Şahin Akçap

Aynalı evlerin bayramlıkları

Şahin Akçap

Aynalı evlerin bayramlıkları

 

 

Bayram namazı sonrası az bir şekerleme yapmaya fırsat bulmadan ötmeye başladı kapının zili.

Gelenler bizim 726.Sokağın minikleriydi.

“Bayramın kutlu olsun amca.” Dediler.

Çocuklar benim dünyam ya en ekstrasından çikolatalarını sundum onlara. Sabah ama hava gün ortası gibi sıcak ya birer bardak limonata doldurdum bardaklara, kapı önünde kana kana içtiler, sonra da rızkını kapmış güvercinler gibi kanatlanıp üst kata doğru tırmandılar.

İçeri girdim Manavgat yönünden esmeye başlayan rüzgâr batı balkonumuzun tül perdelerini uçuşturmaya başlamıştı. Serinlik sevinciyle uzandım ve eski günleri andım.

Biraz önceki çocuklar gibiyken bizde çıkardık bayramlaşmaya. Hani geçen günkü yazımda yazmıştım ya şekerden başka fındık da doldururlardı poşetlerimize.

 

Gezdiğimiz evlerin bayramlıkları farklıydı. Kimi peynir şekeri verirdi, kimi akide şeker kimi de kuru üzüm, leblebi, çekirdek karışımı bir avuç çerez.

Biz toprak damlı evlerin çocuklarının asıl hedefi aynalı evlerdi. Damı sacdan çatı evlere aynalı evler diyorduk. O evlerde bayramlıklar çikolatalıydı. Bazen de bez mendillerin arasına sıkıştırılmış kâğıt iki buçuklar verirlerdi. Ne demek iki buçuk! Bir lirası sinema parası, elli kuruşu gazoz ve kırık leblebi geriye kalan bir lirada teneke kumbaralarımıza atacağımız yarının harçlığı olurdu.

Aynalı evlerin kapıları bazen açılmazdı. Bazen de kapıyı aralayan yardımcı kadın:

“Uyuyorlar sonra gelin.” Derdi kapı aralığından uzattığı şekerlikten şekerlerimizi uzatarak. Bu duruma ıskalamak diyorduk. Ardımızdan gelen başka mahallelerin çocuklarına da:

“Tatildeler, boşuna çalmayın kapıyı.”Uyarısında bulunuyorduk.

Adları aynalı evlerdi ama kimisinin sahipleri yüreklerinin aynasını kaybetmişti. Çaldığımız kapılar evde olsalar bile açılmazdı. İşte o zaman hüzünlenirdi çocuk yüreklerimiz, dönerdik toprak damlı evlerin yoksul ama yüreği zengin mahallesine.

Şeker ve çocuk ayrı durur mu? Durmayınca da içimizden bir kaçı hastalanırdı. Bu durumu bilen analarımız seferden dönen orduların ganimetçi askerlerini karşılayanların edasıyla:

“Ha bire tıkıştırırsanız, maazallah kekliğiniz şaşar, cırcır olusunuz.”Diyerekten el koyarlardı şeker dolu torbalarımıza.

Torbalarımızdaki fındıkların iri olanlarını ayırır milav oynamak için altılı ve dörtlü takıma dönüştürürdük. Bazen küçük bıçak ağzıyla fındıkların üzerine çizgiler kazırdık. Kahverengi fındıklar el ayasına yakılan kına gibi görünürdü avuçlarımızın içlerine doldurduğumuzda. Milav oyununda fındıkları ütülenler milav başında bekler, kazanandan:

“Çift atarsan dımbıl ( bahşiş) alırım.” Diyerek yeniden oyuna katılabilmek için fındık toplardı. Bu oyunun içindeki hoşgörü duygusuydu. Amaç oyunun sürekliliğini korumaktı.

Bakıyorum da şimdi aynalı evler tek katlılıktan çok katlılığa, çok katlı apartmanlarda sitelere dönüştü. Ama bayram gezmesindeki çocukların sayısı iki elin parmaklarından daha az sayıya düştü. Dilerim bugünün çocuklarına, dünün çocuklarının bayram sevinçlerini anlatanların sayısı çoğalır da komşuluk, dostluk değerlerimiz yeniden canlanır. Ne dersiniz, sizce de bir umut var mı?

 

Yazarın Diğer Yazıları