir şeyleri eksik yapıyoruz” dedim. Sadun Boro’yu daha çok gündeme getirip bu müstesna insanı daha çok tanıtmamız gerektiğini düşündüm. Doğum günün kutlu olsun Kaptanım. Altmışı geçmiş yaşlarımda birine saygı ve hayranlıkla “Ağabey” demek, çok güzeldi.

Kaynak: Gazete Oksijen

Yazarın Diğer Yazıları