Şahin Akçap

Üstü açık rüyalar

Şahin Akçap

“Alıp beynimi sorgulayıp, içinden geçenleri okusalar.”Dediğimiz anlar ne çok olur. Bu duygu insanın kendini anlatamadığı zaman birikir ve bir kartopu gibi yuvarlana yuvarlana şebe(çığa) dönüşür. Oysa sözün olmadığı yerde vücut dili konuşur. Bakışınız, duruşunuz, hal ve hareketiniz hep sizi ele verir.

Şükür ki içine atanlardan olmadık. Doğru neyse onu anlattık, yazdık. Kimi zaman kırılanlar, gücenenler oldu. Onlar da bir süre sonra anladılar ki muradımız bir çırpınıştan rüzgâr oluşturmak. Ve o rüzgârı imbata(melteme) dönüştürüp uzak diyarlara taşımak.

Özelden söyleştiğimiz bir dosta rüyalarımı anlattığımda güzel bir espri yapmıştı.

“Hocam uyurken üstün açık kalıyor olmalı.”

Ne çok gülmüştüm bu saptamasına… Doğruydu yastığa başımı koyduğumda başlar çalışmaya zaman makinesi ve hızla bir sinema makinesine dönüşür, çoğunlukla geriye sarar. Kimi zaman kopar, sıçrarım yatağımdan, sarılırım telefona hani arayan biri olmuş mudur kaygısıyla mesajları tararım. Sabahı dar edip, güneş yükseldiğinde o çok merak ettiklerimi ararım tek tek. Sesleri umudumu tazeler, şükrederim.

Çocukluk arkadaşım Diler İhsan Özaçmak tıbbiyeyi bitirtip doktor olduğunda rüyalarımın çokluğunu anlatmıştım.

-Bu duruma tıp ne diyor? Sorusu yöneltmiştim.

“Hayal gücün zengin ve sağlıklı beynin işareti.” Yanıtını vermişti.

Öyle midir, değil midir artık giderek netliğini yitiriyor yaşadıklarımız. Ama ben hala gecede birkaç rüyayı görebiliyorum. Hani diyelim rüyanın bir yerinde uyandım değil mi? Bir bardak serin su içip gözlerimi kapatınca kaldığım rüyaya devam ediyorum.

Bizimkilere o kadar çok anlatıyorum ki rüyalarımı hemen rüya tabirleri kitabına sarılıyorlar ya da internetten her hangi bir arama motorunu tıklayarak yorumunu buluyorlar.

Kim zaman üstü açık rüyalarım oluyor. Hani sevimsiz, nifakçı, kötülük saçanlar için düş dünyam dar ağaçları kuruyor, giyotinler çalıştırıyor, elektrikli sandalyeler konuşlandırıyor ve hatta bir infaz mangası ellerinde tüfekleriyle hainleri kurşuna diziyor.

Oysa rüyalarım hiç böyle kanlı, kinli değildi.

İçinde Van Gölü vardı, göğümde allı turnalar, ufkumda lacivert göğsü beyaz Erek dağı.

Değişiyor insan, değiştiriyor yaşananlar. O sevgi dolu yüreklerimiz giderek ne zaman patlayacağı bilinmez dinamit kutularına dönüşüyor.

Biliyorum…

Zamanı geldi… Yüreğim epeyidir kalk borusu çalıyor. Kal ve sılaya doğru yollan diyor.

Bulamazsan, göremezsen da yarpuz yüklü dereleri, serin sulu bulakları… Bizim ellere yüz sür, salkım söğütler altından geç, dalları ceviz yüklü ağaçların altında çulları serilmiş, lopları döşenmiş, semaverleri ateşlenmiş sofraların konuğu ol.

El et bir gölge renkli kuğu gibi mavi sularda süzülüp duran Akdamar Adasına.

Kim bilir o köpük köpük suların arasından çıkacak Tamara’yı göreceksin. Uzakta çok uzakta bir yıldız gün ışığına meydan okurcasına yükselecek başucunda. Memleketi hissedeceksin…

Yazarın Diğer Yazıları