Şahin Akçap

Çörek tadında bir hafta sonu kahvaltısı

Şahin Akçap

Bir hafta önce Van'da kurulan devasa Van Kahvaltısı şöleni Vanlılara Guinness rekorunu kırdırmıştı. Hem de rakip ABD'yi olağanüstü bir sayıyla ekarte ederek. Uzak olsak da memleketimizde hemşerilerimizin tek bir yumruk olmasının sevincini yaşamıştık.

—Orda olmak vardı şimdi. Demiştim telefonda Van medyasının lokomotif isimlerinden sevgili kardeşim İkram Kali’ye.

“Heyecan vericiydi. Bir yarıştan öte duygular yaşadık.” Demişti.

Cuma günü Van’dan gönderilen kargonun üzerinde Van Sesi Gazetesi yazıyordu. Her halde gazetedir diye teslim alıp koliyi açtığımda, içinden çörek ve Van peyniri çıktı. Buruk bir hüzün yaşadım. Hani geçen haftaki konuşmamdan etkilenmiş olmalı İkram dedim iç sesimle. Nefsini köreltsin diye özenle ambalajlayıp kargoya vermiş.

İkram’ın rahmetli anası Reyhan teyze de sürprizleri seven bir kadındı. Her sabah okula giderken önünden geçtiğim evlerinin kapısında hal hatır sorar:

“Kahvaltı yaptın mı şah oğlum.” Derdi. Sonra da:

“Hele bir dur.” Diye kaşla göz arası içeri girer, çakır açık ekmeğe dürdüğü otlu peynirli lokmayı elime tutuşturup:

“Yiye yiye git afiyetle.” Derdi.

Müthiş duygusaldı. Muhacir kadınların hepsinde bu özellik var mıydı yoksa Reyhan teyzenin ruhunda mı vardı esirgeme duygusu?

Selamsız sabahsız kapısından geçene kırılır, serzenişte bulunur:

“Bir selamımız var onu unutmamalı.” Derdi.

Bizim sokaktan Reyhan teyzenin evine dönen yolun tatlı bir yokuşu vardı. Melek’in tepesi derdik o minik yokuşa. Kışın çocukluğumuzda o tepede kızak kayardık. Bazen çocukça hinliğimizle gece el ayak çekildikten sonra kızakçı arkadaşlarımızla tepeden aşağı su boca eder, buzlanmasını sağlardık. O zaman kızaklarımız daha hızlı kayardı tepeden. Ancak hemen yakındaki askeri kışlanın yolu da buradan geçiyordu. O zaman atlı subaylar vardı. Emir erinin eşliğinde subaylar atlarıyla bu yoldan geçerek kışlaya giderlerdi. Günün birinde subayın birinin atı buzdan kayganlaşmış tepeden kayıp yuvarlanınca ve subayda fena halde düşüp yaralanınca tepeyi buza dönüştüren biz çocuklar için günün farklı saatlerinde gönderilen inzibatlar korkulu düşümüz olmaya başladı. Kızaklarımızı toplayarak kırmaya başladılar. Hani haksız da değillerdi.

Yine karlı bir kış günüydü… Tepeden aşağı kızağımla kayarken, ansızın atlı subayın birine denk geldim. Yanındaki emir eriyle birlikte attan inerek ensemden yakalayıp kızağımı aldılar ve postalları altında paramparça ettiler. Kızağı kaptırmak neyse de emir eri kolumdan tutmuş:

“Yürü bakalım! Ordunun subaylarının yolunu balıksırtına dönüştürmek nedir göreceksin!” Diye bağırıyor ve ben de avazım çıktığınca:

—Ana! Ana! Diye feryat ediyordum.

Sesimi anama duyuramamıştım ama Reyhan teyze duymuştu. Evinin avlusundaki tahta kapıdan fırtına gibi koşup gelerek emir erinin elinden kurtarmış:

“Ben cezasını veririm. Siz yolunuza gidin!” Demişti.

Askerin mengene gibi sıkan elinden kurtulunca Reyhan teyzenin beline sarılmıştım.

Hava soğuktu… Sese çıkan eşi Mecit amca:

“Kayacak başka yer mi yok oğlum? Sizinki de iş mi?” Diye sitem ederken Reyhan teyze:

“Bırak bağırmayı! İçeri alalım da su içirelim. Çok korkmuş!” Demişti.

İkram kardeşim işte bu güzel insan mekânı cennetlik Reyhan teyzenin oğluydu. Ve bana onca işinin arasında zaman ayırıp otlu peynir ile çörek yollamış.

Cumartesi ve Pazar kahvaltısında çörek ile Van peynirli kahvaltımı yaparken hep o günler geçti gözlerimin önünden.

Şimdi bizim mahallenin o tepesinde kışın çocuklar kızaklarla kayıyor mu, kaymıyor mu bilemiyorum. Ancak Jandarma kışlası hala mahallemizin yakınında duruyor. Ve atlı subaylar çoktan tarih oldu. Kışlaya gidip, geldikleri askeri araçlar son model ve de tekmili zırhlı.

Bu anımı İkram’a anlatmış mıydım, anlatmamış mıydım? Onu da hatırlamıyorum.

Hatırladığım iki gündür kahvaltımın İkram’ın gönderdiği şeref konukları Van otlu peyniri ve çöreği…

Yazarın Diğer Yazıları