Şahin Akçap

Toprak yiyen kadınlar

Şahin Akçap

Kapımızın önünden geçen at arabası tahta sandıklarda balık dolu olan balıkçı:

“Taze balık! Taze balık! Yeni çıktı sulardan!” Diye bağırdığında, eline en derin kaplarını, kuşhanelerini alan komşular koşardı. Kilo hesabı değildi  Van Balığı… Ya taneyle satılırdı ya da balıkçı terazisinin kefesine imanına bir doldurarak ve helalleşerek satarlardı. Balığın çoğaldığı zaman da teneke hesabı satılıp, alınır sonra da kışın közlenip sofraya getirilsin diye tuz basılmış tenekelere salamuraları yapılırdı.

İncili Kefali kapan kadınlar subaşlarında ellerinde makaslarla balığın karnından girer, solungaçlarını çıkarır bir güzel temizlerlerdi. Bazen balığın yarılmış karnına iki elin başparmakları basılarak kolayca filetosu da çıkarılır, un ve yumurtaya bulanarak kızartılırdı. Ama en çok uygulanan yöntem; ya tandırlardı ya da on iki kilo gramlık yağ tenekelerinin açılıp, tepsiye dönüştürülmesi ve üzerine dizilen balıkların odun fırınlarında pişirilmesiydi. İncili kefalin karın boşluğundaki kırmızı havyar fırında ya da pişirildiğinde tabanca namlusuna sürülen kurşuna benzerdi. Yağda kızartıldığında ise temizlenmeden önce havyarlar bir kaba alınır, içine soğan, maydanoz, dereotu, nane doğranıp bir yumurta ve bir kaşık unla harmanlanıp çırpılarak balıktan ayrı kızartılırdı. Farklı biçimlerde pişirilen Van denizi balıklarının sofra arkadaşı da ayran aşı olurdu.

Yıl 1974… Aylardan Ağustos!

“Ayşe tatile çıkabilir.” Parolasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri Kıbrıs’a barış çıkarması yapar. Amaç adada son yıllarda Türklere karşı yapılan ölümlü saldırıları durdurmak ve askeri yönetimle çalkalanan Yunanistan’a, soydaşlarımızın yalnız olmadıkları mesajı vermektir. Dönemin lideri namı değer Başbakan Bülent Ecevit’tir.

Amber teyzemin oğlu Veysel ağabey o yıl asker… Duvar komşumuz Pehlivan Enver ağabey ve Fiza ablaların oğlu Necati’de Tunceli Hozat’ta asker.

Briket duvarla ayrılan toprak damlı evimizin küçük bahçesinde Şaplorens teypten Ruhi Su türküleri dinlediğim sırada sesler geliyor komşu taraftan. Sesler çoğalınca kısıyorum teybin sesini, duvardan boylanıp komşu tarafa başımı uzatıyorum.

Teyzem Amber Hanım telaşla koşturuyor, bir taraftan da etraftan yardım istiyor:

“Koşun! Fiza fenalaştı! Kolonya bir bardak su getirin kızlar.”Diyor.

Briket sınır duvarını aşıp yanlarına iniyorum.

Fiza ablanın zayıf bedeni sedire uzatılmış, kolonya ile şakakları ovuluyor ve dudakları suyla ıslatılıyor.

Korkulan olmuyor, Fiza abla kendine gelip, uzatıldığı sedirden doğrulup kalkıyor. Amber teyzemin elinden tutup:

“Başım döndü, gözlerim karardı.” Diyor kısık sesiyle.

Teyzem:

“Tansiyondur… Kızlar ayran hazırlıyor, birazdan bir şeyin kalmaz.” Diye rahatlatmaya çalışıyor.

Sonra Fiza ablanın bu ani rahatsızlığının nedenini öğreniyoruz. Çimento fabrikasındaki işinden dönen rahmetli Amber teyzem, Fiza ablaya merhaba demek için uğramış. İkisinin de oğlu asker ya… Ve bir de Kıbrıs Barış Harekâtı olmuş dertleşmek istemişler ya… Radyodan da Hasan Mutlucan’ın kahramanlık türküleri çalınca, teyzem elini göğsüne vurup:

“Ne mutlu asker anasıyız. Bu vatana bir değil, bin oğlumuz feda olsun!” Diyesi olunca Fiza abla duru mu, o da galeyana gelip zayıf ve çelimsiz göğsüne:

“Benim oğlum da asker, bin defa vatana feda olsun.”Diye yumruğunu indirince olan olmuş, şiddetli yumruğu Fiza ablayı kendinden geçirmiş.

O gün, Fiza ablanın etrafına toplanan mahallemizin ağır ablalarını da ruh halleriyle tanımıştım.

İçlerinden biri hala kendine gelemeyen, sedirde yatan Fiza ablanın dudak kenarındaki toprak lekesini elindeki tülbentle silerken:

“Kız abla yine mi toprak yedin?” Diye sormuştu.

Fiza abla da diğer kadınlar gibi arada bir; kim bilir, kimlerden kalmış eski kerpiç duvar yıkıntılarına bir uğrar, toprağındaki çikolata ve kiremit renkli katmanından ince, minik bir parça alıp ağzına atarmış.

Merak etmiştim toprak yiyen kadınların bu davranışını… Kimi aşeren kadınların bir refleksi olduğunu söylemişti, kimi de nefsin gereği demişti. Mahallemizin İstanbul’da üniversite okumuş Memoş abisi rahmetli Ertan ağabey:

“Demir eksikliği olan insanlar böyle bir ihtiyaç duyar.”Diye fısıldamıştı kulaklarımıza da öyle geçmişti merakımız.

Zaman öğüterek geçmeye devam ediyor…

Amber teyzem de, oğlu Veysel’de Fiza abla gibi rahmetli oldular. Ama artık inanıyorum ki şimdiki analar o günkü toprak yiyen analar gibi göğüslerine yumru vurup

“Oğlum bu vatana feda olsun!” Diye çığırmıyor. Tam tersi:

“Oğullarımız beceriksiz, vicdansız, insafsız politikaların yarattığı kavgalarda, çatışmalarda, terör eylemlerinde kurban edilmesin!” Diyor ve barıştan başka yol olmadığına inanıyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları