Şahbettin Uluat

Yeni bir yüksek lisans ve doktora mevsimi

Şahbettin Uluat

Televizyon haberlerini izliyorum.

Ekrandaki kanalda"Hacettepe Üniversitesi 2019-20 güz dönemi lisansüstü başvuru detayı ve kontenjanları yayınlandı. …ODTÜ yüksek lisans ve doktora öğrencisi başvuru şartları neler?" altyazısıyla bir haber geçiyor.

Demek ki, üniversitelerimiz yeni dönem için yüksek lisans ve doktora başvuru koşullarını açıklamaya; başvuruları kabul etmeye başladılar.

Demek ki, bu dönemde de kendilerine kariyer olarak bilim insanlığını seçenler ile çeşitli nedenlerle bu eğitimlere gereksinim duyanlar ALES, YDS sınav sonuç kayıtlarını, lisans ve yüksek lisans not çizelgelerini ve diğer belgeleri hazır hale getirdiler, getiriyorlar; üniversitelerden yapılan açıklamaları dikkatle izliyorlar; kendilerine uygun alanlara başvurularını gerçekleştiriyorlar.  Bir kısmı gecesini gündüzüne katarak çalışmaya, katılacağı yazılı ve sözlü sınavlara hazırlanmaya başladı.

Akademisyenlik saygın ve çok cazip bir meslek. Böyle bir mesleğe talebin yoğun olması da gayet normal.

Eğitimli ve işsiz insan sayımız çok ve sonunda ekmek olan her yer gibi bu alanda da rekabet yoğun.

Bana sorarsanız, anne babalar çoktan duaları arasına lisansüstü sınavlarına aday olan evlatlarını eklediler bile.

*

Eğitim, insan sermayesini güçlendiren, verimli kılan, onun modern dünyanın hızla değişen süreçlerine ayak uydurmasını, daha karmaşık işleri başarmasını kolaylaştıran ve bu özellikleriyle her anlamda toplumsal zenginlikleri besleyen bir şey.

Son yıllarda ülkemizde eğitim adına ciddi hamleler yapıldı. Üniversitelerimizin sayısı arttı. Her yıl yeni bölümler açılıyor. Yüksek öğrenim kurumlarımız, ön lisans, lisans, lisansüstü eğitimlerimiz hem hacim, hem kalite anlamında güçleniyor.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de, eğitim teknolojileri yenileniyor,  dersler ve içerikler güncelleniyor ve bunlara bağlı olarak modern programları ve teknolojileri kullanarak daha yoğun bir şekilde bilim üretebilecek akademisyenlere gereksinim de doğal olarak artıyor.

Üniversitelerin bilimsel performansları kolayca ölçülüyor. Geleneksel alışkanlıklarını sürdürme eğilimi gösteren, çağdaş gelişmelere ayak uyduramayan eğitim kurumları hızla ve gözle görülür şekilde geri kalıyor.

Bütün bu gelişmeler yapılan sınavlarla ilgili düzenlerle kuralları da daha şeffaf, daha adil olmaya zorluyor.

Bu anlamda üniversitelerin ön lisans ve lisans eğitimi veren fakülte ve yüksekokullarına giriş sınavları tek merkezden, ÖSYM tarafından mümkün olduğu kadar şeffaf ve adil olarak gerçekleştirilirken lisansüstü eğitime girişle ilgili sınavlar, biraz da işin doğası gereği bölgesel olarak ve jüriler eliyle yapılıyor.

Yani pek çok üniversitede yüksek lisans ve doktoraya; bu yolla kazanılacak bilim insanlığına yalnızca jüri vizesiyle gidilebiliyor.  Kazan da tam orada kaynıyor.

Kimi iddialara göre, lisansüstü eğitim sınavları öncesi adayların bir şekilde jüri üyelerine ulaşmaları ve çoğu bilimsel olmayan referanslarla devreye girmeleri, kimi yerlerde sınav sonuçlarını etkiliyor.  Her sınav döneminde bu söylentiler gündemdeki yerini koruyor ve bu hal söz konusu görüşmeleri yapamayan, o referansları bulamayan ancak bilim insanı vasıflarını her anlamda taşıyan bazı adayları ciddi ciddi kaygılandırıyor.

Bir kısmı, aynı fakültede aralarında astlık, üstlük ilişkisi olan bir profesör ve iki doktor öğretim görevlisinden oluşan jüriler tarafından gerçekleştirilen lisansüstü eğitime giriş sözlü sınavları ve mülakatları da sonuçları itibariyle zaman zaman ciddi yakınmalara neden oluyor. Ancak, sınav sonunda başarısız ilan edilenler ısrarcı olmakta bir yarar görmüyor. Israr etmelerinin kazansalar bile gelecekteki hocaları olacak jüri üyelerini ve eğitim süreçlerini olumsuz etkileyeceğini düşünüyorlar. Ayrıca sözlü sınavlara itirazın sonuç doğurucu olmayacağını göz önünde tutarak tepkisiz kalıyorlar.

Lisansüstü eğitime giriş sınavlarında yakınmaları en aza indirmek, gerçek bilim insanı adaylarının önünü açabilmek için ilgililerin, tartışma noktalarını masaya yatırmaları,mevcut düzen ve kuralları gözden geçirmeleri haklı yakınma ve kaygıları yok etmeleri ya da en aza indirip lisansüstü eğitim süreçlerini ve çıktılarını güçlendirmeleri doğru olur. Bu anlamda sorunsuz durumdaki üniversiteler örnek alınabilir.

