Ümit Kayaçelebi

ELO DAYININ ÖKÜZ ARABASI

Ümit Kayaçelebi

Çocuktuk okul yıllarında hep Eflatun Cem Güneyin masallarını okurduk. Çocukluk hayal ve hülyasıyla o masalları okurken bir anda alır başımızı başka diyarlara giderdik.

İşe o masallar da hep şöyle başlardı: Evvel zaman içinde kalbur saman içinde.. der ve devamıyla masal veya hikaye başlardı.

Ben de şimdi şöyle başlamak istiyorum efendim vakt-i zamanında biz ekmeğimizi her zaman çarşıya giderek Halk, Erzurum, Cumhuriyet, Numune, Van ekmek Fabrikası, Çağ vs. fırınından almazdık. Fırınların yanı sıra biz evimizde de tandır evlerinde Lavaş, Taptapa, Çöçe, yapardık ve ayda birkaç kez tandır evinde ekmek yaptığımız da mahalleye bir  ekmek kokusu sinerdi.

Geçen ekmeğin kokusundan anlardı ki ya Ziya Bey’ler veya Hacı Baba gil veya bir başkası yine tandır evinde ekmek yapmış. O tandır ekmeğinin arasına taze peynir veya küp peynirini böyle boylu boyunca sardığımız zaman şimdiki dürüm dediğimiz şey işte o zamanlar lavaşın arasına Van peyniri yani otlu peynir koyduğumuz zaman adı <DÜREMEÇ> oluyordu.

Şimdi o göklere doğru yükselen o taş binalar ruhsuz beton yığınlarının sözüm ona sitelerin daha zuhur etmediği yıllarda Van bağı, bahçesi, tarlası, bostanları ile tayyareden (uçak) bele kuş bakışı baktığınızda yemyeşil bir Van’ı görürdünüz.

Biz kendimizi söylesek Eski Ziraat Banka Sokağında bir iki katlı toprak evin yanı sıra birde yanında tek katlı bir evimiz vardı ve hep kiraya verirdik. O evde kimler oturma dı ki!

Eh.sizin eviniz olur da bahçeniz olmaz mı evlerimizin hemen arkasında da bir buçuk dönümlük meyve bağımız vardı meyvenin yanı sıra kerdilere baharda soğan maydanoz turp vs ekerdik.

Van Stadının yanında 5 dönümlük bir yonca tarlamız vardı onu da kendimiz ekmezdik çünkü dedem ve babam o işten anlamazlardı. O nedenle orayı her sene icara verirdik ve hasat mevsimi sonunda gider hissemizi alırdık.

O icara verdiğimiz yonca ve buğday tarlalarını da Vanlıların çok iyi tanıdığı rahmetli Kemani Fayik Erenin arkadaşı Defçi Yasine verirdik. Defçi Yasin eker sular biçer hasat sonunda dedemle gider orada hesaplaşırlardı. Rahmetli çok da güzel def çalardı.

Yine şimdiki ğaçort dediğimiz mahalle de de 4 dönümlük bir yerimiz vardı orada hep buğday ekilirdi. Burayı da dedem Ziya Bey icara verirdi ve hasat zamanı gider buğdayımızı alır getirirdik.

60-70 yıl evvel böyle şimdiki gibi kamyon kamyonet gibi vasıtalar çok yoktu. Buğday un vs. hep ya at ya eşek veya öküz arabalarında taşınırdı. Bizim vasıtamız yoktu ama vasıta dediğimiz şey tam bizim Eski Ziraat Banka Sokağının tam bizim evin önünde emre amade Elo Dayının Öküz arabasıydı.

Elo Dayı dediğimiz Ali Ekincialp malumunuz o zamanlar kimse kimsenin ismini tam telaffuz etmez di hep kısaltılır Elo, Velo, Celo, Memo, Eşo, Fato gibi herkes birbirine seslenirdi. Zaten bundan kimse de rahatsızlık duymazdı.

İşte bizim Ali Ekincialp e de biz Elo dayı derdik.

Ğaçortta bizim tarladaki buğdayları almak için Elo dayı öküzleri boyunduruğa koşar ve buğdayları da koyacağımız telisleri de arabaya koyarak ver elini ğaçort. Ğaçort dediğimiz yer o zaman Erek Dağına kadar bom boş sadece buğday yonca ve arpa tarlalarının arzı endam ettiği bir yer.

Aman Allahım Erek Dağına doğru yürüdüğümüzde gözünüzün alabildiğine  başakların rüzgarla başlarını salladığı bir yer. Hala gözümün önünde o buğday başaklarının adete ibadet  eder gibi sallanışları hala gözümden gitmez. O yıllarda orayı gördüğümde romanlarda okuduğum rahmetli Yaşar Kemalin çukur ovasındaki Anavarzalar gözümün önüne gelirdi.

İşte gider yarıcıdan hakkımız olan buğdayı bi sana bi bana derken taksim edip alır ve  telislere doldurur hadi seneye görüşmek üzere der tutardık değirmenin yolunu biz hep buğdayları öğütmek için Akköprüdeki Nalbantağlu Değirmenine götürürdük.

Öküz arabasıyla giderken ben öküz arabasına otururdum o öküz arabasında böyle tekerlerin gıcır gıcır ettiği sesleri sanki müzik gibi terennüm ederdim.

Değirmene gittiğimizde de hemen  buğdayı öğütüp vermezlerdi çünkü her değirmen ve değirmenci hakkaniyetle davranırdı  sıraya  koyarlardı telislere isim yazılır veya işaret bırakıp giderdik ve değirmencinin gel buğdayını un ettik al götür dediği gün Elo Dayı ile gider unumuzu alır gelirdik.

Un teknemiz vardı kilerimizde ona bırakır ve zamanı geldiği zaman tandır evimizde ekmek yapardık. İşte o zamanki en modern ve asri dediğimiz vasıta öküz arabasıydı.

Elo dayı vefat edinceye kadar hep böyle tarlalara değirmenlere gidip geldi.

Onun yanı sıra yine değirmenlere buğday getirenler aklımda kaldığı kadar Yukarı Norşinde Polat Dayı; Nebi Gökırmak ve bir de Eşşekçioğullarından biri vardı ismini hatırlayamıyorum.

Ev, tarla ve değirmenler arasında mekik dokuyanlar hep bu birkaç isimsiz kahramanlardı. Zar ve zor şartlarda bizi sevindiren nakliye işini eşekleriyle ve öküz arabasıyla yapan bu vefakar ve cefakar insanları bu gün saygıyla anıyoruz.

Onlar da eski Van’ın bir nevi masal kahramanı oldular eşekleriyle ve öküz arabalarıyla.

Ruhunuz şad mekanınız cennet olsun Elo dayı, Nebi Dayı ve Polat dayı.

Yazarın Diğer Yazıları