Şahin Akçap

Alça ağacı

Şahin Akçap

Uzun yol yolculuğunu sevenlerdenim. Urfalı arkadaşlardan birinin:

 

"Sizin Van Gölü otobüslerini bizim ceylanlara benzetiyorum. Evimiz yol üstünde ya her daim hiç saatini değiştirmeden bir ceylan gibi yolları aşıp geçiyorlar." Demişti.

 

İşte o otobüslerden birindeki yolculuğumda yol arkadaşım delikanlıyla bir merhaba sıcaklığında başlayan dostluğumuzda duygusal konuları taşımıştık yüreklerimize.

 

Bir ara camdan vuran güneşin sıcaklığıyla mahmurlaşan gözlerimi kapattığımda delikanlı da ön koltuğa sıkıştırdığı kitabını alıp okumaya başlamıştı.

 

Bir ara sarsılır gibi oldu otobüs. Yayıldığım koltuktan doğrulurken gördüm ki delikanlı ıslak yanaklarını kuruluyor sessizce.

 

Sıla hasretliğini bilirim. Görmezden geldim:

 

-Mola mı verecek otobüs? Diye sordum.

 

Hüzünlü bir sesle:

 

"Kovancılar'a daha yarım saat var. Biraz önce hatalı sollama yapan tır sıkıştırınca biz zor anlar yaşadık. Sarsıntı bu nedenle oldu." Dedi.

 

Göz ucuyla delikanlıyı izledim. Otobüse bindiğimizdeki neşesi yoktu. Elindeki kitabın arasına sıkıştırdığı kenarı işlemeli mendili fark ettim.

 

-Okuduğun kitap çok değerli… Birçok dostuma okumaları için önermiştim. Dedim.

 

Kitabı uzattı. Doğan Cücenoğlu'nun eşsiz eserinin yapraklarını karıştırırken aradaki mendil avuçlarımın içine kayıp düştü. Delikanlı telaşla mendili aldı.

 

Bir bayan mendiliydi. Etrafı pembe, parlak bir iplikle nakışlanmış. Arasında küçük bir kağıt vardı.

 

Dayanamadım:

 

-Islatan bu mendil miydi yanaklarınızı? Diye sordum.

 

Kızardı, titreyen mahcup bir sesle:

 

"Öyle." Diye yanıt verdi.

 

Yolumuz uzundu. Van'dan başlayıp; Orta Anadolu'dan, Sivas, Kayseri, Nevşehir üzerinden Akdeniz'e doğru yol alıyorduk.

 

Bir süre sessiz kaldık. Anlayabiliyordum delikanlının içindeki fırtınayı. Yarası kabuk bağlamayanların o için için yanan halini bilirdim. Molalarda yalnız bırakmadım delikanlıyı. Ah dedim bir açılabilse, anlatabilse nasıl rahatlayacak düşüncesini geçirdim içimde.

 

Ve sonunda açıldı… Güven denen o sihirli anahtar kalbinin kilidini açtı:

 

"Sevdiğim memleketin dışında bir hayatı istemiyor. Sanki doğup büyüdüğü o yerlerden dışarı çıkarsa kaybolacak diye düşünüyor." Dedi. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu mendilin arasındaki kâğıdı uzattı.

 

"Bunu yazıp bu mendilin içine koymuş bacıma vermiş." Dedi.

 

Özenle yazılmış notu okudum.

 

"Çekip gidiyorsun. Bari açlalar olunca gel."

 

Başını önüne eğmiş, kara gözlü delikanlıya saygıyla baktım:

 

-Seviyormuş sen be hemşerim. Bak seni bekleyecek. Dedim.

 

Kâğıdı geri verdim. Dizine bir ağabey şefkatiyle dokundum:

 

-Bacına cevabını götürsün diye söyledin mi? Diye sordum.

 

Başını çevirmeden yanıt verdi:

 

"Alçalar Akdeniz'de tez gelin olur de dedim.

 

Artos dağlarını aşan, Van Gölünü gerilerde bırakan ve Anadolu'nun tükenmeyen yollarında bir ışık huzmesi gibi akan otobüsümüzün içinde, sevdalı delikanlının bir serçe yüreği gibi titreyen kalbinin sesini ta Akdeniz kıyılarına kadar dinledim.

 

Her bahar incecik dalları üzerinde gözyaşı damlaları gibi tomurcuk tutan, güneşin gülümsemesine nazlanmadan çiçeğe duran alça ağaçlarını her gördüğümde; uzun yol yolculuğumda, sevdasını etrafı nakışlanmış bir beyaz mendil gibi taşıyan o delikanlıyı hatırlarım.

 

(*) Alça: Can eriği

Yazarın Diğer Yazıları