Ümit Kayaçelebi

Dr. Haluk Nurbaki'den Ergin'in Hikayesi (2)

Ümit Kayaçelebi

Uğur İlyas Canbolat: Bu yazıda daha önce “Serap’ın Hikayesi” olarak bilinen ve pek çok insan tarafından ibretle okunan, madde’nin, mânâ’nın avucunda olduğunu gösteren olaylar yer almaktadır. Dr. Haluk Nurbaki’nin yakın dostları tarafından bilinen bu hadiseyi diğeri gibi sevgili Hocamın kaleme alma imkanı olmadı. 40 Yıldan 40 sayfa adıyla derlemeyi düşündüğü ibretli olaylardan birisi olan bu yaşanmış öyküyü oğlu Ahmet Veysi Nurbaki’den dinledim.

Yaşayanların hayatta olmasından yararlanarak bu olayın derlenmesini arzu ettim ve Mersin’den Mustafa Bildi Beyden Ergin’in babası Erol Erenoğlu. Bey ile görüşmesini ve notları göndermesini istedim. Bana aktarılan bu olaylar 1994 yılında Adana’da cereyan etmiş. Bu olayın belli bölümlerine bizzat şahit olan Mersin’den Mustafa Bildi ve Sabri Ayhan Beylerin de anlatımlarından derlediğim Ergin Erenoğlu’nun hikayesini sunuyorum.

Ergin’in Hikâyesi

Ergin, Nurbaki Hoca’yla tanıştığında 23-24 yaşlarında kansere yakalanmış ve Adana Balcalı Hastanesi’nde yatarak tedavi görmekte olan bir gençtir.

Nurbaki Hoca Mersin’e sıkça gider ve dost mekanlarında sohbet ederdi. Bu sohbetlerin birinde orada bulunanlardan Sabri Bey, dayısının oğlu olan Ergin’in durumundan söz eder ve onu beraberce ziyaret etmeyi arzu ettiklerini ifade eder. Nurbaki Hoca, Sabri ve Mustafa Bey’i de yanına alarak Adana’ya, söz konusu hastaneye gider ve burada 20 aydır tedavi görmekte olan Ergin’i beraberce ziyaret ederler.

Oradan ayrılırken Nurbaki Hoca Ergin’e “Seni çok üzmüşler bir an önce çık gel”, der ve hastaneden ayrılır. Mersin’e geri dönmek üzere yola çıkmadan önce, Nurbaki Hoca, Çoban Dede Türbesi’ni ziyaret etmek istediğini söyler. Vasıta yol şartlarından dolayı türbenin yakınına gidemez; ancak Nurbaki Hoca, türbeyi net bir şekilde görebilecek en yakın noktada durmalarını ister ve burada uzun süren bir niyazda bulunur. Niyaz süresince de yanındakilerden kendisiyle beraber niyazda bulunmalarını ister. Ziyaret sonrası hep birlikte Mersin’e dönerler.

Balcalı Hastanesi’ne yapılan bu ziyaretten kısa bir süre sonra Ergin’in iyileştiği görülür ve taburcu edilir. Ergin, Nurbaki Hoca’nın ziyaretinden fazla bir şey anımsayamaz, sadece onun siluetini hatırladığını söyler. Artık işinin başına, dükkanına dönmüştür. Sonraki 6 ay boyunca Ergin’in Hoca ile olan gönül bağı artmıştır; onun Mersin’e gelişlerini hiç kaçırmaz, bütün sohbetlere katılır. Hastaneden taburcu olduktan birkaç ay sonra bir iş için gittiği İstanbul’da kendisine kanser teşhisi koyan doktoruna gider ve tekrar kontrol etmesini rica eder. Burada yapılan incelemelerde de herhangi bir bulguya rastlanamaz. Bunun üzerine doktoru Balcalı Hastanesi’nde hastalığın ilk zamanlarında alınmış olan kan tahlillerine yönelik lam’ları ister; ancak bu lamlar hastanede bir türlü bulunamaz. Ergin Adana’ya döner. Herhangi bir bulgunun olmayışı onu mutlu etmiştir. Yine işine devam eder.

Bu arada, dostları Ergin’e bir de Amerika’ya gitmesini ve orada da kontrolden geçmesini öğütlerler. Bunun için gerekli maddi imkanı da vardır. Ergin’in içinde de inceden bir şüphe vardır zaten, kararını verir ve Amerika’ya gitmek için gerekli işlemleri başlatır. Bu esnada Sabri, Nurbaki Hoca’yı arayarak durumu anlatır, Nurbaki Hoca da gitmesinin gerekmediğini ve bunu Ergin’e iletmelerini söyler. Mustafa ve Sabri Adana’ya Ergin’i görmeye giderler. Niyetleri Nurbaki Hoca’yla görüştüklerini onun da Ergin’in Amerika’ya gitmesine bir gerek görmediğini söylemektir. Önce biraz sohbet ederler; ama, daha onlar konuyu açamadan Ergin “3 gün sonra Amerika’ya gidecektim, bütün işlemleri tamamladım, ama vazgeçtim gitmiyorum”, deyiverir. Bunun üzerine Sabri ile Mustafa durumdan memnuniyetlerini bildirir ve ayrılırlar.

