Dr. Erdal Orman

Büyük Kaptan, Efsane Vanspor'u Anlatıyor -2-

Dr. Erdal Orman

(Bu şerefli formayı 8 sene satmadım, o maçta da satmadım )

 

-Peki, Fener galibiyeti sonrasını hatırlar mısın neler yaşanmıştı?

Hatırlamam mı abiciğim, hatırlamam mı ya? Kurthan’ın son maçı… Adı çıktı o golden sonra da toparlanamadı. O gün Mehmet Başaygün hocamızdı. Galatasaray’da kalecilik yapmış, teknik bilgisi zayıftı ama çok iyi antresi vardı. Şu an gördüğün hiçbir hocada yok. Yani kara düzen. Sistem kendi bildiği sitemdi. Yani dağa, merdivene koştururdu o derece… Bize iyi de geldi. Tabi sonrasında devamı gelmedi. Fenerbahçe maçı düşünsene 95 yılıydı 22-23 sene geçmiş daha böyle kaç maç anlatılabiliyor Türkiye geneli için diyorum. Bir anlatılan 4-3’lük Fener-Galatasaray maçları bir de Van’ın Feneri yendiği maçla, 96’da Van’ın Trabzon’u yendiği maç anlatılıyor. Yani Türk futbol tarihinde başrollerde Vanspor var... Yani halende o maçlar anlatılıyor, Trabzon maçından sonra bütün Türkiye bizi konuşuyordu, şu anki gibi denge de imkân da yoktu takımlar arasında...

 

-Yani Fenerbahçe maçı 3-4 sıfırlık maçtı. Yusuf karşı karşıya kalıyor dışarı vuruyor heyecandan, Büyük Sinan vuruyor, Engin zor bela çıkarıyordu. Neyse ki son dakikada da olsa maçı almıştık, adalet yerini bulmuştu. Peki, Trabzon maçını anlatır mısın?

Ceza alanını 3-4 defa geçtik ama Erkan’ın 15. dakikada attığı gol oldu. Hep bizim ceza sahasında geçti maç. Şunu bak iddia edebilirim. 96 yılındaki Trabzonspor kadrosu Türkiye liglerindeki gelmiş geçmiş bütün kadroları, hatta Galatasaray’ın UEFA’yı aldığı kadroda dâhil benim futbol yaşantımda gördüğüm Türkiye liglerindeki en iyi, en oturmuş kadroydu.

 

-Sohbetimizin bu dakikalarında Mevlüt’ün eşi Tülay Hanım telefonla sohbetimize katılır…

-Tülay Hanım’ın söylediklerini aynen aktarıyorum: Van’ın tüm börtü böceğini, havasını, suyunu, insanını, çok özledim. Komşularımı, dostlarımızı, hayali Van Canavarına kadar hepsini çok seviyordum. Çok şahane yıllar yaşadık Van’da. İnşallah yine bir araya geliriz, bir gün bir yerlerde. Herkese sevgi ve selamlarımı sunuyorum…

 

-Tülay hanıma da Vanlılar adına şunları ilettim: Bizler de sizleri seviyoruz, her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır derler. Sizlerde o dönemlere eş, çoluk çocuk bu başarının gizli mimarları olarak o güzellikleri yaşamamıza katkı sundunuz. Bizler de sizlere şükranlarımızı sunuyoruz efendim…

Evet, bizim hatun Van hastasıdır.

 

