Şahin Akçap

Nereden nereye

Şahin Akçap

Şaşaalı yaşamak bilinçaltındaki karmaşıklığın dışavurumundan başka bir şey değildir.

Günümüze kadar ayakta kalan görkemli sarayların ihtişamının temellerinde savaş ganimetlerinin, yoksul halkın iliği kurutularak elde edilen sömürü yatar.

Elbette en güzel koşullarda yaşamak insanın hakkıdır. Ama helal ve alın teriyle… İçinde ah ve gözyaşı olmayan…

Öyle liderler vardır ki halkının yaşadıklarından bir adım öteye gitmezler. Halkın sosyal ve ekonomik durumunu yakından takip ederler. Sıkça halkın arasına katılarak onların güncel sorunlarını dinleyerek çözüm üretirler.

Ve öyle liderler ve eşleri vardır ki Lale Devrini yaşamak için var olan tüm değerleri çiğneyerek geçerler.

 Tüyü bitmemiş yetim hakkıymış… Kul hakkıymış yalnızca seçim sırasındaki hamaset nutuklarında yer alır.

 Tarihin içinde yolculuk yaptığımızda, 1789 Fransız Devrimi öncesi yaşanmış bir trajediyle karşılaşırız…

 Yoksulluktan ve sıkıntılardan bunalan halk göz kamaştıran sarayın önüne toplanıp bağırdığında zamanın kraliçesi sorar:

 “Neden bağırıyorlar?”

 Yanıt yanındaki dalkavuklarından gelir:

 “Açız, ekmek istiyoruz!” Ve kraliçenin o sözü saraylarda, ihtişam içinde yaşayanların aymazlığının küçük bir örneği olarak tarihe kayıt olur:

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.”

Devasa bir yapı son günlerde sosyal ve tüm yazılı, görsel medyada yer almaya başladı. Cumhurbaşkanlığı köşkü olarak yapılan bu çağdaş sarayın sadece alanı 300–350 bin metre kareyi buluyormuş.  Varın artık siz içindeki odaların sayısını düşünün. Usta yazar Yılmaz Özdil köşe yazısında böyle bir köşkün bugüne kadar dünyada tek olduğunu yazdı.

 Benim kafama takılan da şu oldu…

 Ak Saray adı verilecek görkemli sarayın ağaçları dışarıdan ithal edilmiş ve binlerce Dolar sırf bu ağaçlar için harcanmış.  Çelişkiye bakın! Bir yandan ülkemizde yeşile karşı başlatılan acımasız kıyıma dur dememek, göz yummak diğer tarafta asgari ücretlisinin, emeklisinin her gün cendereye dönüşen ekmek kavgasında inim inim inlediği bir sırada yabandan, başka ülkelerden getirilen ithal ağaçlar… Haberciler ağaçların çoğunun kök salmadığını, toprağın bu ağaçları adeta kabul etmediğini onca paranın heba olduğunu yazdılar.

 

İşte tam bu haber kargaşası içinde aklıma o büyük şairin Vasiyet şiiri düştü.

 

Biraz duygulanacak, hüzünleneceksiniz ama…

 

Şöyle bir yaslanın arkanıza ve Nazım Hikmet’in Vasiyet şiirinde Anadolu’nun kutsal diyebileceğimiz çınar ağacı için neler hissedip yazdığını okuyunuz.

 Biliyorum bu şiiri okurken Gülhane Parkında Ben Bir Ceviz Ağacıyım şiirini de anımsamakta gecikmeyeceksiniz…

 VASİYET 

  

Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, 
ölürsem kurtuluştan önce yani, 
alıp götürün 
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu 
            ırgat Osman yatsın bir yanımda 
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp 
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.

Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, 
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, 
tarlalar orta malı, kanallarda su, 
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, 
toprağın altında yatar upuzun, 
            çürür kara dallar gibi ölüler, 
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

Ama bu türküleri söylemişim ben 
                     daha onlar düzülmeden, 
duymuşum yanık benzin kokusunu 
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

Benim sessiz komşulara gelince, 
şehit Ayşe'yle ırgat Osman 
çektiler büyük hasreti sağlıklarında 
belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, 
- öyle gibi de görünüyor - 
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni 
ve de uyarına gelirse, 
tepemde bir de çınar olursa 
taş maş da istemez hani... 

                                                                    1953, 27 Nisan 
                                                                    Barviha Sanatoryumu

Yazarın Diğer Yazıları