Şahin Akçap

Ve bir el silah sesi!

Şahin Akçap

İki iyi adamın yolları gün gelir varsılların bir sahil kasabasındaki tatil köyünde kesişir.

 

Yüksek öğrenimlerini sürdürdükleri üniversitede dünya görüşleri sol çizgidir. Kavgaları ise faşizme, sömürgeciliğe, halk düşmanlarına karşı olmuştur.

 

Birisi mühendis olmuş Anadolu’nun en doğusunda zor koşullarında dişini, tırnağına takarak halkı için çalışmaya devam etmiş… Diğeri ise yaptığı bir evliliğin getirdiği nimetlere boyun eğerek burjuvalaşmıştır.

 

Yozlaşmayanın adının ilk harfinin üzerinde şapka vardır. O Âzem’dir…

 

Diğerinin adı Cemil’dir.

 

Adının üzerinde şapka olan adam yıllar sonra gelip konuk olduğu arkadaşı Cemil’in yozlaştığını, sınıfsal konumu gereği özgeçmişine yabancılaştığını fark eder. Öyle ki Cemil gözünün önünde kaçamaklar yapan karısının orospuluğunu bile görmezden gelmektedir.

 

Âzem bir zamanların onurlu arkadaşını düştüğü bu durumdan kurtarmak için doğup büyüdükleri uzak yurdunun köyüne götürmeyi önerir. Birkaç günlüğüne köylerine dönerler.

 

Cemil’i yoksulluğun diz boyu, ezilmişliğin fotoğraf makinelerinin kadrajına sığmayacak görüntüsüyle baş başa bırakarak, bugünle dünün yüzleşmesini sağlamaya çalışır.

 

Köy içinde fakir, bir deri bir kemik olmuş çocukların resmini çekenlere Cemil mani olmak ister:

 

“Bu ülkenin çok daha güzel resimlerini neden çekmezler?” Diye sitem eder.

 

Âzem kaşlarını çatar:

 

“Çektikleri yoksulluğumuzun resmidir!” Yanıtını verir.

 

Cemil bu sözlerden etkilenir.

 

“Sanki ayaklarımın altındaki toprak sarsılıyor.” Der.

 

Âzem:

 

“Sarsılan yer değil sensin.” Diye elini arkadaşının omzuna koyar.

 

Ve tekrar varsılların; kimin elinin, kimin cebinde olduğunun sahil kasabasına geri dönerler.

 

Âzem bu gezinin arkadaşı üzerindeki etkisinin ne derecede olduğunun merakı içindedir.

 

Cemil’i izler…

 

Ve görür ki değişebileceğini sandığı arkadaşında çürüme ve kokuşma öylesine bir boyuta ulaşmıştır ki, Cemil kendisini aldatan eşinin ekseninden sıyrılıp çıkamaz.

 

Âzem sahil kasabasından ayrılmak üzere çantasına giysilerini yerleştiriken Cemil’in eşi yanına gelir.

 

Eşi üzerinde etki yaratmaya çalışan Âzem’le karşı karşıya kalan kadın Âzem’in suratına okkalı bir tokat atarak direnmesinden vazgeçmesini ister.

 

Yumruğunu sıkar Âzem…

 

Ve tek bir tümce dökülür dudaklarından:

 

“Bunun hesabını bir gün mutlaka soracağız… Bir gün mutlaka!” Der.

 

Cemil’le son kez görüşür Âzem…

 

“Nasıl böyle oldun Cemil?” Diye sorar.

 

Başını önüne indiren arkadaşından yanıt alamaz.

 

Âzem geldiği sahil kasabasından dönüp yürürken bir el silah sesi duyulur. Ve yürüyüp gider…

 

Arkadaş filminin finali bu tek bir el silah sesidir.

 

Gösterildiği yıllarda sinemalarda seyirci rekoru kıran Arkadaş filmindeki o silah sesi çürümüşlük ve yozlaşmanın girdabından çekip alamadıklarınız için verilen mesaj net ve açıktır. O insan ya da insanlar artık sizin kafanızın ve yüreğinizin içinde bitmiş demektir.

 

Sağ ve soldaki ya da ortadaki her insanımızın en çok sevdikleri sanatçılardan biriydi Yılmaz Güney… Ardından Ahmet Kaya geldi. Solda olmayanlar bile Ahmet Kaya’yı sevdi dinledi.

 

Bugün ihanetlerin bin bir çeşidinin yaşandığı hayatlarımızda Âzem gibi düşünmekten başka çare yoktur. Aksi takdirde çürümüşlük ve kokuşmuşluk bir kangrene dönüşerek tüm değerlerimizi yok edip alaşağı eder.

 

Sadece ikili birliktelikler değil. Düşünsel olarak da… Dün emperyalizme kafa tutanların bugün Ortadoğu kanlı projeleri içinde kaybolup gitmeleri… Sahip olduğumuz değerlerin en başta geleni inançlarımızı tepetakla edenlerle hala aynı saflarda olmak da çürümüşlük ve kokuşmuşluğun göstergesi değil midir? Her seçimde mağlubiyetlerden yüzü kızarmayanlarla ve sizi başınıza taç ettiğiniz mücadelenizde yalnız bırakanlarla aynı yolda yürümek acizlik değil midir?

 

İster adı aşk olsun… İster büyük bir dava… Onurunuz üzerine oynanmış entrikaları fark ettiğiniz zaman yapacağınız tek şey kafanızın içinde yükselecek tek bir el silah sesidir. Çünkü hayat; kahpelikler, acizlikler, aldatmalar ve sömürmeler içinde olanları her daim lanetler.

 

Olanağım olsa bugünkü gençlere ve Arkadaş filmini izlemeyenlere filmi izletmek için neler vermezdim neler…

 

Sahi internet diye müthiş bir olanak var. Yaklaşık yirmi yirmi beş yıl önce bir sinema dehası tarafından senaryosu yazılıp, yönetilmiş ve başrolü oynanmış, içinde Anadolu’nun destanını yazan şairlerden Ahmet Arif’in şiirlerinin de geçtiği bu filmi neden bir kez daha izlemeyelim ki.

 

Göreceksiniz o günlerdeki çürümüşlüğün milyon kere milyon keresi bugün yaşanıyor. Ve kafaların, yüreklerin içinde tek bir el silah sesi duyulmuyor…

Yazarın Diğer Yazıları