Şahbettin Uluat

Taşındık tanış olduk

Şahbettin Uluat

Dünyayı tanımaya başladığımda evimiz Husrevpaşa İlkokulu'nun tam karşısındaydı. İki oda ve bir mutfaktan ibaret küçük bir yerdi.

Bitişiğimizdeki Saniye ve Bekir çiftinin evi Yüzbaşıoğlu sokakla bizim Bahçıvan Mahallesi Uzun Sokağın tam köşesiydi. Sokağımızın ve evimizin tam karşısında da geçmiş deprem döneminden kalma biri bize, biri komşu yaşlı çifte ait iki baraka vardı.

Aklımda kalan komşularımızın bazıları Kemalettin Görgülü, Şeref Önay, mahalle muhtarımız Sabri Akdeniz, Fuat Kurban, Hünkâr Abla, Hüsnü Dayı ve aileleriydi. Hemen karşımızda bulunan Husrevpaşa İlkokulu'nun alt sokağına sakinlerinin çoğu Siirtli olduğu için "Siirtli Sokağı" derdik.

Evimize en yakın dükkânlar Hacıbekir Caddesi üzerinde, vali konağı civarındaki Vehbi Çağdaş Abi'nin dükkânı ile karşısında yani okul tarafında bulunan Cemal ve Kemal Özcan kardeşlerin işlettiği dükkandı. Husrevpaşa İlkokulu'nun karşısındaki boş arsadan yürüyerek giderdik oraya.

Babam Karayolu işçisiydi. Yaz aylarında da, kış aylarında da şantiyelerde olur, ayda bir iki kez ve iki üç günlüğüne gelirdi.

Alışverişlerimizi eski bir bina ustası olan Başkaleli bakkalımız Vehbi Abi'den yapar; deftere yazdırır, aydan aya öderdik.

Anneannemden miras kalmış olan evimiz şerikliydi. Yani dayım, teyzem ve rahmetli diğer teyzemin çocukları ile annemin ortak malıydı.

Teyzem İskenderun'da yaşıyordu. İki çocuğu vardı ve maddi durumu iyi değildi. Evin diğer ortakları da kendilerine göre ihtiyaç sahibiydiler. Oturduğumuz evin bir an önce satılmasını istiyorlardı. Biz çok farkında değildik ama babamın bizim için taşınacak başka bir ev bulma ya da ev sahibi olma gibi bir derdi vardı.

Arkadaşlarından biri babama hemşerimiz İzzettin Y. beyin arsa sattığını söylemişti.

Babam da elindeki sınırlı birikimiyle böyle bir işe girişmeye, her biri bin metrekare civarında olan arsalardan birini almaya karar vermiş, bu fikrini de alışveriş yaptığımız bakkalımız rahmetli Vehbi Çağdaş'a açmıştı.

Arsalar bulunduğumuz mahalleye fazla uzak değillerdi. Şimdiki Hayat Hastanesi civarındaydılar ve o günlerde, o taraflar neredeyse tamamen boş tarlalardan ibaretti.

Vehbi Abi babamdan bunu duyunca çıkartıp peşinat olarak istenen parayı vermiş, kendisine de bir parsel ayırtmasını söylemiş, sonra da biraz daha düşündükten sonra yeniden biraz daha para vererek iki parsel kendisine, bir parsel de kardeşi Cemal'e ayırtmasını istemişti. 

Babam arsaları satan İzzettin Bey'in yazıhanesine gidip peşinat paralarını vermiş ancak kendi taksitlerini eylül ve ekim aylarında veremeyeceğini; o aylarda ailesinin kışlık zahire gereksinimini karşılayacağını, kalan borcu sonraki aylarda ödeyebileceğini ifade etmişti. Arsa sahibi bu konuda tereddüt edince yanında bulunan Cemil Y. Bey kabul etmesi için devreye girmiş, babama yardımcı olmuştu.

Maddi sıkıntıları olan babam öncelikle bir oda ve bir salonu olan küçük bir yer yapıp içine girmeyi ve evin kalan kısımlarını daha sonra tamamlamayı düşünmüş olsa da, bu fikrini açtığı bakkalımız ve yeni komşu adayımız, eski bina ustası Vehbi Abi bu fikre karşı çıkmış. "Hayır, sen evini eksik yapma tam daire temeli at; paraya sıkıştığın, zorlandığın zaman ben sana destek olurum" deyip üstüne bir miktar da ödünç para verince babam fikrini değiştirmiş ve iki odası, salonu, mutfağı, banyosu olan bir ev yapması için cesaretlenmiş. 

