Şahin Akçap

Çarşı izni

Şahin Akçap

Kısa dönem askerlik yapanlardık bizler. Kısa dönemdi ama koca yirmi dört ay askerliği dört ay içine sığdırılmıştı.

Günlük nöbetler… Talim ve sabah, akşam içtimaları derken iki haftada bir gelen çarşı izni…

Pazar sabahı izini gelenler zamanla yarışırdı. Çarçabuk kahvaltı, günlük tıraş ve yazıcı tarafından çavuşumuza dağıtılıp ellerimize tutuşturulan bir günlük izin kâğıtlarımız.

İzne çıkan arkadaşlar, izni olmayan arkadaşların siparişlerini de alırlardı.

Sabah kahvaltısını geçiştirirdik. Çünkü izin öncesi kafamızda kurduğumuz hayallerimiz olurdu. Örneğin bir kahvaltı salonu ya da pastaneye girerek sucuklu, yumurtalı kahvaltı ısmarlardık. Varsa askerlik yaptığımız kentte hemşerilerimiz onlara uğrayıp, merhaba derdik. Sonra küçük alışverişler ve memleketimizle ben iyiyim içerikli telefon görüşmeleri yapardık. Derken öğle yemeği…

Öğle yemeği derken analarımızın elinden çıkan yemeklerden tatmasak da ana menü kebap ve döner olurdu. Kolay mı, tüm bunların özlemini karavana yemekleri sırasında gözümüzde tüttürürdük.

Derken kitapçılara uğrardık… Gazete, dergi, kitap askerin olmazsa olmazıdır. Ve de bir iki kartpostal resim alırdık. Çoğu sevdiğimiz aktrislerin. Üniformamızın en iç cebine yerleştirirdik. Kışlada efkâr bastığında çıkarıp bakmak isteyenlerimiz o kadar çoktu ki.

Askerliğimi Erzincan 59.Er. Eğit. Tugayı Uçaksavar Taburunda yapanlardandım.

Askerlikte hemşericilik önemlidir. Biz Van Gölü çocukları da bir araya gelirdik. Bir demlik çayın etrafında sohbet edip, sıla hasretini azaltmaya çalışırdık. Yirmi ay askerlik yapanlar arasında Sıdık Özgüner Çavuşumuz her daim bizi arayıp yoklar, eksiğimiz, sıkıntımız varsa elinden geldiğince yardımcı olurdu. Farklı taburlarda olsak da akşam içtima sonraları kışlanın belirli yerlerinde toplanırdık. Uçaksavar Bölüğünün terzisi Cevat da hemşerimizdi. Yirmi aylık ve kıdemli asker olduğu için o da bir ihtiyaç anında Hızır gibi imdadımıza yetişirdi.

Bir Pazar izni sırasında yaşadığımız bir olay bizi çok güldürmüştü. İzne çıkanlar arasında Yılmaz arkadaşımız, Sıdık Çavuşumuza bir kutu baklava sürprizi yapmayı planlamıştı. O nöbetçidir, izin dönüşü veririz, ağzı tatlanır demişti. Ancak kışlamızın kuralları arasında içeriye yiyecek ve içecek sokmak güvenlik nedeniyle yasaklıydı. Yılmaz'ın yüreği yufka ve kafaya koymuştu o baklavayı içeri sokacak ve çavuşumuzu keyiflendirecekti.

Ancak akşam dönüşü nizamiye kapısının kalabalığından yararlanacağım düşüncesi sıkı bir denetim olunca plana uymamıştı. Ve Yılmaz o panik ve heyecanla baklava kutusunu askeri parkanın altından pantolon kemerine doğru kaydırarak geçirmeye çalışmıştı.

Yılmaz uzun boyunun ve güçlü fizik yapısının sayesinde baklavayı içeri sokmayı başarmış ama baklava kutusunun içindeki tatlısı kemerinin arasından bacaklarına doğru akmıştı. Bu durum biz tezkere alıncaya kadar en çok güldüren olay olmuştu.

Erzincan'da sırtını Munzur Dağına yaslayan kışlamızda en rahat acemi askerlerden biriydim. Nedeni de kışla hayatını çok yakından gözleyenlerdendim.

Memleketteki mahallemiz Van Jandarma Tugayı yolunun üstündeydi. O yoldan askere gidenler ya da dönenler, çarşı iznine çıkanlar bizim sokağımızdan geçerlerdi. Çocukça ayaklarımızı şak diye yapıştırır, göğsümüzü öne doğru kabartıp, başımızı dik tutar ve sert bir selam çakarak asker ağabeylerimizi selamlardık

-Nerelisin asker abi? Sorumuza

"Ankara, İzmir, Kayseri, Trabzon, Bursa v.s." Yanıtlar alır sonra da:

-Hayırlı tezkereler! Dileğinde bulunurduk.

Yaşımız büyüyünce sorularım da değişmişti:

-Asker abi şafak kaç?

İşte bu yüzden kışlaya, askere yabancı değildim.

Kayseri'de o hain eylemin olduğunda askerlik anılarım bir bir geçti gözümün önünden.

Silah arkadaşlarım Kenan Akköprü'yü, Sıdık Çavuş'u, Yılmaz kardeşimi, Terzi Cevat'ı tek tek andım.

O müthiş dayanışma içindeki günler bir film şeridi gibi geçti gözlerimin önünden.

Bir türlü sol adımını atamayan Arjantin Türk Konsolosunun oğlunu… Nizamiye nöbetinde uyuyup kalmış çok çocuklu Muş'lu inzibatın cezasının affedilmesi için Kenan kardeşimizin gösterdiği özveriyi… Munzur çayının buz tuttuğu günlerde bir gece yarısı bize Tugay'ın tarihi hamamının kapılarını açarak çavuşumuzun feragatini, şaşırıp da komutanım yerine efendim dediğimizde kaşlarını çatan yüreği berk Eskişehirli Abdullah Üsteğmenimizin:

"Sivillik sizi köleleştirmiş. Kaldırın şu efendim kelimesini!" Deyişini.

Çarşı izni zamanı geldiğinde heyecandan küt küt atan kalbimizin sesini, uykusuz geçen izin gecelerimizi andım.

Kayseri'de o melun saldırıda hayatlarını kaybeden ana kuzuları ciğerlerimizi yaktı. Onların hayatlarını yakanları, yakanları seyredenleri, ölümü ve kara günleri ülkemizin hayatının bir parçası yapanları lanetliyorum.

Ve bir kez daha ve binlerce kez demeye devam edeceğim yiğit şair Ahmet Arif gibi:

"Nerede bir ölen varsa, oralı olur yüreğim." Diyorum.

Yazarın Diğer Yazıları