-Şampiyonu değiştirdiğiniz Trabzon galibiyetine devam edelim…

Hayatımda oynadığım en zor maçtı Trabzon maçı. Şimdi bir şey söyleyeyim, o zaman Ali şen Fenerin başkanıydı ve bizim yöneticilerimizden biri (Faruk Tuncer) Ali Şen’le çok samimiydi. Ve Ali Şen, ‘sizin çocuklar puan alsın Trabzon’dan ben tüm futbolcularınıza birer milyar teşvik primi vereceğim’ diyordu telefonda. Bende varım o ortamda. Bizim yöneticilerimiz hiçbir şekilde anlaşmaya yanaşmıyor, çünkü zaten inanmıyorlar ki maçı kazanabileceğimize (gülüyoruz).  Biz Rize’de kalıyorduk. Rize’den geleceğiz Trabzon’a, 8’de kahvaltıya kalkacak takım. İnanır mısın sabahın beşi ve herkes hala benim odamda, ne yapabileceğimizi stres içerisinde konuşuyoruz. 3 saat sonra kahvaltıya kalkacağız düşün... Yani ölüm kalım maçına çıkacağız, hocanın anlattıkları, verdiği taktikler bir tarafta kalmış biz kendi kendimizin hocası olmuşuz ne yapacağımızı düşünüyoruz sabaha karşı saat 5.  O maç zaten gol olduktan sonra yani Allah’ında yardımı vardı, zaten istese o pozisyonlardan biri gol olurdu. Demek ki Trabzon olmayacakmış. Kalede Stingaciu müthiş oynadı, yani defansta arkadaşlar, orta saha… 80. Dakikadan sonra ayağıma kramplar giriyor stresten. Hakem Erol Ersoy yanıma geldi, ‘bir daha düşersen seni kırmızı kartla atarım dışarı’ diyor. İkinci kez yattım bu defa sarı kartı gösterdi ‘şimdi sedyeyle çıkıyorsun, içeri girersen seni kırmızıyla dışarı atarım’ dedi. Yani herkes şartlanmış Trabzon bir gol atsın da rahatlayalım, bu iş bitsin. Ben giremedim tabi, Ali Osman Hoca var kulübede, Arif Peçenek var, muhteşem insandı mekânı cennet olsun. Maçın sonunda Arif Hocanın omuzunu ısırmışım sevinçten, diyor ki bu nedir oğlum! Bu nedir? ısırmışsın omzumu diyor, hatırlamıyorum hocam diyorum. (gülüyoruz)

 

-Evet! Bizlerde aynı şekilde evlerde radyo başında aynı durumdaydık… Annem, kız kardeşim Yasin okuyordu maç böyle bitsin diye, hatta tüm Van…

Hocam sana birşey söyleyeyim, öyle yani bizim doğu insanı maneviyata önem gösterir. Mesela bir dizi izlendiğini düşün. Ekrandakiler dizidekileri tanımıyor, dizide dense ki dua edin inan o diziyi izleyen herkesin diğer şehirlerdeki akrabaları bile o duaya katılır. Vanspor’da ben büyük maçlar öncesi radyo veya televizyonlara çıktığımda, hep taraftarlardan ‘dualarınızı bizden eksik etmeyin derdim’.

Heyecandan ne yapacağımızı bilemedik.   O gün bizim yenmemiz gerekiyordu. Kümede kalma mücadelesi veriyorduk, sonraki hafta geldik zaten Beşiktaş’ı da yendik. Ardından İstanbul’la ve Denizli’yle berabere kaldık. Son hafta Fener maçında eğer puana ihtiyacımız olsaydı, inan o maçı da alırdık. Ona da iyi hazırlanmıştık. Zaten 5. dakikada benim bir şutum direkten döndü, ardından 15 dakikada Adnan’ın şutu direkte patladı. Sonra hakemin ceza alanında verdiği faulle maçı kopardılar…

 

-1998 sezonunda G.Antep maçı sonrası şeref tribününe forma fırlatma olayından bahseder misin?

15 sene profesyonel futbol hayatım oldu. Beni bilirler, Van da herkes bilir. G.Antep’e maçı satmaya çalıştıklarını ama ben hiçbir futbolcuya sattırmadığımı. Gece sabaha kadar tüm futbolcularla kararlar aldık benim odamda ve sabah benim doğrultuda oynayınca futbolcular tribünlerde bazı satılmış grupların bize küfrettiğini. Ve ben o gün maç bitiminde şeref tribününe Celal Doğan’ından, Valisinden oradaki tüm yetkililere fırlattım ve dedim ki bu şerefli formayı 8 sene satmadım, bu günde satmadım bunu bütün Türkiye böyle bilsin, arkadaşlarım da satmadı dedim, suratlarına fırlattım indim aşağı. Bu benim 15 sene yaptığım güzel işlere, peşimden gelecek sıkıntılarla, insanlara kendimi konuşturmak istemedim.

 

- Merak etme kaptan, senin ismin, yerin bizlerde muteber...

Ondan o kadar eminim ki. Allah razı olsun.

 

-Zaten bizlerde seyirci olarak sendeki bu misyonu görüyorduk kaptan. Hiçbir hoca  dasenden vazgeçemedi. Bizlerin de bir şansı imiş senin varlığın, bu önderliğin bizlere bu kadar güzelliği yaşattı.

Yani hocam, inan takımda olan bir sorunda toplantı yapardık mesela Murat’la beraber, kaşımızın kalktığını görenler bilirdi ki takımda bir ihtilal olacak. Yani ben olağanüstü hal Valisiyle bile tartışabiliyordum. Beni alsa götürse kimse sorgulayamaz ama biz onunla inandığımız doğrultuda tartışabiliyorduk.Hocayla da tartışabiliyorduk. Bakın Vanspor’da iki kez küme düştüm ben. Şenol Güneş’in Antalya’yı çalıştırdığı dönem 90+7 de hiç olmayan bir penaltı. Alican Lakot’un hakemliği bırakacağı jübile maçı, Şenol Güneş’in hemşerisi ve takım arkadaşı. Yani o zaman bizim için karar verdiler, masa başında alınan kararla küme düşürüldük. İkinci küme düşmemiz ise zaten Gülüştür’ün takımı almasıyla beraber gelen çöküşle düşmüştük. Yoksa o birlik beraberlikle bizi kimse yıkamazdı.

