Şahin Akçap

Eyvah! Yine o zihniyet!

Şahin Akçap

İletişimin dorukta olduğu bir dünyada yaşarken yine o zihniyet hortladı.
İlk sansür Yunus Emre'nin:
"Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları
Bana sana gerek seni" Dizlerinin geçtiği ilahisine geldi.
Hem de Lise ikinci sınıfta okutulan kitap yedi sansürü.
İlahiyi irdelediğinizde ve dünya görüşünüz ne olursa olsun yorumladığınızda ana tema Allah sevgisinin her şeyin üzerinde olduğudur.
İşte o sansürcü ve kendini bilmez zihniyet Yunus Emre gibi bir Anadolu şair ve bilgesinin içinde hiç de olmayan ilahisine yasak mührünü vurdu.
Yasaklar iplik söküğü gibidir. Ardı ardına gelir. Ve öyle de oldu. Amerikalı yazar John Steinbeck'in dünyada var olan tüm dillere çevrilen klasiği Fareler ve İnsanlar romanın falanca sayfasında yazdıkları çıkarıldı(sansürlendi) ardından da Brezilyalı yazar Jose Mauro de Vasconcelos'un yazdığı Şeker Portakalı yasaklandı.
Yani başta Yunus Emre olmak üzere diğer iki dev yazarın yazdıkları insanımızın aklına ve ruhuna zarar verir işlemi gördü.
Sansürü çok genç yaşta, iliklerine kadar hissetmiş bir kalem erbabı olarak çok iyi tanırım. Hem sansürü hem de sansürcü zırtapozları. Onun için diyorum ki korkmayın! Bakınız bu yasaklar kitaplara karşı insanımızı daha bir yakınlaştıracak ve üstelik yasak mührünü yiyen sözünü ettiğim yazarların kitapları en kısa sürede en çok okunanlar arasına yer alacak.
İlk gençliğimde üç kez sansürle yüz yüze geldim. Birini okurlarımla paylaşmıştım.
Yasakçının o tarhlerde Van Kütüphanesinde bir memur olduğunu ve üstüne üstlük Yaşar Kemal'in İnce Memed destansı romanındaki coğrafyada doğmuş biri olduğunu paylaşmıştım. O'na göre Yaşar Kemal ve yazdığı eserler kafa bulandırıyor, tehdit unsuru oluşturuyordu. O yazarın ve onun kitaplarını öneren öğretmenler de okuyanlar da tehlikeliydi. Ne yazık o sansürcü kafa, Van Kütüphanesindeki Yaşar Kemal'in İnce Memed'ini bizlerin okumasına sunmak yerine raflarda kalmasını tercih etmişti. Peki bu çirkin duruş bizi engellemiş miydi?
Hayır engelleyememişti!
Hafta sonları bir taş ocağında yevmiye hesabı çalışarak İnce Memed'in henüz iki yayınlanmış cildini alarak kütüphane memurunun çağdışı markajını alın terim ve emeğimle çalımlayıp geçmiştim.
Bir başka sansürü da yazdığım şiir ve denemeleri yayınlayan tüccar zihniyetli bir zat uygulamıştı.
"Yazdıklarında uyduruk kelimeler var!" diye Türk Dil Kurumunun; Arapçadan, Farsçadan ayıkladığı arı Türkçe sözcükleri bahane ederek yazı metinlerimin yer aldığı kâğıtları küstahça önüme fırlatıp atmıştı. Öyle ki henüz yeni çıkardığı ve ilan alma süresini doldurmaya çalıştığı gazeteye üç kuruş almadan aylarca yazılar, şiirler sunmuştum. 
Tüccar zihniyetli matbaacının o tavrı sonunda hırslanmış; Demokrat, Vatan ve Politika gibi ulusal gazetelerin Bölge muhabirliğini üstlenmiştim. Arada bir yazdığım küçük öykülerim Demokrat Gazetesinin sanat sayfalarında Sinan Çetin'in fotoğraflarıyla süslenerek yayınlanmıştı. Yani sansürcüler ilkel tavırlarıyla barikatlar oluşturacaklarını sanırken okuma ve yazma hırsımı kamçılamışlardı.
Bir diğer sansürlemeyi de öğretmenliğe adım olarak nitelendirdiğimiz stajyerliğim sırasında yaşamıştım. 
