Şahin Akçap

Mızmız

Şahin Akçap

Çocukken tam toplanıp bir oyun hazırlığı yaparken çıkar ortaya huysuz. Taş koyar her dediğinizde. Öyle ki güç bela ikna edip sürersiniz sahaya en umulmadık yerde kendi kalesine gol atar.

Plan yaparsınız… Sen şurada, o burada, öteki de orada olacak dersiniz. Huysuz hemen fır döner ortalık yerde. İlla orası benim der kimseye söz söyletmeyip. Hani tadın bozulmasın diye eyvallah edersiniz. Olmadık anda terk eder olduğu yeri. Kaçar gider sevinçleriniz, bozulur bütün planlarınız.

Huysuzun bir de sürekli vır vır edeni vardır. Bir türlü beğenmez arkadaşlarını. Takım arkadaşlığını umursamaz. Satar takımını iddialı bir maçın en sıcak anında. Çekilir bir kenara. Ne söylerseniz boş… Söylediğinizi duymaz bile. Bir kulağından girer, ötekisinden çıkar. Oyun alanını terk ederken de ha bire söylenir. Sonra tepesi atar oyun arkadaşlarınızdan birisinin:

 “İtti seneye gitsin, bırakın mızmızı!” Der celallenip.

Mızmız ya birden duralar. Tavrına karşı alınan kesin tavırla sarsılır. Yeniden dönmek ister sahaya. Döner ama arkadaşlarının morali sıfırlanmış, istekler çoktan dip yapmıştır. Takım karşı tarafın üstünlüğüyle yerle bir olur, mağlubiyeti kaçınılmaz olur.

 Mızmızların diğer adı oyunbozandır… Akılları fikirleri var olan doğruyu ters yüz etmektir. Ne arkadaşlık bilinçleri gelişmiştir ne de doğal olarak dayanışma ruhu. En haklı ve mantıklı bir durumdan en haksız ve mantıksız durumu oluştururlar.

Böyleleriyle ailelerinin başı da derttedir. Bilirler ki bu huyla çocukları arkadaşsız, dostsuz ve yalnız kalacaklardır. Çaktırmadan ve gizliden arkadaşlarını etkilemeye çalışırlar. Ve hatta el altından en sevimli ikramlarda bulunurlar. Maç yapılacaksa hemen en güzel topu alıp çocuklarının koltukları altına sıkıştırırlar ki takımdan dışlanmasın. Ama huysuz ve mızmız bu jeste de aldırmaz. Diyelim oyun esansında penaltı oldu değil mi? Top benim diye penaltıyı atmak için takım arkadaşlarıyla didişerek penaltı noktasına koşar. Gol atar mı? Atamaz!

Bizim mahallede adı Devlet olan bir arkadaşımız vardı. Mağrur ve kibirle kuşatılmış gibiydi. Kaşları çatık ve her daim yüzü gölgeliydi. Benim dediğim dedik, çaldığım düdük ayaklarına yatardı. Oyun kurmakta yeteneğin kırıntısı, oynamakta ise zerre kadar heyecanı yoktu. Çok ama çok maçımız onun mızmızlığı yüzünden yarım kalmış, gazozlu, baklavalı iddiaya girdiğimiz maçları kaybetmiştik.

Aradan yıllar geçti…

Mevsimler değişir de insanlar değişmez mi? Değişir tabi. Ama bazılarının mızmızlığı ve de huysuzluğu hiç değişmezmiş. O da değişmedi. Öyle mağrur ve mızmız olarak:

“Kimse bana karışmasın, rahatım, mevkim ve makamım bozulmasın.”Diyerek ot gibi yaşayıp gitti.

Adı Devlet’ti… Devletle ilgi ve alakası hiç ama hiç yoktu. Adıyla çağırsanız tınmazdı bile. Mızmız dediniz mi cümle âlem “Aha işte bu!” Diye parmakla gösterirdi.

Yazarın Diğer Yazıları