Bugün artık kimi lisansüstü eğitime girişle ilgili sınav uygulamalarında düne kadar doğru ve mubah sayılabilen "40 test sorusuyla yapılmış yazılı sınav sonuçlarına göre bir karar veremedik. Sınavda başarı düzeyi çok düşük çıktı; bu yüzden sabahki yazılı sınavı iptal ettik, o sınavla ilgili hiçbir açıklama yapmayacağız; kararımızı sözlü sınavla vereceğiz"  tarzı anlaşılması güç yaklaşımlar sorgulanıyor.

 Yine bugün ALES ve dil sınavlarında gereken barajları geçmiş, yüksek lisansını tamamlamış doktora öğrencisi adaylarına " biz on öğrenci alacaktık ancak kusura bakmayın sizin sekizinizi yeterli, onunuzu yetersiz bulduk," şeklindeki tartışılmaya müsait açıklamalar da tatmin edici bulunmuyor. Hele bir de bu hal kendisine götürüldüğünde enstitü müdürünün "hocanın takdiridir, "diyerek konuyu kapatması aday öğrenci tarafından anlaşılamıyor; öğrenci hocanın takdiri dışında daha nesnel açıklamalar görmek istiyor.

Konu bilim olduğunda, bilim adamlığı olduğunda bilim adamları tarafından yapılmayan bir dış denetimden söz etmek doğal olarak hem mümkün değil, hem de etik değil.  Hiç kimse kendi alanlarını bilim adamları kadar bilemez ve denetleyemez.

Ancak lisansüstü eğitime giriş ve süreçler konusunda yetki sahibi kurumlar güncellemeler yapabilir. Duruma göre ÖSYM tarafından yapılan lisans sınavları gibi merkezi sınavlarla ya da en azından jüri yapılarını güçlendirerek, sınavları yazılı yaparak,duruma göre sözlü ve mülakatlarda kamera kullanarak pek çok yakınmayı ortadan kaldırabilir ve mevcut duruma göre kaliteyi yükseltebilir.

*

Hep yazdığım gibi üzerinde yaşadığımız dünya da, insanlar da, beklentiler de akıp giden zaman boyutunda değişip, dönüşüyor. Bu değişim ve dönüşümden doğal olarak üniversiteler de, lisansüstü eğitim süreçleri de payını alıyor ve kesinlikle alması da gerekiyor.

Biraz benim eksiklerim, biraz hocaların takdirleri yüzünden iki kere aday olduğum doktora eğitiminin kapısından döndüm.

2015 yılında "Mülakatta elenmek" başlıklı bir yazı yazdım ve internet ortamında blog sayfamda  (http://blog.milliyet.com.tr/mul-katta-elenmek/Blog/?BlogNo=508969 ) yayınladım.

Yine geçen yıl bu konu ile ilgili olarak "Türkiye'de lisansüstü eğitime giriş üzerine bir deneme" başlığı ile bir başka yazı yazdım. (http://blog.milliyet.com.tr/ulkemizde-lisansustu-egitime-giris-uzerine-bir-deneme/Blog/?BlogNo=595744  )

Kısacası bu anlamda damdan düşen ve düşürülenlerdenim.  Sınavlara başvurdum, sözlü ve mülakatlara katıldım, yeterli görülmedim, elendim. Bitti gitti, kendi adıma artık aldırmıyorum.Bu yazıyı da bundan böyle sınav yapacakların vicdanlarına dokunabilmek böylece hiç olmazsa bu dönemden itibaren yapılacak sınavlarda hak eden ama referansı bulunmayan adaylara kendi çapımda destek olabilmek niyeti ve ümidiyle yazıyorum. Yaşayıp tanık olduklarımın omuzlarıma böyle bir sorumluluk yüklediğini hissediyorum.

Sayıları az da olsa, gerçek bilim adamlığı yapacak insanların kimi sınavlarda şu ya da bu nedenle iyice düşünülmeden silinmelerine, onların yerine enerjisi olmayan kimselerin seçilmelerine ve bu yolla bilimsel kalitenin zarar görmesine gönlüm elvermiyor.

Lisansüstü eğitime giriş sınavlarında jüri olacak hanımların ve beylerin karşılarına gelen adayı mümkünse sadece sordukları bir iki soruyla ya da getirdiği referansıyla değil, genel kültürüyle, genel yeterliliğiyle, bilimsel çalışma yürütmesine yardımcı olacak ama listede bulunmayan donanımlarıyla da değerlendirmelerini, bilim insanına yakışır bir ufuk genişliğiyle notlarını belirlemelerini arzu ediyorum.

Ülkemizin gelişip kalkınabilmesi için gerçek anlamda başarılı, üretken bilim insanlarına gereksinimi var. O bilim insanları lisansüstü eğitimden gelecek. O gelecek insanlar da lisansüstü eğitim sınavı barajını aşabilenlerden oluşacak.

Sınırları içinde birlikte yaşadığımız ülke için de, üzerinde bulunduğumuz dünya için de iyisi olsun istiyorum.

Yazarın Diğer Yazıları