Şahin Akçap

Yalnızlığı mı indirir akşamlar?

Şahin Akçap

İçinden tramvay geçen denizin kentinde bir akşamüstü yürüyüşündeyim. Kalabalık caddenin trafiğe kapatılmış alanında köşe başı tutmuş sokak sanatçılarının özgün müziklerine aldırış etmeyen kalabalıklar bir aşağı bir yukarı akıp gidiyor.

 

Bahar toplu iğne ucu kadar olsa da yüzünü gösterince arada bir saklanan güneşi fırsat bulan yağmur bulutları sıkıntılarını damlalara dönüştürüp ıslatıyor her yanı.

 

Ne de severim Cumhuriyet Meydanını…

 

Yivli Minareye sırtını veren Kale kapısından geçiyorum. Bir gün ansızın boşaltılan ve içinde oturanları karga tulumba boşaltılan Ansan(Antalyalı Sanatçılar) mekânı bomboş duruyor. Meydanın denize açılan çay bahçelerinin bulunduğu noktada durup Kaleiçi evlerini seyrediyorum arada bir yüzünü gösterip sonra kaybolup giden akşam güneşinin ışığında. Çoğu restore edilmiş bir kaçı kendi başına bırakılmış eski zaman evleri yalnızlığı çağrıştırıyor.

 

Tophane Çay Bahçesinin denize kuşbakışı açılan uç noktasındaki bir masaya oturup yanıma koşan genç çalışanından bir akşam kahvesi rica ediyorum.

 

Uzakta Bey Dağları uzantılarını seyre koyuluyorum. En yüksekler yani doruklar kar yüklü. Boşuna dememişler yüce dağların yükü ağır olur diye.

 

Yat Limanına sabahtan çıkıp gün bitiren turistik tekneler dönüyor maviliği griliğe dönüşmüş denizin dalgasız yüzünde. Kim bilir hangi koyların sularını yarıp geldiler içindeki mutlu insanlarıyla.

 

Damlalar düşüyor kahve fincanının tabağına. Islanıyor tahtadan masanın yüzeyi. Kalkıp yürüyorum birkaç kare görüntüyü kayıt ettiğim cep telefonumu ıslanmasın diye cebime katarak. Antalya’da akşamın fotoğrafını sosyal medyada dostlarla paylaşıyorum.

 

Henüz bir saat önce kıpır kıpır olan caddenin içindeki insanlar azalıyor. Akşam telaşı sarıyor insanları.

 

Ve ustura keskinliğindeki bir yalnızlık acıtıyor içimi.

 

Çay bahçesinin solgun duvarına sünmüş köpekle göz göze geliyoruz. Hani gel desem, uzatsam elimi kuyruğunu sallayarak gelecek, yalayacak elimi. Yerinden olmasın, ıslanmasın diye uzatmıyorum elimi. Nasıl da parlıyor gözleri. Öyle bakıp, seviyoruz birbirimizi.

 

Koca şair Ahmet Arif boşuna dememiş:

 

“Akşam erken iner mahpushaneye/Ejderha olsan kâr etmez/Ne kavgada ustalığın/Ne de çatal yürek civan oluşun/Kâr etmez, inceden içine dolan/Alıp götüren hasrete”

 

Oysa birazdan renklenecek eğlence yerlerinin kapılarındaki neonlar. Müzikler yükselecek akşamın yalnızlık hüznüne inat. Ama içi dışı yalnızlık olanlar bunu fark edemeyecekler.

 

Ne gariptir kalabalıkların yalnızı olmak. Sığınmak iç burkan duygulara. Çiğneyip geçmek sedası geride kalan kaldırımları… Gölgeler gibi silinip gitmek günün son deminden.

Yazarın Diğer Yazıları