Ümit Kayaçelebi

BALTA HAKKI NEDİR BİLİRMİSİNİZ?

Ümit Kayaçelebi

Dedim “İlin nere senin?”, dedi “Van”

Dedim “Çoluk çocuk?”, dedi “Sekiz can”

Dedim “Düzelecek”, dedi “Ne zaman?”

Arkasından baltasını biledi.

Aşık İhsani

Eski Ziraat Banka Sokak dediğimiz Van’da hayatın başladığı yıllarda Ziraat Bankası buraya kurulduğundan buraya da Eski Ziraat Banka Sokağı adı verilmiştir. 1950’li yıllarda Bankanın bulunduğu bina sapasağlamdı ve kapının yanında da ay yıldız ibareleri vardı. Binanın arkasında da üç tane çalışanların ikameti için basit baraka yapılmıştı ve orada da banka çalışanları ikamet ediyorlardı. Daha sonra Van’da betonlaşma başlayınca bu evlere itibar edilmedi ve göz göre, göre yıkılıp gittiler.

İşte biz böyle tarihi bir sokakta yaşadık hayatımızın çocukluk ve gençlik yılları hep burada geçti.

Eski Banka Sokağında sadece bir tek çatılı ev vardı o da manifaturacı Hacı Suphi Mendi’ye aitti. Bizim de iki evimiz vardı biri tek katlı idi. Diğeri ise iki katlı idi. Tek katlı evimizi hep kiraya verirdik kendimiz de iki katlı evde otururduk. Evimiz toprak damlı idi haliyle kış gelmeden rahmetli dedem damlara çıkar ve bakar ve sıvama ihtiyacı hasıl olmuş ise Kel Hüseyin’e gider ve Hüseyin efendi bir güzel damı sıvar lüzumu halinde şoratanları değiştirir ve dam artık güz ve kış aylarında her türlü yağışa karşı hazır hale gelirdi. Bir de sürekli damda hazır alesta duran loğumuz vardı.  Sokaktaki ince toprağı çatlaklara doldurur ve loğla damı sızmalara karşı sağlamlaştırırdık.

Buna mecburduk damı sıvamazsanız yağmur kar başınıza akardı Tavanları kirletir duvarları berbat ederdi. Bu yüzden kışa hazırlığın ilk safhası damları sıvatmak olurdu.

Ve derken yağmur yağmadan yaz aylarında odun tedarik edilmeye bakılırdı.  Evlerde soba var ama sobada tek yakacak şeyiniz odun.  Herkes ihtiyacı kadar evde yaktığı sobaların ihtiyacı kadar odun alınırdı.  Van’da Şahmanis kömürü 70’li yıllara doğru gelmeye başladı ki o zamana kadar her evde sobalarda odun yakılırdı. Başka alternatifiniz yoktu zaten. Büyüklerimiz kışın şiddetini bildikleri için hasis davranmazlar ziyadesiyle fazladan odun alırlardı. Yakacakta tasarruf edilmezdi

Sobayı tutuşturmak için de o zamanlar öküz arabalarıyla köylüler geven getirip satarlardı. Onlar sokak sokak gezer ve ihtiyacı olanlara araba usulü geven satarlardı. Geven kiloya falan gelmeyeceği için araba hesabı satılırdı. Gazyağı bazen bulunur bazen bulunmazdı bazen pahalı olduğu için Van halkı gevene yönelirdi. Geven satmak köylü için bir kazanç kapısıydı.

Gaz yağı var ama biraz pahalı geldiği için en güzel sobayı tutuşturma malzemesi geven olurdu. Biz de geven alır tandır evine veya odunluğumuza yığardık ve kışın azar azar getirip sobayı tutuşturmada kullanırdık. Zaman şükür ve kanaat zamanıydı.

Şimdi gelelim asıl mevzuumuza;

Balta hakkı nedir diye sorduk!

Yeni nesil bilmez amma eskiler bilirler. Biz odunları odun pazarından alıp getirdikten sonra evimizin önüne odunlar kale gibi yığılırdı. Bizim odun kıracak halimiz yok. Bizim bu işi yapacak gücümüz de yok. O halde bu işi odun kıranlar yapacak. O zaman durur bekler bir baltacının yolunu gözlerdik.

Odun kırmak da bir meslekti ve bu işi icra edenler vardı. Onların oturduğu kahveler vardı ve oradan gidip alıp getirirdiniz veya onlar gelir sizi bulurlardı.

Odunca gelir sorardı emmi bu odunları karalım mı? Eh emminin yok diyecek halimi var! Elbette he der gel kır. Zaten bir tonun kırma parası üç aşağı beş yukarı bellidir. Çok iyi aklımda kalmış 60’lı yıllarda bir ton odun yüz lira, kırma parası da on lira idi. Çok iyi aklımda kalmış. 

