Şahbettin Uluat

Van'ın Güzel İnsanları Memet Abi

Şahbettin Uluat

Biz çocuktuk, o iri yarı güçlü kuvvetli bir adamdı.

Babamın amcasının oğluydu.

Göz teması kurabilmek için başımızı yukarı kaldırmamız gerekirdi. Normalde sert bakışları olan biriyken bize ve bütün diğer çocuklara sevgi dolu gözlerle bakardı.

Ne zaman insan kas gücü gerektiren bir işimiz olsa babamın ilk aklına gelen o olurdu.

Helali, haramı bilir, kesinlikle aldığı paranın karşılığını verirdi. Kaç kere tanık oldum, babamdan para almak istemezdi ama babam zorla verirdi. Yoksuldu ama yüreği zengindi. Bunu her haliyle belli ederdi. 

Memet Abi'yi rahmetle, özlemle, sevgiyle, saygıyla anıyorum.

Biraz konuşma engeli vardı. Söylediklerini biz çocuklar anlamıyorduk ama anlayan anlıyordu.

Toprak damımızın sıvacısı oydu. Akşamdan gelir, samanını katıp iyice yedirdiği çamurunu hazırlar, sabah da yeniden gelip tekrar karıştırır,  tahta taşıma teknesine doldurur; omuzlar, tahta merdivenden dama çıkarır; her iki - üç tekne taşımadan sonra da çömelir, damı sıvardır. Bu arada çok yorulduğunu, zorlandığını, terlediğini görürdük.

Bir keresinde yanına gidip yardımcı olmak istediğimi söylediğimde (nasıl edecektim bilmiyorum) gülümsemiş, başımı okşamış ve reddetmişti.

Bir başka gün de babam onu kuyu kazmak için çağırmıştı.

Yaklaşık iki metre derine indikten sonra elindeki kazıcıyı zemine vurar vurmaz yıkılan kuyu tabanında beklenmedik bir şekilde açılan dehlize düşmüştü.

Neyse ki bir zarar görmeden kendisine uzatılan halatla dışarı çıkmıştı.

Oğlunu araba çarpar korkusuyla okula göndermemişti.

Yaşlandığında artık çalışamaz hale gelmişti. Emekli maaşı yoktu.

Yine de gözü, gönlü toktu.

Tıpkı çocukluğumun geçtiği Yüzbaşıoğlu Sokak'tan geçerken bazen alçak bir duvarın üzerine oturup dinlenen, kocaman nasırlı elleri, omuzunda kalın bir ipi olan yaşlı hamal gibiydi.

Tanıdık biri değildi. Adını, kim olduğunu, kimin nesi olduğunu bilmezdik. Sadece o yoldan geçtiğini bilirdik.

O da dinlenmek için oturduğunda bizimle konuşur, saçımızı okşar, yüzümüze sevgi dolu gözlerle bakar, varsa cebinde bir iki şeker bize dağıtır sonra da kalkar ağır ağır yoluna giderdi.

Allah ikisine de rahmet etsin.

SADİ DAYI

Sadi dayı halamın eşiydi.

Van Belediyesi'nden emekliydi. Gözü, gönlü tok, mert, kendi halinde biriydi.

Babam sık sık onun da, babası Galo'nun da kendisi üzerinde çok iyilikleri olduğunu, bir süre evlerinde kaldığını, kendisini kolladıklarını anlatır.

Cemaat namazlarını kaçırmaz, sonrasında da kahvehanede oturur hem çayını içip sohbet eder, hem de ceketinin cebinde taşıdığı tespih ve saatleri takas ederek vakit geçirirdi.

Yeni Cami Pasajı'nda dükkânımız varken zaman zaman uğradığı olurdu.

Bir keresinde tezgahın üzerinde bulunan gazeteyi okumak için eline almış, gazetenin iç sayfalarından birinde biraz dekolte kıyafetli bir hanımın resmini görünce elindeki gazeteyi bir anda şiddetle ve gürültüyle kapatmış, bu haliyle kardeşimi güldürmüştü.

Rahmetli amcam İlyas'ın bir keresinde bir kurdu arka ayağından yakalayıp köye getirdiğinden haberdardı. Belediyenin su deposunda görevli olduğu bir akşam amcam kapısını çaldığında kurt getirmiş olduğunu düşünerek onu depoya almak istememişti.

Kayınlarını ve ailelerini misafir ettiği bir gece evde yaşanan bir tartışmanın zararlı çıkanı da Sadi Dayı olmuştu.

Rahmetli Süleyman Amcam Cumhuriyet Halk Partisi üyesiydi. Bir dönem belediye meclis üyeliği de yapmıştı.

O günlerde Ankara'da yapılan parti kongresine büyük oğlunu delege olarak yollamıştı.

Dindar ve partilerden uzak bir yaşamı olan babam da onu eleştirmiş, çocukları siyasete sokarak iyi yapmadığı iddiasında bulunmuştu.

Amcam da "ne var bunda, sen nasıl ki bağlısı olduğun şeyhine değer veriyorsan, biz de Ecevit'e değer veriyoruz" deyince babamın bam teline basmıştı. Nasıl olurdu da bir siyasetçi, bir şeyhle kıyaslanırdı.

Tartışma sonunda amcamın babama salladığı kül tablası hedefi yerine enişteleri Sadi Dayı'nın kafasında patlayınca çarptığı yeri kanatmıştı.

Kan görmeye dayanamayan Sadi Dayı o kargaşa içinde kanı durdurmada kullanmak için eşi, halama telaş ve heyecanla seslenip "yün getir, yün getir" diye çırpınmış, bu haliyle ortamı yumuşatmıştı.

***

Onlar yokluk görmüş; yoksulluk içinde dayanışmayı öğrenmiş alçakgönüllü, çalışkan, yapıcı kimselerdi. Küçücük gelirleriyle büyük ailelerini çevirebilmiş, kimseye muhtaç etmemişlerdi.

O dönemin erkekleri kadar kadınları da çoğu zaman birer kahramandı. O kadınlar ki, fedakârlıkta, çalışkanlıkta, yapıcılıkta kocalarından, oğullarından geride değillerdi. Onlardan ikisi benim ekmekçilik yaparak ailelerini doyuran ninelerim, bir başkası da tek bir işçi maaşıyla sekiz evladını yokluk htirmeden büyüten annemdi.

Eğer güzel Van'ımızın tarihinden, doğasından, tarihinden ve geçmişte yaşanmış örnek ilişkilerinden söz edeceksek şu an mezarlıklarımızda ebedi uykularını uyuyan köklerimiz durumundaki örnek insanlarını da unutmamalıyız.

Onlar olmasaydı ne o insanlık kokan günlerden, ne de ortak değerimiz Van'ımızdan söz edebilirdik.

Her birimiz o güzel insanlarla vaktiyle paylaşmış olduğumuz güzel deneyimleri ve onlardan söz ya da eylem biçiminde aldığımız öğütleri kendimize saklamamalı, uygun ortamlarda paylaşmalı, yaşatmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları