Ümit Kayaçelebi

Eski Van'da kış hazırlıklarımız ve kış gecelerimiz

Ümit Kayaçelebi

Bu yıl eski kışlara nazaran biraz fazla kış görünce ah ettik of ettik hatta isyan derecesinde sitemlerimiz bile oldu. Oysa bizim 60-70 sene evvel ki kışlarımızın her bir günü aynen böyleydi. Kışa bağışıklık kazanmıştık. Karla kışla buzla soğukla yaşamak hayatımızın bir parçasıydı.

Hani eskiler bilir Hızır ayları ve kasım ayları denirdi.. Kasım ayları dediğimiz 5 kasımda başlar ve 5 Mayısta biterdi. Bu aradaki 6 ay kış ayları olarak sayılırdı. Ondan sonra gelen 5 Mayıs ve 5 Kasıma kadar olan 6 ay da yaz ayları olarak bilinirdi.

İnsanlar hayatlarını 6 ay yaz 6 ay kış diyerek ona göre tanzim ederlerdi. Ona göre hazırlıkları olurdu. Sayılı ayları günleri bildikleri için adeta sefere çıkan asker gibi kışa temkinli ve tedbirli olarak hazırlanırlardı.

İşte kış gelip bastırmadan yapılması gereken kış hazırlıkları  zamanında ve zemininde  yapılırdı. Yapmazsanız kışın ağustos böceği olmanız mukadderdi.

İşte bundandır ki evvel emirde bahar ayında ilk önce kışın ayran aşı yaptığınızda, bulgur pilavı pişirdiğinizde mutlaka sofranız da  olmazsa olmazı şor balığı alıp ihtiyacınız kadar  tutmanız gerekiyordu. Balık şimdiki, gibi 12 ay yoktu belirli bir ,iki ay içinde alınıp tutulurdu. Ondan sonra balık bulamazdınız. Ve balık satanlarda atlı arabalar da mahalle mahalle dolanıp balık satarlardı. Hatta balık satarken tutmalık balık diye bağırırlardı.

Niye tutmalık derseniz! Çünkü balığın büyüğünde yumurta olur ya o yüzden kışlık balık zahiresini düzmek isteyenler tutmalık balık alırken balıklarını hep irisini  iyisini almaya özen gösterirlerdi.  Ve balık alındıktan sonra canik tuzuyla iyicene yoğrulduktan sonra kaplara basılarak kışa kadar    bekletilirdi. İşte Van’da buna balığ tutma derdik.

Akabinde taze peynir çıktığı zaman hemen herkes bardakçıdan gelen küp ve gedelesini aldıktan sonra taze peynirini alır ve küp ve gedeleye arasına da cacığı dahil ederek toprağa gömerdik. Bu gömdüğümüz yerler de ya odunluk olurdu veya tandır evi. Peyniri alıp cacığla da yoğururduk ki peynir hava almasın iti olmasın (Tadı Bozulmasın ) ve küpün de ağzına ya iğde yaprakları veya başka bir şeyler serpiştirilirdi. Tandır evi veya odunlukta kazdığımız çukura küpün ağzı yere gelecek şekilde gömer ve kışın gelmesini beklerdik. Kış bastırdığında önce gedeleler (Küçük küp) çıkarılır sonra büyük küpler çıkarılır ve kemali afiyetle yenirdi. Böyle yapmaya mecburdunuz çünkü o zaman şimdiki gibi, peynirciler çarşısı da yoktu. Yalnız çarşıda Allah rahmet etsin Peynirci Niyazi ile Salih Yaprak görentaş peyniri satarlardı.

Kış gelmeden balığımızı aldık tuttuk , peyniri de küplerle bastık. Şimdi sırada Salça yapmak var. Salça tutmağa mecbursunuz çünkü daha ortada marka marka çeşit çeşit konserve salçalar yok ki. O zaman ne yapmak lazım gidip ya bostandan ya da sebze pazarından salça için domates alıp salça yapmanız  lazım. Ve Domatesler alınır salça yapıldığında  kapıyla gacağıyla şimdi o beğenilmeyen eski toprak dama bırakılırdı ve  her günde gidip kontrol edilirdi tabi.

Yaz aylarında o toprak damlar da kadınlar kızlar gezip dururlardı. Dama çıkardıkları salçaya, Meyve gağlarına,  kurtulmaya bırakılan sütlü buğdaya vs. her şey kontrol edilirdi. Hatta akşamüzeri o bahaneyle çıkıp damlarda serinde semaver bile kaynatanlar olurdu.

Ama bizim mahallede Allah rahmet etsin Naile Polat oğlu ablamızın yaptığı salçayı hiçbir kadın onun kadar lezzetli yapamazdı. Bazen ekmeklere salça sürer oğlu Yaşar ve Faysal’a verdiği zaman biz onlara baktığımızda ağzımız sulanırdı.

Hanımların hepside marifetli ve  meziyetli idi ama  rahmetle Naile abla eski Banka Sokağında becerileriyle bir başka hanımdı.

 

Sözün burasında bir şeyi belirtmek lazım bizim nenelerimiz bizim annelerimiz onların kızları hamarattılar işgüzardılar. Gerçekten marifetli hünerli idiler. Kızları anneleri, annelerimizi de nenelerimiz gayet güzel yetiştirdikleri için balığ tutmağı, peynir basmağı , turşu kurmayı  , salça yapmayı, erişte kesmeyi. Baklava yapmayı, aşure yapmayı, gağ gurutmağı, reçel yapmayı, gavurma gavurmayı bilen  Velhasıl  dört dörtlük hanımdılar.

Yani bizim bahçelerimiz olduğu için bütün kış hazırlığında gerekli olan her şey bahçemizden çıkardı. Kayısı, elma, armut, kurutulur  ve gağ dediğimiz o kurutulmuş meyveleri kışın iştahla yerdik.

Yazın yaptığımız vişne, erik, reçelleri nasıl hoş gelirdi kışın sabah kahvaltısında yer sofrasına oturduğumuzda nasılda bize keyif katardı.

Burası gış memleketi mecburen gidip bostanda kendi elinle her türlü sebzeni seçip turşu tatmaya mecbursun.

Buğday alırlardı sonra süte karıştırıp sütlü buğday olunca yanında da çedeneyi kavurdun mu al sana eğlencelik uzun kış gecelerinde ye babam ye. Ve bazense okula gidende cebimize koyarlardı okulda yeyin diye.

Yine buğdayı nohutla haşlar ve akabinde piştikten sonra üzerine ceviz, fındık serp biraz da tuzunu serp bağ ne gğoş oldu hedik gündüz veya gece heç fark etmez daldır gaşığını ver hediğin gözüne.

Herkes yapmasa da durumu iyi olanlar mutlaka kavurma yaparlardı. Ailenin nüfusuna göre kara kazanlarla etler pişirilir ve güzelce ne tenekeye konularak kışın ekşilide, yağni de her türlü yemekte nede ğoş giderdi o kavurma eti. Hele kavurma kavrulurken bizler gazanın etrafında  fır döner et isterdik ama etin bereketi kaçar diye cimrilikten değil bir inançtan ötürü bize vermezlerdi. Ancak kuyruk kavrulduğunda alın size cızlığ yeyin derlerdi. Cızlığ dediğimiz kuyruk yağının kavrulmuşu. Cızlığı koyardık tandır ekmeğinin arasına bele sindire sindire yerdik.

Bizim Erek dağı düzünde icara verdiğimiz tarlamız vardı. Oradan gelen buğdayları değirmende un yapar ve evde tekneye goyar gışın tandır evinde tandır ekmeği, çöçe, tabtapa yapılınca sabahları pağır sininin etrafına bağdaş gurup düremeç yapıp da  ne ğoş ta yerdiğ!

İşte her evin kileri vardı ve o kilerin zemini sallarla döşendiği için serin olurdu ve hiçbir şey bozulmazdı. Adeta kilerlerimiz no frost buzdolabı görevi yapardı.

Biz Kilo kilo yiyecek almazdık zaten. Kilerimiz Salih babanın dükkanı gibiydi çay şeker  hariç her şey vardı. Sade yağımız hiç eksik olmadıkı. O zaman dil alışkanlığı sade yağa kere yağı derdi büyüklerimiz.

Teneke ile ceviz, kuru fasulye, bulgur hiç evimizden eksik olmazdı ki. Tavanımızda döşemelerimiz hep elma ve armutlarla dolu olurdu. Beşer onar asılan elmalar armutlar tavanda sanki avize gibi sallanırlardı. Zamanı geldiği zamanki kış geceleri büyüklerimiz indirirler ve bize de yemek düşerdi tabi. Bazen nefsimize dayanamaz ağacın ucuna bıçak takar sapından kesip düşürdüğümüzde babamız veya annemiz anlardı. Hoş görülmez di bu davranışımız.

Bele havalar soğumağa yüz tutmadan evler toprağ ya hemen giderdik ya Mahmut ustaya veya gomşu Abdurrahman ustaya gel ustam bizim damları sıva dendiğinde damlar da gışın yağacak kar veya yağmura karşı damlar bi güzel sıvanırdı. Daha sonra çatlağılar olunca çatlak yerlere  tuz dökülür artık damımız kara kışa hazır hale getirilirdi.

Gış gelmeden daha Van’da kömür denen nimet gelmediği için eve yetecek geder odun alınırdı. Baltacı gelir keser doğrar ve bizlerde güzelce odunluğa istif ederdik. Talaşları da ayrı bir yere goyardığ sobayı tutuşturmak için. Bazen de gaz pahalı olduğu için sobayı tutuşturmağa da geven alırdık. Bir öküz arabası geveni de odunluğa koyar azar azar kıllanırdığ.

Yine saç sobalar soba boyası ile fırça ile güzelce ne boyanır ve kışın tertemiz bir sobanın başında olurduk. Mangal, ateş küreği, maşa  soba tahtası hazır ve amade olurdu.

Yağmurlar yağmaya yüz tutmadan bahçedeki gazellerin bir kısmını yakar bir kısmını da torbalara doldurur tandır evine bırakır kışın ekmek yapmakta tandırda yakılırdı.

Şimdiki gibi halı yıkama fabrikaları yoktu. Halı yıkama işini yapan evin erkekleri idi. Güçlü oldukları için evdeki halı ve kilimler kalın şirit (kalın ip) lere asılır iki taraftan dövüle dövüle tozu alınırdı. Biz ilk halı yıkamacılardık o zamanlar.

 Ha bir de kış geldiği zaman elma ve armutları indirip saklamanız için toplamız lazım. Elma ağaçlarından elmaları toplamak kolaydı.Lakin armut ağaçları o kadar kolay değildi. Mellaki ve melleçi ağaçları çok büyük olduğu için hepsini elinizde toplayamazdınız. O zaman ne yapardık! Evden yatak çarşafları birbirine dikilerek  adeta yangın  çadırı gibi armudun altında herkes bir taraftan tutarak  armutların yere düşmeden sağlam tutulması sağlanırdı. Çünkü armut zedelense çürürdü. Onun için armutlar çarşafa dolanırdı. Ondan sonra o armutları beşer onar bir araya getirip iple kilerin tavanındaki döşemelere asardık.

Kış ayları uzun ve soğuk  şedit zor geçtiği için ahşap pencerelerimizi beyaz veya kesilmiş gazete parçaları ile şerit şerit bantlar ve içeriye soğuk girmesini önlerdik. Yapıştırma malzememizde hamur olurdu.Annelerimiz sadece üstte küçük bir pencereyi bantlamazlardı evi süpürende toz olmasın derlerdi. Ve içeriye biraz hava gelsin derlerdi.

Yine tek 0dada soba yandığı için bahusus sayılı günlerde zemheride, hamsinde kapının önüne battaniye gererdik . Önce battaniyeyi açardık sonra kapıyı.

Kışın kimimiz yerde kimimiz tahta sedirlerde otururduk. İşte uzun gecelerde önce arkası yarını, daha sonra ajansı dinlerdik. Dersi olan dersine çalışır, büyükler sohbet ederlerdi. Ama bir koca evin yatıncaya kadar hepsi bir odada bulunurduk..

Kış geceleri sobanın üzerine patates koyup onu tuzlayıp yemek de hoştu. Patates denince aklıma geldi. O zamanlar patatesi alır odunlukta bir çukurun içine gömer kışın yemek de ihtiyaç olduğu zaman çıkartıp yenirdi. Toprak patatesin bozulmasını engellerdi.Şimdi ne tandır evi kaldı ne odunluk patatesi nereye gömelim ki ?.

Şehir çocuğuyum ama inanın evde kürsü bile kurulduğunu ve ben kürsünün altına girdiğimi çok iyi hatırlıyorum.Sobamız bazen havadan veya rüzgardan tütsülediği zaman duman yapınca bığırinin  ağzına veya boru bağlantılarına  bezi ıslatıp tuzlar ve boruya sararak dumanı önlerdik.

Eh gışın eğlencesinin biride gızağla gaymağtı. Bizim de zemberekli ve balığ sırtı gızağlarımız vardı alırdık bi kere çık yoğuş yukarı gızağla atla kay. Kızağımızı alıp gelip ta telekomun tepeden sanat sokağına doğru kayıp dururduk. Araba mı! Ne geze! Van da o kadar araba yoktu ki. Bir de o aralarda araba olmazdı ki.

Allah rahmet etsin eski sağlık memurlarından rahmetli Şefik Türkoğlu’nun oğlu refik ve kardeşinin kayak takımları vardı. Onlar sokakta kayakla kayarken biz de öyle uzaktan hayranlıkla durup bakardık.

Kardan adam da  yapardık ama kışın Van’a havuç gelmediği için ve evde de havuç olmadığı için havucun yerine kömür bırakırdık.

Kış gelince nenemiz veya annemiz bize yünden veya tiftikten Eldivan yaparlardı. Külah yaparlardı ayağımıza yün çorap dokurlardı. Yünü bilmem ama o tiftik eldiven ve külahları hiç unutmadım.

Bazı zamanlardan soğuktan sular donardı ama açıncaya kadar ne çekerdik. Hele kışın kar yağanda al mecrefeyi eline sekevili çığ dam süpür. İki katlı evimizde gar süpürürken düşeceğim diye ödüm kopardı. Korkudan kenara gidemezdik.  Bide uzağa fırlatmazsanız evin önünü keserdi. Zordu zahmetliydi dam süpürmek. Daha sonra duvarların dibini açmak. Hatta bazen de tünel açardık.

Böyle  zaman tüneline daldık ve acizane eski kış hazırlıklarını ve kış gecelerini anlatmak istedim.

Geçmiş zaman olur ki deyip bir nokta koyalım dilerseniz.

Nerde o eski kışlar o eski kış geceleri ve kış gelmeden yapılan kış hazırlıkları!

Yazarın Diğer Yazıları