Şahin Akçap

Çelişkiyi çelişkiler içinde çözebilir miyiz?

Şahin Akçap

*Emek - emekçi örgüt ve kurumalarına bir çığlık!                 

Aşağıdaki yazıyı adı bende saklı genç bir okurum göndermiş. Sunduğu bilgiler ve açıklamalar Çalışma Sosyal ve Güvenlik Bakanlığı ile bu bakanlığa bağlı kurumları, sendikaları, işvereni yakından ilgilendiriyor.

Emeğin ve iş barışının önem arz ettiği bu bilgiyi yukarıda isimlerini zikrettiğim sorumlulara sunarken, dileğim yine bu köşede yayınlamam üzerine küçük de olsa bir bilgi gönderilmesidir.

“İŞ YASASI UYGULAMAYA KONDU MU?”

Meslek hastalıklarını ve iş kazalarını önlemek, Türkiye’de çalışanın en azından iş yerindeki sağlık ve güvenlik koşullarını iyileştirmek amaçlı AB’ye uyum çerçevesinde Haziran 2012 ‘de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iyi, nitelikli bir adım attı. 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun temeli her türlü işyerindeki riskleri azaltmaya, gün ışığına çıkmamış tehlikeleri çalışana ve işverene aktarmaya dayanıyor.

6331 sayılı kanundan önceki mevzuatta risklerin sadece sanayi kolunda 6 aydan uzun süreli iş yapan, 50’den fazla çalışanı olan işyerlerine dair bir olgu olduğu söylenirken, 6331 sayılı kanun ile içerik genişletildi ve küçük işyerlerine tehlike, risk kavramları yerleştirilmeye, tehlikesiz görülen işyerlerinde bile çalışanın risk altında olduğu ortaya konmaya çalışıldı. Ve bununla ilgili iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınması zorunlu hale geldi.

Peki, yasa yürürlüğe gireli bir yıl geçmişken kimler bu yasadan ne kadar, nasıl etkilendi?

Yan mevzuatla düzenlenen yasa yaşam içinde nasıl yer buldu?

Birçok köşe yazarı risk değerlendirme zorunluluğunu küçük işverene anlattı ve para cezaları ile korkuttu. Biran önce risk değerlendirmeleri ve acil eylem planları yaptırılması için işveren sıkıştırıldı. Okuyan kesim haberdarken, okumayan kesim bihaberdi.

Ortak Sağlık Güvenlik Birimlerinin sayısı yasayla beraber talep doğrultusunda arttı. Aslında çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinin bir an önce iş güvenliği ile ilgili çalışması hedefken, çarpıtılmış yazılar, haberler sebebiyle iş güvenliği çalışmaları apartmanların risk değerlendirme yapması gerekir algısını oluşturdu.

Risk değerlendirmesi yönetmeliği içerik olarak net ve açık bir şekilde bu işin nasıl yapılması gerektiğini anlatmasına karşın insanların bilgisizliği kullanıldı. Risk değerlendirmesi, yönetmelikteanlatıldığı gibi işyerinde çalışanların gözlenmesini, yapılan işin analizini temel alan uzun bir çalışma ve emek isteyen, işyerinde ekip kurularak yapılması istenen bir raporlama süreci olarak anlatılmasına karşın gerçekte bu işleyişi sağlayamadı. İşverene bunu anlatmak için ciddi bir zaman ayırmak gerekiyordu. Çoğu işveren ise bunun için ayrılacak zaman ve maddi yükü ne kadar azaltırsak o kadar iyidir bakış açısına sahipti.

Her işi en iyi analiz edecek kişi, o işi yapan kişidir. O işyerinde çalışan maruz kalınacak tehlikeleri en iyi bilen kişidir. Bunlar işte edinilen tecrübe ve teknik yeterlilikle doğru orantı gösterir. Bu bakış açısıyla yönetmelikte de bu kişilerin risk değerlendirmelerinde yer alması ve bu ekiplerin işveren tarafından oluşturulması istendi.