İşte odun kıranlar da öyle ufak tefek adamlar değillerdi. Öyle güçlü kuvvetli zeballahi insanlardı.  Onların kaldırıp odun kırdıkları baltayı biz yerinden kaldıramazdık. Onlar odunları usulüne göre sobaya girecek şeklide mümkün mertebe itina ile kırarlardı. Zaten herkes dürüsttü işini en güzel şekilde yapardı. Her meslek erbabı bugünün yarını var diye işini en güzel şekilde yapardı. Kandırmaca hinlik lügatimize daha girmemişti.

Baltacı  odun kırarken kendisine  arada bir çay ikramında bulunulur vakti geldiğinde yemeği verilir ve gönlü hoş tutulurdu. Oduncu bir yandan odun kırarken biz de balalar el birliği ile odunları çeker götürür odunlukta itina ile dizerdik. Bizde pek çalışmayı sevmezdik ama oflaya puflaya odunu çekerdik. Bu arada odunların talaşlarını da ayrı bir yere istif ederek soba tutuşturmada gevene yardımcı olur diye ziyan etmezdik. Odunun bir zerresi ziyan zer zebil olmazdı.

İşte oduncu odun kırarken böyle gözüne kestirdiği takriben 40-50 kilo civarında güzel bir odunu bir kenara bırakırdı. Buna balta hakkı denirdi. Yani o oduncu odunu kırıp bitirecek yiyip içip giderken o odunu da omzuna koyup alıp giderdi. İşte buna balta hakkı diyorduk. Bu bir gelenekti bir dayanışmaydı onlar istemeden odun sahibinin canı gönülden kendi gönül rızasıyla verdiği bir şeydi. Verirdi ve gözde kalmazdı. Van halkı bunu bir anane haline getirmişti. Herkes verirdi. Ve o baltacı da düşünün kaç yerde odun kırmışsa onları götürüp bir yere yığar ve en azından kışlık odununu o gidip odun kırdığı evlerden topladığı odunlarla geçirirdi. Yani düşünün 30 yerde odun kırmışsa öyle 30 kiloluk balta hakkı alıp evine götürmüşse ne kadar odun eder.

Bu bir dayanışma idi insanlar bundan haz duyarlardı mutlu olurlardı. İşte Biz böyle yaşadık ve böyle gördük. Dedelerimiz babalarımız gönlü bol insanlardı vermekten yedirmekten memnuniyet duyarlardı. Elleri sıkı değildi. Belki yokluk vardı lüks yoktu ama insanlığın tavan yaptığı yıllardı o yıllar.

Sobalarımız sac soba idi. Altında tahtası yanında mangalı maşası küreği dururdu. Anamız nenemiz sobayı kalar (Soba düzenine soba galamağ denirdi) ve önüne biraz geven ve talaş bıraktıktan sonra oflaya puflaya sobayı yakarlardı. Soba geçmeden mangala kor ateşler bırakılır ve onun üzerine de demlik çaydanlık bırakılırdı. Kor ateş kül oldu mu atılır ve yerine taze sobadan çekilen kor bırakılırdı. Haliyle soba sürekli yanmazdı belirli öğünlerde yakılırdı. Büyüklerimiz öyle gece yarılarına kadar kalmazlar en fazla yatsı namazından bir kaç saat sonra yatarlardı ki sabah namazına kalkabilsinler diye.

Soba ilk yanmadan evvel borularla boyanırdı. Bazen bığıri (Baca) tütsüleyince annemiz tuzlu bez yapıp borulara sarardık. Belki bu işler zordu ama o günün insanlarına zor gelmiyordu. Hazımlıydılar sabırlıydılar bir kaşık suda boğulmuyorlardı.

Kış aylarında bizim evde tek soba yanardı. Kapıdan soğuk gelmesin diye kapının girişine battaniye asardık. Yere hasır sermiştik üzerinde de güzel Isparta halısı vardı. Pencereleri hamurla aralarına gazete kağıtlarını şerit gibi keserek iki pencere arasını hava geçirmesin ve içeriye soğuk gelmesin diye kapatırdık.  Bir tek üstteki iki küçük pencere kapatılmazdı annelerimiz süpürgeyle evi süpürdüklerinde toz içeride kalmasın ve ev havalansın diye.

Kışlar zordu çetindi ama biz yine o kışları oflayıp puflamadan güle oynaya geçirirdik. Şu anda bunları yazarken bile kendimi Eski Ziraat Banka Sokağındaki ata baba evinde hisseder gibi oldum. Sanki sac soba yanıyor mangalda demlik cızırdıyor ve ben de bizim minnoşun yanında uzanıp kalmışım sanki.

Hey gidi günler hey.

Yazarın Diğer Yazıları