Ümit Kayaçelebi

ESKİ ZAMAN BERBERLERİ (NEVRETTİN ÜZAL)

Ümit Kayaçelebi

Evvel zaman içinde bizler tango (asri) olmadan evvel emirde berber amcalar vardı. Saçımız başımız hep onlara koltukta teslim olurdu. Hiçbir berber amcanın dükkanının tabelasında “Kuaför” kelimesi daha yoktu. Onlar hepside berberdiler.

Ancak hepsi olmasa bile bir kısmı sanki yarı hekim gibi tıptan tababetten de anlar tavsiyelerde bulunurlardı. Hatta eski berberler diş üzerine, kulak üzerine beceri sahibiydiler. Ve ayrıca sünnet yapan berberler de vardı. Van’da çok fazla tabip yoktu berberliğin yanı sıra diş çeken kulak yıkayan berberler de yok değildi.

Van’da elbette diş tabipleri de yok değildi ama buna rağmen diş çeken berberler de vardı. Niye derseniz adam köyden gelmiş parası çıkışmıyor veya dişçideki vizite ücretini karşılamayı göze alamadığı için bu işle senelerdir hemhal olan ve de nam yapan bir berbere koşuyordu.

Köylüler gelirdi dişlerini çektirir, kulaklarını yıkatırlardı. O zaman iğne-miğne yok. Berber amcanın diş çekme pensesi vardı. Adamın çenesini tuttuğu zaman, şu mu, öbürü mü der, hemen çekerdi, berber amcaların eli nazik ve de hafifti. Eskiden berberler diş üzerine, kulak yıkamada becerikliydi.  

Onlar adeta halk profesörleri gibiydiler. En okumuşundan hiç okumamışa çok zengininden hiç olmayana kadar herkesin yolu onların berber koltuklarından geçerdi.Kahve ile birlikte iki lafın en çok belinin kırıldığı mekanlardan biride berber dükkanlarıydı.

Eskiden berberliğin bir önemi vardı. Gelen müşteri berberini beklerdi. Yani herkesin belirli bir ustası vardı. Eskiden kimse hemen berberini değiştirmezdi. Eskiden daha iyiydi. Parasal olarak da iyiydi. Eskiden ustanın bir değeri vardı. Şimdi zanaat yok.. Eskiden bir müşteri tıraş olduğunda ensesini sıfırlıyordu. Ustra jilet enseye vurulmazdı. Şimdi her sakal tıraşında enseye jilet vuruluyor. Yani buna müşteri de alışmış, 50 yaşındakinin ensesine de jilet vuruluyor. Öyle eskiden jilet vurduğunda müşteriler ustayı İtalyan, Amerikan, at kuyruğu, tıraşların adı kalmadı. Eskiden düz ense tıraşı çıkarırdı berberler alagorson tıraşı, damat, asker tıraşı önemli tıraşlara girerdi. Kulak üstleri kapalı olurdu.

Damat, tıraş koltuğuna oturduğunda yarım saat, 40 dakika tıraşı sürerdi. Damat olduğu belli oluyordu. Şimdi berberden çıkıp düğün salonuna gidinceye damat tıraşı bozuluyor.

Bugün, bu dükkânları çalıştıranlara “Berber” denmiyor; birçok konuda olduğu gibi, yabancı düşkünlüğü sebebiyle, “Kuaför” olmuş adları.

Bahar ve yaz aylarında, karasineklerden korunmak için berber dükkânlarının kapılarında, iplere dizili boncuklardan yapılmış perdeler olurdu; müşteriler iki eliyle bu perdeyi aralayarak girerlerdi içeri.

Çıraklar, biraz çalışıp eskiyince, ustalarının yaptıkları tıraşı devamlı seyreder, berberliği bu şekilde öğrenir, kalfalık mertebesine yükselmeye çalışırlardı.

Nedense, umumiyetle  de berberlerin ekserisi , bahusus bahar ve yaz aylarında takunya ile dolaşırdı. Bazen de terlikle ve tokyo ile de dolaşırlardı mekan içerisinde.

Sıcak aylarda müşterileri serinletmek için vantilatör gibi serinletici eşyalar olmadığı için bir ucu tavana raptedilmiş ipe bağlı, diğer ucunda bir metre uzunluğunda, 70 santim eninde, bezle kaplanmış, fotoğraf çerçevesine benzer bir nesnenin ucuna bağlı iple çırağın çekip bırakarak meydana getirdiği havanın yer değiştirmesi suretiyle dükkânın serinletilmesine çalışılırdı.

Parayı çok veren değerli müşterileri, çırak elindeki havlu ile yelleyerek, onun rahatlamasını, keyifli bir tıraş olmasını sağlardı.

O günlerde berberler sakalı ıslatmak, saçı yıkamak için bakırdan yapılmış özel kaplar kullanırlardı.

Tavana raptedilmiş bir ipin ucuna bağlanmış, sürahiye benzer ve musluğu alt kısmında olan kabın içindeki suyla müşterilerin başı yıkanırdı.

Sakalın ıslatılması, tıraştan sonra yüzün yıkanması için de ortası çukur kenarları yayvan, boyuna gelecek kısmı oyulmuş, bakır-çinko alaşımlı sarı taslar vardı.

Sakal tıraşı şimdiki gibi jiletle yapılmaz usturayla olurdu. Daveso, Zaza , Necat, Job gibi markalar meşhur ustura markalarıydı.

Usturaları keskinleştirmek için bir tarafı macunlu kalın kayışlar kullanılır; usta tıraşa başlamadan önce usturayı macunlu yüze sonra diğer tarafa sürerek işler hale getirirdi.

Yılda bir kere de usturalar çarka verilerek eski keskinlikleri sağlanırdı.

Bazı kimse, ustura satın alarak berberine verir; o usturayla yalnız kendisinin sakalı alınırdı.

Küçük çocuklar, normal koltukların üzerine konan dikdörtgen biçiminde bir tahtaya oturtturularak boyları tıraş yapılabilecek seviyeye getirilir, saçları kesilirdi.

Çocuklardan söz etmişken bazı berberlerin, çocukları sünnet edebildiklerini de söylemeden geçmeyeyim.

Herkesin bir berberi olurdu. Benim berberim rahmetli nurlar içerisinde yatsın tatlı dilli ve sürekli mütebessim bir insan olan Nevrettin Üzal’dı . Kalfası da Muharrem Özçiçek’ti. Ama Nevrettin usta yaşlıları, orta yaşlıları   öncelikli olarak saç sakal traşı yaparken biz balalar ve çocuklar ile de Muharrem usta meşgul olurdu..

Zati o yıllarda çocuklar olsun gençler olsun ya babaları ile ya dedeleri ile berbere ailece giderlerdi. Öyle aile boyu traş daha bir anlamlı oluyordu. İlk göz ağrısı Berberimiz Nevrettin amcaydı rahmetli dedem Ziya beyin samimi dostuydu dedem oraya gittiği için babam ve benimle diğer erkek kardeşimde hep Nevrettin ustaya giderdik.

Daha sonra dedem vefat edince bu sefer ki adresimiz  Gürgün Şahinalp oldu, ondan sonra da   askerlik sonrası da alçekiç pasajında İbrahim Koçerin müşterisi  olduk. Şimdide son durağımız Şükrü Tanış.

Biraz eski zamanlardan eski berberlerden berber aleminden acizane bahsetmeye çalıştım. İşte geçmiş zaman ne gelir ne de yaşanır. Ama yazarak veya konuşarak da olsa anmadan olmuyor.

Ne güzeldi o dükkanlar duvarlar da hayat dergisinden alınmış ve çerçevelenmiş resimlere bakar bakar doymazdık, arka tarafta uzun dalga Ankara Radyosunda çalınan şarkılar, türküler, beri yanda zatınıza müsteniden kahveden gelmiş içinde ferah dibanın resminin olduğu tabaklardaki bardaklardan çayınızı yudumlarken sıranın size gelmesini beklerken büyüklerin sohbetlerine kulak kabartı can kulağıyla dinlerdik.

Kelamın en gırla gittiği ama her lafında en okkalı şekilde yerine oturduğu mekanlardı berber dükkanları.

İşte geldik gidiyoruz derken bu arada aklımda kalan berber ustalarımızı da rahmetle anarak yazımı noktalamak istiyorum.

Yazımızda bahse konu ettiğimiz Nevrettin Üzal, Bedrettin ve Seyfettin Demirkıran, Gürgün Şahinalp, Hidayet Gül, Cemil ve Kadir Perihan, Mehmet Işık (Mınco Memet) İbrahim Koçer, Ferman Çeviköz, Rasim Döğenli, Muharrem Özçiçek, Zeki Güzel, Cemil Sipahioğlu, Şahin Üzal ve daha niceleri.

(Unuttuklarımız mutlaka vardır)

Nevrettin Üzal ve cümle berber ustalarımızı ölenleri rahmetle kalanları saygı ile anıyoruz.

Hey gidi günler hey.

 

Yazarın Diğer Yazıları