Ümit Kayaçelebi

ATATÜRK İLKOKULU ANILARI

Ümit Kayaçelebi

Yıl 1957 Rahmetli Dedem Eski İkinci Mektep Başmuallimi Yusuf Ziya Kayaçelebi tuttu elimden haydi dedi gidiyoruz okula. Atatürk İlkokulu zamanın en gözde ve en önde gelen ilkokulu herkes Atatürk İlkokulunda okumak isterdi.Şüphesiz bütün  okullarda da kıymetli Başmuallimler ve muallimler vardı ama Atatürk İlkokulu halkın nezdinde apayrı bir yeri olan İlkokuldu.

Eski Banka Sokağından dedemle birlikte yürüyerek Atatürk İlkokuluna vardık. Dedem rahmetli Kerim beyin(Kerim Tuncer)  samimi arkadaşıydı eski dostlardı. Kerim Hocaya beni tanıttı ve benim en büyük torunum Ümit. O benim son ümidimdir onu sana teslim ediyorum dedi ve orada hemen kaydımız yapıldı ve ben de o gün okullu oldum.

Benim rahmetli babamın iki  kardeşi de daha biri çocuk yaşta iken diğeri de askerlik dönüşü hastalıktan vefat edince ailenin tek evladı babam kalmış. Daha sonra ben dünyaya gelince dedem çok sevinmiş ve işte bizim ailemizin ikinci oğlu da geldi demiş. Bunun da adı Ümit olsun hem benim hem ailenin ümidi umudu olsun diye bana Ümit ismini takmış.

Rahmetli dedemde babam da öğretmen olunca benimde çok okumamı istiyorlardı ve bende daha sonra onların umutlarını boşa çıkarmadım.

Atatürk İlkokulu Şimdiki Telekom’un önündeki AVM nin yerinde.  Okulun önü bomboş ve caddeden en az elli metre geride yapılan okul. Okulun ön tarafı iki katlı ve betonarme. Ancak U şeklindeki okulun diğer tarafları ahşaptan yapılmış. Binanın ön kısmı modern bir bina ve kaloriferli fakat ahşap olan kısım sobalı.

Aman Allahım kış geldiği zaman hademe Eyyüp dayı ne zahmet çekerdi sorma gitsin. Bir yandan sobayı kala, bir yandan kül dök. Sobayı tutuştur, sobayı yak, aman soba sönmesin velhasıl Ahşap olan sınıflarda okumak biraz zordu.

Şansa bakın ki ben hiç betonarme olan tarafta okumadım. Ne yalan söyleyeyim biz o tarafta okuyanlara imrenirdik  hatta tabiri caizse kıskanırdık.

Okulumuzun bir iç bahçesi vardı bir de ön bahçesi. Fakat biz genellikle iç bahçede teneffüslerde oyun oynardık. Ön bahçeye fazla çıkmazdık. Zamanımızda şimdiki gibi beslenme çantası su  taşımak yoktu. Bize verilen harçlıkla ne gelirse onu alır yerdik. Çünkü sabahları kalkar kahvaltımız yapar tok karnına okula giderdik.

Okulda eğitim sabah öğle idi. Sabah 8 de gider öğle 12 de çıkar. Öğlen tatilinde eve gider yemeğimizi yer saat bir de okula gider akşam dörtte çıkardık. Şimdiki gibi hiçbir okulda sabahçı öğlenci yoktu.

Okulda iken teneffüs arsında elimizdeki  para ile ver elini Leblebici Ömer amca. Ömer amca dediğimiz rahmetli Leblebici Ömer İl. Cumhuriyet Caddesinde yeni yapılan AVM nin olduğu yerde. Orada iki leblebici var ikisi de kardeş. Biri Ömer İl diğeri de Resul il. Onların yanında birde bayan terzisi ve hemen yanında da sipahi oğullarından bir berber var.

İşte 2.5 kuruş, 5 kuruş, 10 kuruş, 25 kuruşların ortada döndüğü ve bir şeyler alındığı günler. Hatta ortası delik 2.5 kuruşa bile bir şeyler alabiliyorduk.Az paran varsa kırık leblebi al ha babam ye babam dur.

Bisküvinin tek tek satıldığı günler. İki bisküviyi al arasına koy lokumu ye sonra gel keyfim gel.

Çikolataya hasret günler. Rahmetli Ömer İl çok mütebessim her daim güler yüzlü ve neşeli bir insandı ama kardeşi Resul öyle onun kadar neşeli ve keyifli biri değildi. Talebeler en çok Ömer amcadan alış veriş ederlerdi. Allah ona rahmet etsin.

Bazen aldıklarımızı külaha bırakır verir bazen de ceketimizin cebine dökerdi. Biz bir bisküviyle kırık leblebi ile gayet mutlu oluyorduk.

Teneffüs olduğu zaman bazıları lastik topun peşine verirdi, bazıları hemen kenarda rız oynar bazıları kurt koyun oynarlardı. Yani erkeklere de kızlara da oynanacak bir sürü oyun vardı. Şimdiki gibi evde oyun oynamıyorduk. Her yer bizim oyun alanımızdı en başta da okullar olmak üzere.

Kızlar da ip atlarlardı. İkisi sallar biri atlardı böyle münavebeli ip atlarlardı. En çok da kızların özellikle oynadığı Al satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım oyunuydu. Mendil kapmaca, beştaş, dokuztaş, yakan top oynayan kızların sesleri inanın hala kulaklarımda. O oyun oynayanların sesleri ayyuka çıkardı.

Çok küçük şeylerle mutlu olabiliyorduk. Kent sakızlarını alır, numaralandırılmış artist resimlerini biriktirir zamanın artistlerine bakar dururduk. Gazoz kapakları biriktirirdik. Gazoz kapağıyla oynardık.

Bizler zamanın mutluluğunu icat eden çocuklarıydık. Her şey bizi çok mutlu ediyordu. Düşünün İlkokuldayız duralit’ten yapılmış bir çanta ile gidip geliyorduk Böyle cicili bicili çantalar yok ki alasın. Kitaplarımızı defterlerimizi kaplamaya cilt kağıdı ne bilmiyoruz gazete ile kitap ve defterlerimizi kaplıyorduk.

İlkokul dördüncü sınıftayız ve Türkçe dersindeyiz öğretmenimiz Tuncay öğretmen . Konumuz eski şairlerden birisi bu vatan kimidir şiiri şairi de Orhan Şaik Gökyay. Ben o esnada Türkçe defterimi gazete ile kaplamışım ve tercüman gazetesinin spor sayfasında maç yorumları var ve Rahmetli Metin Oktayın bir resmi ve yazısı benim aklım orda.

Tuncay hoca benim daldığımı demek ki görmüş.

Bana dönerek

-485 Ümit kalk ayağa.

Kalktım ayağa

-Bu vatan, kimin şiiridir? deyince.

Ben dalıp gitmişim ya futbol dünyasına Metin Oktay dedim öğretmenim.

Öğretmenim afalladı. Gel dedi çık tahtaya.Tahtaya çıktım ve tek ayak ol dedi ve tek ayak oldum. Aç elini ki cetvelde elime yedim.

Ondan sonra döndü bana.

- Bir daha dersi dinlemezsen Metin Oktay uğruna daha çok tek ayak olursun!.

O günü hiç unutmam.

İlkokul bire Mahmure özel Muallimle başladım.. Kalem açacağımız yoktu Mahmure hanımın keskin bir çakısı vardı ve kalemi bitip de  kalem açacağı olmayanların kalemini sivrilten oydu. Mahmure Öğretmenin eşi Rahmetli Dursun Uzel de zamanın Milli Eğitim camiasının önde gelen isimlerinden biriydi. Musiki gecelerinin, meşk gecelerinin, halk oyunu gösterilerinin aranılan ve istenilen bir ismiydi.

Silgimi ortadan delip boynuma Astığım, bir dergi parası 25 kuruş için anne babama yalvar yakar olduğum günleri hiç unutmam.

Okul Başmuallimi Kerim Tuncer, Yardımcısı Vasfi Aydoğan, Muallimler Ali Laleci, Tuncay Hoca, Kasım Toker, Durdu Hoca, Mahmure Uzel, Orhan Uzun…Hademe Eyüp dayı var aklımda. Diğer müstahdemleri hatırlayamadım.

Okul arkadaşlarımdan bazılarını zikredeydim, Aydın Bağrıyanık, Ergin Günsan, Bünyamin Kutlar, Ercan Saydan, Semih Timuçin, Nermin Sayın, Yahya Bingöl, Selahattin Suruç,..

Milli Bayramlarda İlkokulların en önünde yürüyen Atatürk İlkokuluydu. Ve bayram yerinde de birinci sırada yer alan yine Atatürk ilkokuluydu.

İlkokul da okurken yılını hatırlayamadım bi baktık Eyüp dayı, büyük bir süt demliği ile sınıfta diğer hademe de elinde kutularla sınıfa girdiler. Tuncay hoca da onlarla birlikte sınıfa girdi. Biz merakla bekliyoruz acaba ne olacak diye.

Tuncay hoca bize dönerek

-Bunda sonra her gün öğleden sonra siz süt içip balık yağı hapı içeceksiniz dedi.

Eyüp dayı önce hepimizin eline  balık yağı haplarını tutuşturdu  sonra bardaklarınızı çıkarın size süt vereceğiz dedi.

Bardaklarımızı süt ile doldurduk ve Tuncay hoca hapları sütle için dedi.Bilmediğimiz bir şey ama korkudan sütle beraber yuvarladık gitti. Kiminin hoşuna gitmese de haplar yutuldu gitti. Ardından her birimize yafa portakal  bastık, elma,cevizli sucuk.

Keyfimize diyecek yok. Lakin balık yağı haplarına alışamayınca bu kez sınıfın tahta döşemsindeki çatlaklardan aşağıya atmaya başladık. Yiyecekleri kemali afiyetle yedik ama hapları hep tahta çatlaklardan döşemeye attık.

Fakat bir gün Durdu Hoca gördü. Bu kez kendisi başımızda durdu hapları yutturmadan süt vermedi ve bizde zamanla alıştık.

İçtiğimiz süt, süt değildi aslında ama biz bilmiyorduk. Sonraki yıllarda öğrendik ki bize içirdikleri hep süttozuymuş ve bize verilenlerde marşal yardımı imiş!.

Hasılı kelam şöyle böyle Atatürk İlkokulunda güzel günlerimiz oldu güzel anılarımız oldu.

Bu gün bile eski öğretmenlerimizi eski okul arkadaşlarımızı gördüğüm zaman inan o günleri   yaşar gibi oluyorum.

Bu vesileyle Atatürk ilkokulunda öğretmenlik yapan tüm öğretmenlerimizi ve hayatta olmayan arkadaşlarımızı ve okul müstahdemlerini  rahmetle ve hürmetle anarken yaşayan öğretmen ve talebe arkadaşlarıma da sağlıklı mutlu yıllar diliyorum.

Hey gidi günler demeyip de ne yapayım?

Yazarın Diğer Yazıları