 

 

-Birazda Rıdvan Dilmen dönemini anlatır mısın?

Şimdi Ali Osman Renklibay’la 99 döneminde aslında çok iyi kadroyla başladık ve ilk iki maçı da mağlup olduk. Aslında 10-0 kazanabileceğimiz maçlardı ama Ali Osman Hocanın yiyeceği ekmeği Van’da oraya kadarmış.

Sezon başı kamptayız ben Rıdvan hocayı hiç tanımıyorum, bizim İsmail’i(Müderrisoğlu) aradı. İkisinin telefon diyaloğu aynen bu şekilde;

-İsmail ne yapıyorsun lan, Van’a gitmişsin’?

-Evet hocam!

-Peki, ben de gelmek istiyorum. Şimdi Van’a gelmek için pasaportla mı geleceğiz lan dedi. İsmail’de yav hocam ayıptır dedi, yav niye dalga geçiyorsun…

İşte büyük konuşmuştu Rıdvan Hoca. İki hafta geçmeden o da Van’a geldi.

 

-Daha Rıdvan’ın Van’a gelme durumu yoktu yani?

Evet. İsmail’le bir arkadaşlığı vardı, onun Van’a geldiğini duyunca, dalga geçme amaçlı takılıyordu yani.Ve Rıdvan hoca gelince Urartu oteline beni götür dedi İsmail. Gittik, lobide görür görmez İsmail, hemen Rıdvan hocaya lafı çaktı tabi, ‘hocam pasaportunu vize ettirdin mi’? (gülüyoruz…)

Şimdi Rıdvan hoca geldi takıma ve eski hocaların bir sistemi vardır. Hangi takıma giderse gitsinler, takımın en yaşlı, abi, o takımın gözde tecrübeli ya da sevilen topçularını kadro dışı koyma huyları vardı. Tüm eski hocalarda vardır.  Şimdi de Yılmaz Vural bu ekolü sürdürüyor. Hangi takıma giderse gitsin o takımın kaptanıyla eski tabirle işte takımın papaz futbolcusunu birilerinin gözüne korku vermek için hemen kapı önüne koyar… İşte Rıdvan hoca da ilk geldiğinde bana kafayı taktı. Belli ediyor tavırlarından zaten. İşte oynatmak istemiyor falan. Bir korku salmak için bunu yapacaktı.

 

 

-Oysa sen onun değişmez kaptanı oldun

İlk başta korku salmak için bunu yapacaktı. Bir gün bir de baktım Tanju Çolak beni arıyor. Tanju da Siirt JETPA’yı çalıştırıyordu. ‘Siirt’e geliyorsun yarın’  dedi. Hayırdır hocam? Aldım seni dedi. Hocam 2. Ligden 3. Lige mi geleceğim? Dedim. Hayırdır nereden aldın? Rıdvan verdi bana seni dedi. Rıdvan Hoca’nın yanına gittim, hocam bu ne iştir dedim?

-Tanju çok ısrar etti falan ben de gönderirim dedim,

- E hocam şampiyonluğa oynuyoruz, bu takımı öyle kurduk.

-Ya işte kalmak istiyorsan kal ama gitmen senin için de iyi olur dedi.

Yani bir nevi kapıyı gösterdi. Seni oynatmayacağım da ister git, ister kal hesabı yaptı. Dört maç üst üste 10. dakikalarda beni maçtan çıkarıyordu. Yine bir deplasmana gitmiştik, hani eskiden tabelalar vardı, tabelacı bunları düzeltiyordu. Ben de dedim ki tabelacıya 8 numarayı en başa koy. O da dedi ki, ‘olur mu öyle şey’? Sırayla gider dedi. Ben de merak etme ilk 10 dakika da çıkarılacağım dedim. Nitekim 12. dakikada çıkınca tabelacının sırtını sıvazladım. Sana ne dedim baba, gördün mü dedim? Sonra kulübeye yöneldim, Rıdvan’a dedim hocam maçtan sonra önemli bir görüşme yapacağız dedim. Zaten kaleci Murat’la(Yiğiter) bana takmıştı. İkimizi birden yemek istiyordu. Ondan sonra geldi görüşmemizi yaptık. Ve tam 3 hafta sonra tekrardan o bizimle görüşme yapmak istedi. Bizden özür diledi. Dedi ki sizi bana böyle anlatmadılar, sen o ikisini göndermediğin sürece muvaffak olamazsın dediler. Onlar ikisi ayarlıyor dediler. Sonra bizden özür diledi. Ben de dedim ki hocam bak işte biz neyi ayarlıyoruz gördün, arkadaşlığı, takım ruhun, birlikteliği... Ve biz bugün halende Rıdvan Hocayla ailecek görüşüyoruz. Adımız baba oğula çıktı…