Üç hafta süren staj sürecinin son haftasında pratiğe yer veren usta öğretmenlerimizin de hoşgörüsüyle en sevdiğim Türkçe dersinde beşinci sınıf öğrencilerine İranlı öğretmen ve ünlü yazar Samet Behrengi'nin; Bir Şeftali Bin Şeftali ve Küçük Kara Balık öykü kitaplarını önermiştim. Bu köy öğretmeni yazarın ülkesi İran'da şahlık düzenine başkaldıran öykülerinin farkında olan bir öğrenci velisi de yememiş içmemiş ve sabahı dar atarak okula koşmuştu. Okul müdürü henüz öğretmen bile olmamış benim gibi bir tıfılı ve stajyerliğimi yürüten öğretmeni odasına çağırmıştı. Suçum şikâyetçi velinin oğlunun da olduğu beşinci sınıf öğrencilerine hafta sonu okumaları için Samet Behrengi'nin öykü kitaplarını önermemdi.
Okul Müdürünün olaya ne şiş yansın, ne de kebap yaklaşımı; öfkeli veliyi dilekçe vermekten vazgeçirmişti. 
Ancak yaralıydım... Kendimi sınıfını bana emanet eden kıdemli bir öğretmene ihanet etmiş gibi hissediyordum. Tam özür dilerken elimi tutup:
"Bence stajının en can alıcı anıydı bu! Önerdiğin İranlı yazarın Şah rejimi tarafından öldürüldüğünü ve bedeninin Aras Nehrinde bulunduğunu biliyorum. Bana kalırsa okunması gerek çok değerli bir yazar. Senin alacağın derse gelince... Unutma namuslu bir öğretmenliğin ne kadar zor ve tehlikelerle dolu olduğunu görüp, yaşadın. Bilimselliği ilke edin ve Samet Behrengi gibi değerleri küçümseyenlerin karşına geri adım atmayan aydın bir öğretmen olarak her zaman çıkacağını unutma!" Demişti.
Bu anlattıklarımın üzerinden tam otuz üç yıl geçti!
Şimdi yıl 2013!
Ve dünyada en çok saygı duyulan bir Anadolu aşığı Yunus Emre sansürle sobeleniyor. Yine dünyada en çok okunan iki dev yazarın eserleri ülkemizin gençleri için tehlikeli olarak değerlendiriliyor.
Saygıdeğer yazar ve eleştirmen Doğan Hızlan CNN Türk'ün edebiyata gelen bu çağ dışı saldırılar için anlamlı yorumlar yaptı. Özetle:
"Hala ülkemizde sansür gibi bir belayı insanımıza reva görenlerin olduğuna inanmak istemiyorum. Bu tip insanların yasakçı kurulları varsa hemen ve hiç vakit kaybedilmeden kaldırılmalıdır." Dedi.
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay da, Doğan Hızlan gibi düşünüyordu. Bu ülkeyi yöneten iktidarın Kültür Bakanı olarak konuşması içinde geçen:
"Cahille yol yürünmez, zalimle bal yenilmez." Gibisinden söz etmesini de manidar buldum.
Bakalım yasaklamanın ve sansürlemenin odak noktasındaki Milli Eğitim yetkilileri neler söyleyecek. Çünkü sansür mührü yiyen o yazar ve kitaplarla ilgili geçmişte hiç bir yasaklama yok.
Eğer:
"Biz o yazar ve yazdıkları kitaplara karşı değiliz, sadece içinde geçen bazı anlatımlarla ilgili sıkıntımız var." Savunması yapılacaksa ki dilerim yapılmaz; bu kez yapılan hata ve suçlar ikiye katlanır. Sonuç olarak da bütün bunları ülkemizdeki ve dünyadaki yazın otoriterleri bir skandal olarak değerlendirir. Ve yaşanan bu ucubelikler edebiyat tarihimize de kara bir sayfa olarak tescillenir!
Not: Van Kütüphanesinde Yaşar Kemal'i yasaklayan kafayı anlattığım bir yazımda Avrupa ülkelerindeki kütüphanelerin çalışmalarından söz etmiştim. Elektronik kütüphanecilikten... İnsanların ayağına kadar emanet kitap götürüldüğünden... 
Bu uygulamanın bizim ülkemizde birçok büyük kentte olduğundan da dem vurmuş, gezici kütüphaneleri anlatmıştım. 
AKP İktidarının ilk Kültür Bakanı olan Doç. Dr. Hüseyin Çelik, o yazımı okuyarak nazik bir jeste bulunmuş, mektup göndermişti. 
"Bundan sonra ülkemizde yazarların ve kitapların yasaklanmayacağı bir sürecin yaşanacağı..." Umudunu vermişti. 
Dilerim Başbakan Yardımcısı ve Hükümet sözcüsü Sayın Çelik ülkemizin kültür hayatına kara bir leke gibi düşen bu nahoş ve çok işgüzarca duruma tepki gösterir, Sayın Doğan Hızlan'ın, CNN Türk'te söylediklerini de değerlendir.

Yazarın Diğer Yazıları