Çalışan sayısı az olan küçük işletmelerde hatta 50’nin altında olan işletmelerde ekipler sahte sadece evrak üzerinde oluşturuldu. Bir iş güvenliği uzmanından danışmanlık alarak ya da bir ortak sağlık güvenlik biriminden danışmanlık hizmeti alınarak risk değerlendirme tek bir kişiye yaptırıldı. Başta işverenlerin bilgisizliği ve iş güvenliğini sadece para kazanma aracılığı olarak gören bireylerin ya da kurumların sayesinde risk değerlendirme yönetmeliğinin içeriğine aykırı işler yapıldı. Dokümantasyon kısmında herşey yönetmeliğe uygunmuş gibi gösterildi.

Risk değerlendirmesinin yapılması için işyeri ne olursa olsun bir uzmanın orda uzun bir zaman geçirmesi ve çalışanla, işverenle organize olması gerekiyordu. Bu da mali yükü artıran bir unsur olacaktı, işveren buna yanaşmadığı için bir kaç saatlik bir uzmanın gözlemiyle, fotoğraflarla risk değerlendirmesi raporları yazıldı ve olaya dâhil olmayan kişilerden bu raporlara imza atılması sağlandı.

Zaman geçtikçe piyasa daraldı ve aslında binlerce liralık işgücüne ve bilgiye dayanması gereken bu çalışma ‘pazar kaynağı’ görülerek ‘sürümden kazanalım’ zihniyetinin gazabına uğradı ve 50 TL’ye risk değerlendirmesi yapılır’ diye gazeteye ilanlar verilmeye başlandı.

Dokümantasyon olarak yükümlülüğünü gerçekleştirme peşinde olan işveren de bu piyasaya çanak tuttu. İş sağlığı ve güvenliğinin temeli olan risk değerlendirmesi, alt yapısı çürük çarık bir temele oturmuş oldu.

Bunun alt sebeplerinden biri ise işyerlerinde sadece 50’nin üstünde çalışanı olan işverenin ilk etapta iş güvenliği uzmanı, iş yeri hekimi ve sağlık personeli çalıştırma zorunluluğunun olması ve 50’nin altında çalışanı olan işyerlerinin bundan muaf tutulması yatıyordu. Uzmanlarca yapılması gereken çalışma bilgisi olup olmadığı sorgulanmayan işverenin eline bırakıldı. Yasanın İSG profesyoneli çalıştırma yükümlülüğü de ertelenince iş sağlığı ve güvenliği adına atılan adımlar yetersiz kalmaya başladı.

Yasaya bağlı çıkan diğer önemli bir yönetmelik ise çalışanlara verilecek iş sağlığı ve güvenliği hakkında olan yönetmelikti. Yönetmelikte ve yasada çalışan sayısı ya da tehlike sınıfı gözetmeksizin, her işyerinde çalışana eğitim verilmesi yasal yükümlülük olarak getirilmişti. Yasanın temel dayanaklarından biri iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri olmasına karşın bununla ilgi yönetmeliğin geç çıkarılması ve saat yıl bazında zorunluklar koyması artı bu işi sadece kurumlara devretmesi işleyişte birçok problemi beraberinde getirdi.

Az tehlikeli sınıfa her üç yılda en az 8 saat, tehlikeli sınıfa her iki yılda en az 12 saat, çok tehlikeli sınıfa her yıl en az 16 saat çalışanlara iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verme zorunluğu getirildi. İstenen eğitim sayılarında işyerlerinde çalışan sayısı gözetilmediğinden bu yönetmelik işyerinde çalışan ya da çalışacak uzmanın görmezden gelindiğini gösteriyordu.

İş güvenliği uzmanlarının çalışma sürelerinin azaltılmasıyla işleyiş gittikçe içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı. Ve 2014 Ocak itibariylede bu saatler ve iş güvenliği uzmanlarının çalışma sürelerinin indirilmesi daha da karmaşaya yol açacak.