 

 

-Evet! Zaten sonrasında her maç ortalama içerde dışarda 3 gollü galibiyetlerle seriye devam ettiniz…

-Peki, Rıdvan’la çalışmanın avantajları var mıydı?

Ya Rıdvan hocayla şöyle söyleyeyim, tabi medyatik olmasının avantajı çoktu. Hem Van’a hem takıma yaradı. Fakat dezavantajı da deplasmanlarda takımları kümede kalsa, kötü de olsa sırf Rıdvan gelmiş diye ful çekerdi maçlar. Allah öyle bir ışık vermiş, çok iyi niyetlidir. Futbolcularını çok severdi, değer verir şakalaşırdı. Tabi en büyük handikabı antrenörlük tecrübesinin fazla olmamasıydı. Lakin kenar okumasıyla, futbol zekâsını birleştirdi mi dünyanın en iyisi olurdu. Bizim Vanspor’da bir sistem oturttu ki, oynarken korkuyorduk. Onun sistemi oturana kadar. Mesela diyordu ki ‘kardeşim ilk korneri ön direğe atacaksın’. Korneri ben ve Mutlu atıyorduk. Ola ki korneri arka direğe mi attım, bir bakardım 8 numara tabelası kalkmış, ben kenara alınmışım. Yani sebebi, onun dediğini yapmamak, sistemini uygulamamak.

 

-Evet ben de hatırlıyorum o öğrettiği korner taktiğiyle Vanspor çok maç kazanırdı. Hatta Fenerin başına geçtiğinde Vanspor onun bu korner taktiğiyle iki gol bulmuştu İstanbul’da Fener maçında değil mi?

Evet. Mesela diyordu ki, ‘rakip taç atarken pres yapacaksın, rakip topu alıp dönmeyecek’. Nitekim de takımlar çok gol yer böyle. Yani bu şekilde bir gol yedik mi, ertesi hafta o taçta pres yapmayan adamların tamamını çıkarırdı kadrodan. Enteresan huyları vardı. Daha 5. dakikada adam çıkarırdı maçtan. Yani ne gördün 5 dakikada. Bir daha ki maç biliyordun ki onun dediğini yapmazsan, seni de alacak maçtan. Yani maçı çok iyi okuyordu.

 

 

-Mesela NTV de program yaparken maç esnasında bir pozisyonda gol olur derdi ve gol olurdu ya onun gibi mi?

 Sana enteresan bir şey daha anlatayım, o sene bizim şampiyon olduğumuz 99 senesi Denizli, Kayseri, biz ve Rize çekişiyoruz. Bizim içeride bir maçımız var yenmemiz gerekiyor. Tabi pazar günü, cumartesi de Denizli’de Kayseri maçı var. Yani bize tek yarar sonuç bu maçın berabere bitmesidir. Öbür türlü sonuçlar, bize rakipleri yaklaştırıyor. Beraberlikte ise 3-4 puan fark yakalıyoruz. İlk yarı Kayseri, Denizli’de 3-0 önde. Maçı tüm takım Rıdvan’la beraber izliyoruz. Kalktı gitti, geldi Rıdvan maç başladı. 60 dakika falan bana döndü, baktı dedi ki ‘Mevlüt sen namaz kılıyorsun değil mi? Evet hocam dedim. Şimdi hangi vakit? İkindi dedim. Tamam, kalk şimdi bir namazını kıl, bir de dua et maç 6-7 dakika uzasın. Niye hocam dedim? Dedi ki çünkü maç 3-3 olacak. Eğer 6-7 dakika uzarsa bu defa Denizli 4-3 maçı alacak buraya yazıyorum dedi. Düşünsene dakika 60, maç Kayserinin 3-0’lık üstünlüğüyle devam ediyordu. Yav git hocam dedik, tabi güldük falan. Neyse ben namazımı kıldım, duamı ettim ve inanır mısın maç 3-3 e geldi. Hepimiz sustuk, şaşkınlıkla Rıdvan hocaya bakıyoruz… Maç 3 dakika daha uzadı hoca kalktı gitti. Ve maç 3-3 bitti…

 

 

Devam edecek…

Yazarın Diğer Yazıları