Yerli malı yurdun malı
Şahin Akçap
Şu sıralar öğretmenler bir sınıfa girip:
“Kimin kumbarası var?” Sorusunu sorsa, sınıfta kaç parmak havaya kalkar biliyor musunuz?
Yanıtını ben vereyim:
“Sıfır parmak!”
Orta kuşağın ve üzerindeki yaş grubunun geçmişte mutlaka kumbaraları vardı. O zamanlar İş Bankası en popüler bankaydı. Adına hesap açılan çocuklara şipşirin kumbarasını verirdi. Kumbaranın bir yüzünde banknotları (kâğıt paraların) diğer tarafında madeni paraların atılacağı yerleri vardı. Yere vursanız bile çelikten kumbarayı açma şansınız yoktu. Dolduğunda mutlaka aile büyüğünüzle bankaya giderek özel anahtarıyla açtırmak zorundaydınız.
Ve yeni yıla bir iki hafta kala Yerli Malı ve Tutum Haftası kutlanırdı. Her okulda etkinlikler düzenlenirdi. Yabancı ülkelere ait malların kaçak kullanımı yerine kendi ülkemizin ürettiği malların kullanılması öğrencilere öğütlenirdi. Ve etkinlikler arasında elmanın en çok yetiştiği, üzümün ve pamuğun ve de zeytinin hasadının en bol olduğu bölgelerimiz ve kentlerinin adı öğrenilirdi. Maden ocaklarının olduğu topraklar, ipek böceğinin yetiştirildiği kentler, endüstri ve sanayi ürünlerinin tüketiciye nasıl ulaşıldığı zahmetli yollar anlatılırdı. Anlatılırdı ki emek daha bir kutsansın, bereketli Anadolu topraklarının üreticisi emekçiye saygı duyulsun, sofraya gelen ekmeğin çileli evrimi öğrenilsin. Bütün bunlar anlatılırken tutumlu olma bilincine yer verilir, ülkelerin ekonomisini erozyona uğratan en kötü alışkanlığın da savurganlık olduğu bilinsin.
Peki, bu sözleri anımsayanlarınız var mı? Şımarık, nimet, emek bilmeyen çocuklara kulaklarına küpe olsun diye söylenecek bu sözleri…
“Damlaya damlaya göl olur…”
“Ak akçe kara gün içindir…”
“Yerli malı yurdun malı…”
“Sakla samanı gelir zamanı…”
“Kumbaram, içi dolu param…”
“Vakit nakittir…”
“Har vurup harman savurma…”
“Ayağını yorganına göre uzat…”
“Emek olmayınca yemek olmaz…”
“İşten artmaz dişten artar…”
“Yerli malı yurdun malı her kes onu kullanmalı…”
Siz bunları unutursanız ve yok sayarsanız Anadolu’nun bereketini, emeğinin saygınlığını, tu kaka derseniz aşına ekmeğine Hüseyin Haydar gibi yiğit bir şair çıkar ve utancınızı yüzünüze vurarak der ki:
Herkes iş başına Yere basan ayağa iş yoksa, İş düşüyor sıkılan dişe, düşünen başa, İşten atıldıysa Aydın’ın inciri, İş düşüyor yurtsever hocaya, İş yoksa pancara, mısıra, fındığa, İş düşüyor dokumacıya, doğramacıya, Amerikan sigarası patron olduysa, İş düşüyor emekliye, şoföre, aşçıya Yoğurda, süte, nohuda… İş düşüyor tornacıya, makineciye, Atatürk Çiftliği’nin boynu vurulduysa, İş düşüyor kazmaya, küreğe, tüfeğe, Tıkadılarsa fabrika bacalarını, İş düşüyor mimara, mühendise, Haydi! Herkes işbaşına!
Kavrayan ele, konuşan dile,
Çaresiz babaya, çileli anaya iş yoksa,
İş yoksa nişanlıya, yeni evliye,
İş yoksa mavi tuluma, beyaz önlüğe…
Isırılan yumruğa iş düşüyor.
Tosya’nın pirinci pazardan kovulduysa.
Pusuya düşürüldüyse Konya Ovası,
Yatağında öldürüldüyse Diyarbakır karpuzu,
Çürütüldüyse Tuz Gölünün tuzu…
Hekime, hakime, savcıya, sanatçıya iş düşüyor.
İş yoksa hamsiye, palamuda, mezgide,
Tekirdağ’ın sarı kızına,
Rize’nin çay filizine iş yoksa…
Madenci ile makiniste iş düşüyor.
İşten attıysa Samsun’u, Bafra’yı, Yenice’yi,
Başa geçtiyse Beşinci Kol Beyi,
Teslim ettiyse tarlayı, tapanı, kutsal bahçeyi…
Yerdeki taşa, gökte uçan kuşa iş düşüyor.
Ovaların bereketine, toprağın kutlu etine
Geçirildiyse Fransız üniforması,
Çalıştırılıyorsa hepsi gavur hesabına.
Ebeye gebeye, eczacıya iş düşüyor.
Tuzak kurulduysa Ceylanpınar’a,
Domuzları tıka basa doyurup da
Aç bıraktılarsa tiftik keçisini.
İş düşüyor çarpan yüreğe…
Kestilerse çarşıların damarlarını,
Maltepe’de, Kocaeli’nde, Bursa’da,
Falakaya yatırdılarsa dokumayı, petrokimyayı,
Kırdılarsa sanayinin kollarını…
Tüccara, yurtsever polise iş düşüyor.
İş düşüyor Ayşe’ye, Fatma’ya, Ali’ye, Veli’ye!
İş düşüyor ölüye diriye,