Şahin Akçap

Al gözümü seyreyle

Şahin Akçap

Antalya, Van arası tam 1489 km. Karayolu yolculuğuyla saate vursanız bu kilometreleri ve kazayı belayı da saymazsanız on yedi saat, on beş dakika…

Sabah daha günaydın demeden:

-Van'a gidiyorum. Dedim.

"Hayda!"Gibisinden şaşkınlıkla baktılar bizimkiler. Sonra toparlanıp:

"Bilet milet aldın mı, hani bavul da hazırlamadın, maazallah bir sıkıntı mı var?"

Gülümsedim.

-Biletsiz de, bavulsuz da yolculuk yaparım. Ben emekli bir adamım. Dedim.

Sabah mahmurluğu tam da huysuzlandıracak iken bizimkileri odama geçtim.

Kafaya koymuşum ya Van'a gitmeyi hem de biletsiz Miletsiz çektim odamdaki pencerenin perdesini, uzandım yatağa ve kapadım gözlerimi, başladım on yedi saat on beş dakikalık 1489 km yolu eritmeye.

Semaveri önce hazır etmiş anam ve bir torbaya öylesine özenle yerleştirmiş ki kimse ezip büzmesin… Dem keşini de tencerelerden birinin içine koymuş özenle. Seherin köründe yumurta kaynatıp, murtuğayı da hazırlamış. Akşamdan da bir hamarat ki, yaprak sarmasını ayrı, biber ve patlıcan dolmasını da ayrı ayrı pişirmiş. Gittiğimiz yere varınca altımıza sereceği çulu, kilimi, savanı, namaz kılacağı seccadeyi bile derdest etmiş. Hepsi rahmetli babamın dirhem dirhem biriktirdiği ve büyük emekle yaptığı aynalı çatısı olan evimizin antresinde hazır bekliyor.

Birazdan kalk borusun sesini yükselecek:

"De hadi Mürsel ağabeyin minibüsü gelecek kalkın!"

Fırlıyoruz yataklarımızdan, uykuyu yıkayıp atıyoruz suratımızdan:

-Ana diyorum semaver in hazır ya yakacakların hazır mı?

"O da senin görevindi. Bir iki çıralı kıymık da al. Oradan çalı çırpı da toplarsın." Diyor.

Mürsel ağabeyin minibüsünün kornası duyuluyor. Kapı çalınıyor. Açıyoruz kapıda Miyeser:

"Yav Hala daha hazırlanmadınız mı?" Diye soruyor sarılıp anama.

Al acele topluyoruz öteberiyi. Mürsel ağabey ağızlığına taktığı sigarasını dumanlıyor:

"Eee Halama bak, o da tango olmuş. Güneş neredeyse büyük caminin minaresine yükselecek cıt cındırı bile hazırlanmamış." Diye takılıyor anama.

Minibüsün içinde dayım kızları… Semahat abla, Saniye, Necmiye, Sevgi, Nermin, Hülya bir Turgut dayımız yok.

Mürsel ağabey eşyalarımızı yerleştirirken esprilerine devam ediyor:

"Hala şimdi sen bütün kızlarla nasılsınız diye koklaşır, hal hatır sorarsan Van Kalesinde oturacak yer bulmayız."Diyor. Ve biz hızlandırılmış Charle Çaplen filmleri gibi alacele doluşuyoruz minibüse.

Yolculuğumuz Van Kalesi.

Minibüs Cumhuriyet Caddesinden, Maraş Caddesine dönüp akıyor usulca Kale'ye doğru. Ta aşağılarda Van Gölü güneşten aldığı ışığı yansıtıp sanki göz kırpıyor hepimize.

Van Kalesi Urartu Uygarlığının kadim kalelerinden biri…  Demirci ustalarının ustası rahmetli Sadık Altuntepe yüksek kayaların üzerinde inşa edilmiş burçlarını anlatırken, bize möhre duvarların çamurunun özel topraktan karıldığını ve günlerce camuşlara (mandalara) çiğnetilerek sakız kıvamına getirildikten sonra burç duvarlarına sürüldüğünü anlatmıştı. Yıllarca o burçların depremlere, doğal etkilere dayanıp, hala dimdik durmalarının nedeni bu demişti. Çimento kadar güçlü bu oluşumun içinde rivayete göre binlerce yumurta akının da kullanıldığı söylenceler arasındaydı. Ayrıca çamurun yalıtımsal durumuna bir katkının da saman karışımının ilavesiyle sağlanmıştı.

Van ve yöresindeki toprak evler yapılırken çamurdan önceden kesilmiş yarım ve bütün kerpiçler yaz güneşinde kibrit gibi kurutulur. İnşaat zaman bağlantıları için kullanılan çamurda onlarca yıl bu gelenek göz önünde bulundurularak ustaların talimatıyla amele ya da yapı sahibi tarafından çıplak ayaklarla çiğnenir, sulanır… Sonra bu çamur günlerce mayalanmaya bırakıldıktan ve usta olur verdikten sonra kullanılırmış.

Van Kalesi Urartu Kralı 1.Sarduri tarafından 840 yılları arsında yaptırılmış. Kale dört ayrı burçtan oluşturulmuş. Kesme taşların kullanıldığı burçlar ve karkas tabir edilen topraktan, çamurdan burçlar kalenin ihtişamını artırır.

Kale'nin kuzey yamacına yakın bir noktada duruyor minibüsümüz. El birliğiyle yerleşiyoruz kalenin dibine. Kilimler seriliyor, getirilen eşyalar, yemekler, sepetler tarihi taşların yanına diziliyor.

Semahat abla:

"Hor hor bahçelerine gitseydik suyu da bol."Diyor. Mürsel ağabey:

"Orayı şimdilerde şermikçiler mekan tutmuş . Burası iyi."Diye kaş göz ederek susturuyor eşini.

Anam yeğenleriyle kucaklaşıyor, hal hatırlaşıyor.

Mürsel ağabey her zamanki nüktedanlığıyla:

"Etme Hala, bırak da kızlar semaverleri tutuştursun. Siz de sofraları yayın. Hem bakalım neler getirmiş her kes görelim. Karnımız gurulduyor."

Anam leçeğini düzeltiyor. Mavi boncuklu leçeği kapatıyor aklaşmış saçlarını:

"Evi şenlik dur bi dakkada yüzlerini göreyim kızların."Diye sitem ediyor Mürsel ağabeye.

Mürsel Ağabey laf altında kalır mı?

"Hala vallahi anlatırım her kese Edremit'ten Amber hala gilden gelirken bana sorduğun soruyu. Güler Halam, Van denizi donmuş mu diye sormuştu ya."

"Vay Mürsel gardaş unutmamışsın." Diyor anacığım.

Gülüşüyoruz.

Semaverlerimizi ateşliyoruz önce duman sonra ateşe dönüşünce cızırdıyor suyu.

-Van Kalesinin en güzel kartpostal resmini kim çekmiştir? Diye soruyorum.

Her kes birbirine bakıyor.

Mürsel ağabey omzunu silkeliyor:

"Vallah ben çekmedim." Diyor.

- En güzel resmi Ressam Enver Özkahraman çekmiştir. Günler önce kaleye gelip önündeki sazlık ve tarlaya suyu açmış. Su her yanı kaplamış ve Van Kalesinin aksi suyun üzerine yansımış. Görüntü ikizleşmiş. Ve müthiş bir güzelliğe dönüşmüş o da fotoğrafını çekmiş. Diyorum.

Çaylar demleniyor… Kahvaltılıklar yayılmış sofraların üzerine sıralanıyor. Mis gibi çaylarımızı yudumlarken, Mürsel ağabeyin minibüsünün radyosunda güzel bir türkü kalenin düzlüğüne doğru yayılıyor:

"Arpa ektim biçemedim

  Bir düş gördüm seçemedim

  Alışmışam soğuk suya

  İssi sular içemedim."

Eşyalarımızı yaydığımız yerde bir kaçımız kalırken, diğerlerimiz kaleye tırmanıp, kuş bakışı Van şehrini seyrediyoruz. Ulu Erek Dağını… Batıda mavi atlas bir örtü gibi uzanıp giden Van Gölünü… Arka taraftaki uçurumdan Eski Van şehrini. Ta dağlarda yeraltında yol bulu Kale'nin dibinde kaynayan ve akan buz gibi horhor suyunu, hor hor bahçelerini seyrediyoruz.

Sonra kalenin orta göğsünde yer alan türbeyi ziyaret edip, ülkemizin barış günleri için dua ediyoruz. Analı kızdan, bir zamanların adak kesilirken akıttıkları kan için yapılan olukta kayıyor dayıkızlarım. İçimizden geçen umutlarımızı, adak duvarına taş yapıştırarak dileğe dönüştürüyoruz.

Ve gün sonu gelince, ta uzaklardaki Van Gölünde güneşin batışını seyrediyoruz hayranlıkla.

Kahkahalarımızı ve mutluluğumuzu hiç unutamayacağımız anılarımızla kaleye armağan edip dönüyoruz.

Ve işte tam bu sırada odamın kapısı tıkırdıyor.

"Baba, Van'dan döndüysen kahven hazır."Diyor güzel kızım Nergis.

Gözlerimi açıyorum…

Işıktan daha hızlı… Van'dan Antalya'ya dönüyorum.

Yazarın Diğer Yazıları