Ergin hastaneden ayrılalı henüz 6 aydan az bir zaman olmuştur. Diş etlerindeki problemlerden dolayı diş doktoruna gider. Ama doktor, Ergin’in daha önce kemoterapi olduğunu duyunca müdahale etmek istemez ve Balcalı Hastanesi’nde tekrar muayene edilmesini ve sonucun resmî olarak diş doktoruna bildirilmesini ister ve ancak bu süreçten sonra Ergin’le ilgili işlem yapabileceğini söyler. Böylece Ergin tekrar Balcalı’ya gider testler ve tetkikler tekrar başlar. Bu kez Balcalı’daki doktorlar kan değerlerinin düştüğünü ve tekrar kemoterapiye başlanması gerektiğini söylerler.

Babası Erol Bey, Ergin’in durumunu Nurbaki Hoca’ya iletir. O da; “Kemeoterapiye yeniden başlamamasını söyler ve ekler, “Mânânın müdahale ettiğine maddeyi karıştırmayın.” Ancak yine de kemoterapi başlamış ve Ergin tekrar hastaneye yatmıştır. Kemeoterapi süresince vücut ısısı çok yükseldiği için, vücudunun etrafına kırılmış buzlar konularak soğutulmaktadır, Ergin çok yoğun bir ızdırap içerisindedir, ancak acılarının hafifletilmesi için yapılacak morfini hep reddeder. Bir gün babasından bir kalıp daha buz ister, babası yatağının etrafında yeterli buz olmasına rağmen onun isteğini kırmaz; gidip buz alır gelir. Ama sanılanın aksine, Ergin, buzun kırılıp yan odadaki genç için kullanılmasını ister; çünkü yandaki gencin ailesinin buz almaya imkanının olmadığını fark etmiştir. Hasta yatağında acı içinde kıvranıp ölümü beklerken etrafındaki insanların haline bu derece duyarlı olması, gönlündeki imanın bir tecellisidir. Yine aynı günler içerisinde, yine yan odaların birine bir genç getirilir. Gencin ne anası ne de babası vardır; yani hem öksüz hem de yetimdir. Onu yaşlı dedesi hastaneye getirmiştir. Doktorlar reçeteleri yazar ve yaşlı adama “Git bunları al, gel”, derler. Adamcağız çaresiz bir şekilde parasının olmadığını doktorlara anlatır, malum onların da yapabileceği bir şey yoktur. Ergin bunu fark eder ve babasından ilaçları kendisinin almasını rica eder. Erol Bey de oğlunun bu isteğini büyük bir zevkle yerine getirir. Yine bu süre içerisinde, Ergin bir gün yatağında doğrulur ve annesinden bir bardak kola ister, sonra da bu kolayı yan odaların birindeki yeni gelen başka bir hastaya, (yeni gelin olmuş bir bayana) götürmesini ister. Annesi de oğlunun arzusunu yerine getirir.

Birkaç saat sonra bu kişinin annesi Ergin’in odasına gelir ve “Kızım kolayı bir seferde içti. Oysa aylardır doğru dürüst bir şey içmiyordu. Allah razı olsun”, der ve kızının bu koladan sonra ruhunu teslim ettiğini söyler.

Hastanedeki zaman ilerledikçe Ergin daha kötüleşir; konuşmakta zorlanır, pek çok şeyi işaretle istemeye başlar. Bir gün ısrarla televizyonun açılmasını ister; babası da açar. Televizyonda Kur’an’ın 13. cüzü okunmaktadır. Dinler. Bitince de kapattırır. 3-4 gün sonra tekrar televizyonun açılmasını ister; babası yine açar. Açar açmaz, yani hiçbir kanal ayarlaması yapılmadan, bu kez Nurbaki Hoca televizyondadır ve “İnsan sevgisi” üzerine bir konuşma yapmaktadır. Ergin sohbeti dinler, sohbet bitince de televizyonu kapattırır.

Bu hâdisenin akabinde ailesinden üstünü örtmelerini ister. Isısı oldukça yüksek olduğundan vücudu buzlarla soğutulduğu halde Ergin’in bu isteği babasına tuhaf gelir, “Acaba oğlum hafızasını mı yitiriyor”, diye düşünür. Üstünü örtmede biraz gecikilince isteklerini o ana kadar işaretlerle belirten Ergin “Çabuk olun Nurbaki Hocam geliyor, balkondan içeriye girecek üstümü örtün”, diye seslenir ve akabinde uykuya dalar.

Babası Erol Bey, “Bu noktada manevî bir şeylerin olduğunu fark ettim”, diyor ve ekliyor, “Kelime-i şahadet getirerek uyandı, sol tarafında annesi sağında da ben vardım. Dışarıdan askerlerin geldiğini ve kendini götüreceklerini söyledi. Sonra dudakları durana kadar kelime-i şahadet getirdi; arada dualar etti; sonra dudakları durdu; bu kez de dili bir matkap gibi çalıştı ve son nefesine kadar kelime-i şahadet getirmeye devam etti.”

Ergin genç yaşta karşılaştığı sıkıntılara rağmen isyan yoluna girmemiş; en zor anlarını ibadet, infak ve hamd ile geçirmiş bir kardeşimizdi.

Allah ona gani gani rahmet eylesin, ondan razı olsun.

Yazarın Diğer Yazıları