Şahin Akçap

Van Gölü dedikleri

Şahin Akçap

Çok uzaklardan gelen kamyonun şoförü sol yanından uzayıp gelen kâh görünen,

kâh kaybolan Van denizini işaret etti yanında oturan tıfıl muavinine:

"Bak oğlum şükret gelmem diyordun, uzak oraları bahanesine yatıyordun. Sayemde kocaman yurdumuzun en büyük gölünü seyrederek yolculuk yapıyorsun." Dedi.

Omzunu silkti muavin:

"Git git bitmiyor abi. Ne zaman yetişeceğiz Van'a?"Dedi.

Sol eliyle tuttuğu direksiyonu kavrarken sağ eliyle muavinin ense köküne hafif bir fiske vurdu:

"Ben ne diyorum sen diyorsun."Diye fırçasını attı.

Reşadiye yakınlarında kıyıya yakın bir noktada kenara çekti kamyonu.

"Burada bir güzel dinleneceğiz, üst başımızı yıkar az biraz kestiririz. Arkadaki mazot bulaşmış çadırı da bir güzel gölde yunarız. Az uyuyunca güneşe serdiğimiz çadır ve esvaplarımız kurur." Dedi sesini sonra sesini emri vaki bir ton vererek:

"Hadi bırak miskinliği. Canın çekerse suya da gir." Dedi.

Muavin kamyon durur durmaz atladı aşağıya:

"Abi deterjanımız yok ki! Nasıl çıkar o katransı mazot lekeleri." Deyince bir kahkaha patlattı şoför:

"Yahu sen ne cahil adamsın. Hiç duymadın mı Van gölünün Allah tarafından deterjanlaştırıldığını? Bu göl bir tek namus lekesini çıkarmaz. Her lekeyi söküp atar." Dedi.

Önce karınlarını doyurdular, ardından da kamyonun arkasında dürülü olan çadırı sürükleyip gölde yıkadılar. Sonra da bir güzel gün altına serip kurumasını beklerken uzanıp dinlenmeye çekildiler.

***

Biyoloji öğretmenimiz olmalıydı. Dersten arta kalan zamanda sohbet ederdi bizimle. Öyle bir anda anlatmıştı Van'a ilk gelişini:

"Batı Anadolu'da doğan biri için Doğu ve Güneydoğu bir bilmece ya da gizemli bir yurt köşesi gibi görünür. Görev yerim Van olunca aldı mı bizimkileri bir telaş. Oralar uzak, ertele ya da dondur görev emrini. Allah'ın bile unuttuğu yerlerde ne işin var dediler. Hiç umursamadım ilk görev yerim diye yatak yorganımı denk edip, valizlere giysilerimi doldurunca çaresiz babam da düştü yanıma. Ancak yol o kadar uzaktı ki bir gündüz bir geceye sığan o yolculuk garip bir umutsuzluk yüklemişti içime. Babam ses etmiyor ama içinden neler söylediğini suskun ve sert yüzünden anlayabiliyordum."

"Her yer dağlar, kıvrılan yollar. Hele mola yerlerindeki kontrolsüzlüğün yarattığı kirlilik iyice canımızı sıkmaya başlamıştı. Allah'tan şoförümüz tatlı mı tatlı, nüktedan bir hacıydı. Sık sık çay ikramları, yol boyunca mikrofondan bilmece oyunları, bir kutu içine doldurulan koltuk numaraları çekilerek yolculardan şarkı ya da fıkra istekleri sıkıntımızı azaltıyordu. Ama sağlı sollu ağaçsız, yeşili az çıplak dağlar gülümsemelerimizi kaybettiriyordu."

"Az daha sabredin diye çay dağıtan muavine sonunda yüksek sesle nerede kaldı sizin bu Van'ınız tam derken; Tatvan levhasını görmüş ve birden maviliğin ikizleştiğini fark etmiştim. Nihayet Van gölü görünmüştü. Tatvan'da yolcu indir bindir yapılırken iki saat daha yolumuz olduğunu söyleyen genç muavin, bundan sonrası tatlı bir yolculuk abla. Van gölü bir görünecek bir kaybolacak derken aha size Van olacak demişti. Niye yalan söyleyeyim o eşsiz mavilik tüm karamsarlığımızı söküp almıştı içimizden."

***

"Hadi bakalım aslan oğullarım. Azıcık ucundan." Denilerek sünnet edilmiştiler. Pipiler dona ya da pantolona sürtünüp kanamasın diye önceden sünnet entarileri dikilmişti.

Koca neneleri bir güzel armağanlar vermiş, eş dost küçük altınlarla yorganlarını donatmıştı.

"Ne zaman pantolon giyeceğiz." Diyen huysuz küçüğe babaları:

"Bugün yatacaksınız, yarın bahçeye öbür gün denize gideceğiz. Sonra da top bile oynayacaksınız." Demişti.

Sünnet olan çocukların dermanı Van gölünün sodalı suyuydu. Sargıları alındı mı doğru göl kenarına götürülür, semaverler yakılır, piknik sepetleri açılır, serilen çulların, savanların üzerine loplar atılır, ağaçlar arasına gerilen iplerden salıncaklar yapılır sonra da sünnetli çocuklar bir, iki, üç diyerek gölün sularıyla kucaklaştırılır. Bu merasim sonrası sünnetli yerleri kabuk bağlar çabucak iyileşir.

***

Çilli kız annesinin kulağına fısıldadı:

"Gız anam, güzel anam komşu dedi ki seni anan on gün üst üste denize götürür çimdirirse çillerin dökülür gider dedi."

Buğday sarısı örgülü saçlarını okşadın anası.

"Babana diyek Edremit'e bibin gile götürsün seni. Orda kal. Bibinle denize gir, çık dökülsün çillerin gızım." Dedi anası.

O akşamı dar etti çilli kız. Babası razı gelince on günlüğüne bibisine misafir oldu.

Çilleri bir yana hiç gitmeyen sivilcelerinden de muzdaripti. Arada bir kaşıyıp kanatıyor, kanayan sivilceler daha da bir çirkin görünüm alıyordu.

Bibisinde on gün misafir oldu. Ve her gün Van gölüne girip yüzdü.

Sivilcelerinden eser kalmamıştı ancak çilleri duruyordu.

Eve döndüğünde:

"Yüzün pıpıl pırıl parlamış gızım." Dedi annesi.

Suratını astı çilli kız:

"Sivilceler ve lekeleri kayboldu ama çiller duruyor." dedi.

Kızını bağrına bastı annesi:

"A menim buğday renkli gızım, bak bir her kese. Her kesin çili var mı? O çiller sana emaneten verilmiş. Hem ne güzel de yakışıyorlar yüzüne. Sen dua et o hain sivilcelerden kurtulduğuna." Diye teselli etti.

O günden sonra çilli kız asla çillerini dert etmedi.

*** 

Van gölü dedikleri yüksek bir deniz… Etrafı dağlarla çevrilmiş volkanik kimyasalların şifalı deryası.

Biz ona hoyrat davranıp, korumasak da o bizlere şifa dağıtmaya devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları