Ümit Kayaçelebi

55 YIL SONRA BİZİ ARAYIP BORCUNU ÖDEYENLER OLDU

Ümit Kayaçelebi

Çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını Van’da geçiren İbrahim Kutlar ile geçmişe bir yolculuk yaptık.

Çocukluk ve gençlik yıllarımızda Vanda o gün Van’ın hiper marketi denilebilecek kadar muhteşem bir mağaza vardı. Bunun sahibi ise Muşe Efendi idi (Muşe Kutlar)

Muşe Efendinin çocukları ile birlikte Van Atatürk İlkokulunda okuduk. Hiçbiri şu anda Van’da değiller. Ama yıllar sonra da benim yazdığım bir yazı neticesinde dünya gözüyle bir daha buluştuk ve görüştük. Yazdığım kitaplarımı gönderdim. Ve dolayısıyla tekrar Van’ı hatırlayıp çok mutlu olduklarını ifade ettiler. Ve benim yazdığım yazıyı birde onların kültür sanat dergisi Şalom da yayınlamışlar. Bende bu gün o yazıyla alakalı olarak İbrahim Kutlarla yapılan röportajı size arz ediyorum.

8 Mayıs 2019 Van’daki aile yaşamınızı anlatabilir misiniz?

İbrahim Kutlar, biz Vanlıyız. O zamanlar Van’da iki Yahudi aile vardı. Yahudilerin çoğunluğu Başkale’deydi. Orada yaklaşık 40 aile vardı. Kutlar ailesi Van’da, Güner ailesi Başkale’de yaşardı. Benim ablam da Başkale’ye gelin gidip Güner oldu. Biz 10 kardeştik. Van’daki ailelerin zaten çoğu 8-10 kardeşti. Dayı, yeğenden küçüktü… Ablamın oğlu bizim en küçük kardeşten küçüktü.

Annem Tiflis’tendi; Azeri Yahudisi. İlk başta dört kızları olmuş annemle babamın. Ardından da dört erkek olmuş. İlk oğul, babamın gözbebeğiydi. 1965’te Kızılca hamam’da yedek subay oldu. O zamanlar lise mezunları parmakla gösteriliyordu.

Eğitim hayatınız?

Devlet okuluna gittim. Hala görüştüğüm üç - beş sınıf arkadaşım var. Mersin’de müteahhitlik yapan bir sınıf arkadaşımla karşılaştım… İş için birkaç kere görüştük, Mersin’de evinde misafir oldum. Beni evinde çok güzel ağırlamıştı.

Sinagog var mıydı Van’da?

Başkale’de 20 metrekare bir oda vardı, sinagog olarak kullanılan. Orada dindarlar vardı, bizde yoktu. Bir haham vardı, kaşeruta bakanlar vardı. Benim annem de bir müddet baktı. Haham gelirdi, iki koyun keserdi, kavurma yapılırdı. Kışın öyle geçerdi. Zaten yiyecek fazla da başka bir şey de yoktu; patates soğan… Bir dolapta eşyalarımız vardı, o eşyalar sadece Hamursuz’da çıkardı. Kap-kacak, o bayrama mahsustu.

Babanız hakkında yazılmış bir yazıya rastladım… Kendisi Van’ın önde gelen esnaflarından biri olarak tanıtılıyor…

Vanlılar Derneği Başkanı Yusuf Bey beni babadan tanıyor. Babamdan çay bardağı vs. alıp kahvecilere tek tek satarmış. Birkaç ay önce beni telefonla aradı, “Sana bir şey gönderdim telefondan, bak” dedi. Baktım, ‘Van’ın iyi esnaflarından Muşe Efendi’ diye dört sayfalık bir yazı. Yazıda babamı ve dükkânını anlatıyor. Bir de fotoğraf var ama o fotoğraf eski dükkânın, ben o dükkânı görmedim. Dükkânda, beş - altı kavanoz, bir de terazi var. Toplam 10-20 kalem bir şey varmış. Ancak bizim çocukluğumuzdaki dükkân – yazıda da belirtiyor – çok daha büyüktü, o zamanın süpermarketi. Dört – beş kapısı vardı. Yazmasından çivisine, baharatından salebine, mumundan boyasına aklınıza gelen her şey bulunurdu.

Ben onlu yaşlardaydım. Arada gider dükkânda durur, bazı şeyleri takip ederdik. Mesela iki tane dondurmacı vardı, o zamanlar kar’ın içinde dondurma yapılırdı. Dondurmacı bir sürü bozuk para getirir, babam da ona her gün 5 -10 gram salep verirdi. Salebi verirken temiz bir kâğıt bulur, teraziye koyardı dara diye. Ama kâğıdın darasını bile hesaplayıp verirdi. Adam da parayı elinde tutardı, babam içinden istediği kadarını alırdı.