10 kişinin çalıştığı çok tehlikeli bir sınıfta iş güvenliği uzmanı yılda 24 saat görev alacak ve bu 24 saatin 16 saatini eğitim vererek geçirecek. Peki, iş güvenliği uzmanı kalan 8 saatinde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili yapması gereken çalışmaları bu durumda nasıl organize edip yetiştirecek. İşin diğer bir tuhaf tarafı ise bu uzman ayda 2 saat bu işyerinde bulunurken verdiği eğimleri nasıl 4 saatlik bölümler şeklinde yapacak? Aynı soruları 10 kişinin altında az tehlikeli yerde yılda sadece 1 saat çalışacak uzman için ve buna benzer durumlar için sormakta mümkün?

Bu dört saat zorunlu bölünmeden yapılması gereken eğitimi ise özel sektörde hangi işveren kabul edecek? İş sağlığı ve güvenliği eğitimleri mantıklı olarak mesai saatleri içinde çalışana yükümlülük getirmeden yapılması gereken bir durumken hangi işveren işinin günde 4 saat durdurulmasına bu düzende izin verecek?

Soruların cevaplarını ise şuandaki işyerlerindeki durumda görmek açıkça mümkün, bir saat ya da iki saat verilmiş hatta hiç verilmemiş eğitimlerin 4 saat verildi şeklinde sahte eğitim sertifikalarının hazırlanması bu soruların yanıtı olarak karşımıza çıkmakta.

Bu yönetmelikte ki diğer bir sorun ve tuhaflık ise bireysel çalışan iş güvenliği uzmanlarını yok sayması ve işyerine ya da OSGB’lere bağımlı hale getirmesi. Bireysel çalışan bir uzman, iş güvenliği eğitimi veremiyorken, aynı uzman bir OSGB de çalışıyorsa eğitim verebilmekte. Bu durum ise yine başka sorunları doğurmaktadır. Bireysel çalışan uzmanlar OSGB’lerle anlaşma yapıp kendilerini eğitim süresince OSGB’de çalışıyor gibi göstermekte ve OSGB’lere verdikleri eğitim karşılığında aldıkları ücretin bir kısmını vermek zorunda kalmakta. Oysaki kendini iyi yetiştirmiş özgür uzmanlar bu işi daha sağlıklı yürütebilirler.

Yönetmeliklerin yarattığı sıkıntılardan sonra ise iş kazası ve meslek hastalıklarının Türkiye’de kayıt altına alınması sorunu hala devam ediyor. Hala yaşanılan özellikle ölümlü iş kazaları örtbas edilebilmekte ve ‘kan parası’ olarak tabir edilen dava süreçlerini yanıltan ya da kazaların ortaya çıkmasını engelleyen süreçler yaşanmakta. Bunlarla ilgili denetimlerin ise sıklaştırılması bu durumun tek çözümü… Meslek hastalıkları ile ilgili başta çalışanlar ve daha sonra tüm hekimlerin biran evvel bilgilendirilmesi, daha çok bu konunun gündemde tutulması gerekmede.

Yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçen bir yılın özetini bu şekilde tanımlamak mümkün. Tabi ki bu aksaklıklar yapılan denetimlerle ve yan mevzuat, yasa yapıcıların işverenden çok çalışanı ve İSG profesyonellerinin işin yürütümü ve sahada olan uygulama konularında yapacakları eleştirileri ciddiye alarak düzeltmek mümkün olacak ve iş sağlığı güvenliği kültürünün Türkiye’de içselleştirilmesi mümkün olacaktır. Henüz bebek olarak sayabileceğimiz bu kültür zamanla yetişkinlik ve gelişim sürecine girecektir. Bununla ilgili herkesin üstüne düşen vazifeyi hakkıyla yapması bu süreci hızlandıracak ve iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu kaybettiğimiz insan sayımızı, uğradığımız mali hasarları en aza indirgeyecektir.”

 

 

Yazarın Diğer Yazıları