Babanız bu kadar akıllarda kaldığına göre çok sevilen biriydi…

1986 yılında Van’da Faytoncu Halil Efendi, bizim bir akrabaya para göndermiş. Bize ulaşamamış, bir akrabaya iletmiş. Bir de kâğıt yazmış, “Faytoncu Halil Efendi’nin 30 kuruş borcu vardı. Kendisi varsa kendisine, yoksa çocuklarına verilsin” diye yazmış. 30 kuruşluk borcu için 100 lira göndermiş. Geçenlerde de bir adam buldu beni, babası vasiyet etmiş, “Muşe Efendi’ye 15 lira borcum vardı, öde mutlaka” diye. Geçen gün adam geldi borcunu ödemeye…

Babam herkese saygılı biriydi. Herkesin inanıcına dikkat eder, Ramazan’da dükkânda çay içmezdi.

İstanbul’a geliş ne zaman oldu?

1965 yılında… Biz Van’da kalan son aileydik. Bizi 3-4 ay önceden yolladılar, sonra anne-babam, babaannem geldi. Babaannem 100 yaşındaydı. O zaman Yeşilköy’de gelip uçaktan inince yeri öptü, şükür etti. Ortaokulu Van’da bitirip, liseye buraya geldim. Musevi Lisesine gittik. Ben çok esmerdim. O zamanlar Nevzat Bey vardı, “Yanlış okula gelmişsiniz, ne işiniz var burada?” demişti. Biz ancak yarım saatte anlatabildik cemaatten olduğumuzu… Okulda birkaç Vanlı öğretmenin de çocuğu vardı… Onlar bile bizi Müslüman sandı.

Babanız ne yaptı İstanbul’da?

Tahtakale’de dükkân vardı, amcam işletirdi. Babam da onun yanında takıldı. Babamın aklı fikri hep Van’da kaldı. Çünkü insan sevildiği yerde olmak istiyor.

Bir daha hiç gittiniz mi Van’a?

İki sene evvel oğlum askerlik için müracaat etti. Ve şansa Van’a Ercis’e çıktı. Biz de bu vesile ile ailecek Van’ı ziyaret ettik. Maalesef bizim gördüklerimizden hiç bir şey kalmamış. Bir dağlar duruyor, bir de havası aynı. Ve orası ayrı bir dünya olmuş ayrı bir ülke olmuş.

Oğlana haber etmiştik, 24 Nisan’da gelecez diye. Komutana haber ettiler ancak bir gün önce Ağrı’da olaylar yaşanmış, komutan, “Kırmızı alarmdayız, izin – mizin yok, kimse bir yere gidemez” dedi.

Orada tanıdık bir muhtar vardı, ona telefon ettik. Adam eski püskü bir Renault araba ile geldi, bizi aldı. Komutana telefon açtı, “Komutanım bunlar benim akrabam. Bütün mesuliyet bana ait, izin verirsen bu akşam misafir edecem” dedi. Komutan da sağ olsun izin verdi. Ancak muhtar bizi bırakmıyor bir türlü, sohbet bitmiyor… Neyse götürdü bizi, üç saat yol sürdü.

Bir gün adada yolda yürüyorum. Baktım bir hanım, güzel, dantelli mendili falan var. Hemen biraz doğu havası aldım ben. Sordum “Memleket nere? diye. Sertçe, “Memleket Van” dedi. Ardından da, “Niye sordun?” diye tersledi. “Ben hemşerilerimi tanırım, hemşeriyiz” dedim. Sonra da bizim muhtarı anlattım. O hanım kız kardeşi çıktı, yanındaki hanım da karısı…

Son olarak babanızla ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Babam hakkında yazan yazara teşekkür etmek için telefon ettim, “Yazdıklarımın hepsi doğru, fazlası var azı yok” dedi. Biz sanırım büyüklerimiz kadar başarılı olamadık. 40-50 yıl sonra ismimiz hala hatırlanacak mı, bilmem.

 “Yeri alabildiğine büyüktü ve bir işçisi haricinde oğulları dükkânı çekip çevirirdi. Diyeceksiniz ne satardı? Sebze meyve haricinde onun dükkânında yok yoktu. Yani tabiri caizse 50’li yıllarda daha Van’ın nüfusunun yirmi binlerde seyrettiği zaman o dükkan Van’ın süper değil hipermarketi gibiydi. Köylü şehirli ne ararsa ne sorarsa Yahudi Muşe Efendinin dükkanında bulunurdu.

Neler yoktu ki; kazma, kürek, nişadır, baharat, eğer, semer, cila, boya. Aklınıza ne gelirse orada bulur ve alırdınız.

O yıllarda Nuri Leflef ayakkabı cila ve boyasını biz hep orada bulur ve alırdık. O yıllarda Van’ın en önemli nalburu Kâhya Memet Delibaştı. Onda olmayanlarda Muşe Efendi’de olurdu.

Çok zengindi ve müşterisi de çoktu. Hiç kimse o Yahudi olduğu için ona gitmeyeyim almayayım diye düşünmezdi. Hüsnü ahlaklı bir insandı. Şimdikiler gibi kazıklayayım tufaya getireyim kandırayım tarzında bir esnaf değildi. Bir giden bir daha giderdi.”

 

Yazarın Diğer Yazıları