Tek işçi maaşıyla hem ev yapmak, hem de kalabalık sayılabilecek bir nüfusu geçindirmek kolay değilmiş elbet ve eş dost da bunun farkındaymış.

Sıra marangozda kapı pencere yaptırmaya geldiğinde babam yeniden zorlanmış. O zaman da, teyzem kızının kayınpederi, bir un fabrikasında çalışan rahmetli Hacı İshak Akgün girmiş devreye.

Babamı yanına çağırmış, "duydum ki, ev yapıyormuşsun, elin dardaymış. Benim bin on lira param var. Beş yüz on lira bana, beş yüzü de bana. Ne zaman elin rahata düşerse o zaman benim paramı verirsin, al kullan" diyerek destek çıkmış.

Babam o beş yüz lirayı alır almaz daha önce kapı pencere işini verdiği ve taksitle ödeme konusunda anlaştığı marangoza giderek, borcunu peşin olarak ödemiş.

İş bitip kapı pencereler kerpiç binaya takıldıktan sonra marangoz babamı çağırıp "Ali Usta, ben ölçüm ve hesap işini yanlış yapmıştım. Yani senin verdiğin para ile yaptığım bu kapı ve pencerelerden hemen hemen hiç para kazanmadım. Ancak biz seninle taksitle ödemen için konuşmuştuk ve sen getirip parayı peşin ödeyince hesabı kapattın; bana da söyleyecek söz bırakmadın. Hakkım helal olsun, güle güle otur." demiş.

Sonraki yıl yani 1965 yazında evin inşaatı bitti ve taşındık.

Yeni mahallemiz İrfan Baştuğ İlkokulu bölgesinde kaldığı için okul kaydım Husrevpaşa İlkokulu'ndan o okula alındı. Yani Husrevpaşa'daki arkadaşlarıma ve o günün valisinin kızı olan ve bende çokça emeği bulunan Ülkü Öğretmen'e veda edip, İrfan Baştuğ İlkokulu'ndaki arkadaşlara merhaba dedim ve sonraki iki yıl boyunca öğretmenliğimi yapacak, üzerimde ciddi izler bırakacak olan çok kıymetli hocam Ali Laleci Bey'in öğrencisi oldum. İlkokul 5. sınıf öğrencisiyken ilk şiirimin yerel İkinisan gazetesinde yayınlanmasını sağlayan da o oldu.

Karşı tarafı alabildiğine boş tarla olan, sağında solunda yeni evler yapılmakta olan, bahçesine kavak ve meyve ağacı fidanları diktiğimiz, önünde sebze ektiğimiz yeni evimizde yeni bir yaşama başlamıştık.

Sol tarafımızdaki komşularımız doğal olarak rahmetli Vehbi Abi ile kardeşi rahmetli Cemal Abi oldu.

İzleyen yıllarda yakın çevremizde çok sayıda başka ev de yapıldı. Çoğu Hakkârili olmak üzere, Başkaleli ve hatta Kütahyalı komşularımız oldu.

Dini bayramlarda evinden ilk çıkan komşu, sırayla ziyaret ettiği diğer evlerin büyüklerini de yanına katarak dil, bölge, köken ayrımı yapmadan yeni komşuları tamamını ziyaret ederdi.

Karşımızda bulunan ve şimdi yoğun yerleşim yerleri olarak gördüğümüz o zamanın boş tarlalarında futbol oynar, o tarlaların bitimindeki büyük kanalda da yaz günleri yıkanmaya giderdik.

Elbette pekmezle karıştırarak kar yemek için ya da mevsiminde uşkun toplamak için Erek Dağı'na gittiğimiz de olurdu.

Komşumuzun oğlu arkadaşım Ahmet'le zaman zaman mezbahaneye sakatat almaya gönderilirdik. Tandırda pişen o kelle paçayı bugün artık bulamıyoruz. Hem tandırlar buharlaştı, hem tandırların ve kellelerin dilinden anlayanlar.

Yoksulduk, ailelerimizin geçim darlıkları vardı ama biz çocuklar bunu bilmiyorduk. O yılların yaz günlerinde yoğurt cacığına doğradığımız bayat ekmeklere kaşık sallamak bile bizi fazlasıyla mutlu ediyordu.

Yoksulduk ama barış içinde ve ağız tadıyla yaşıyorduk. Farklılıkları zenginlik biliyorduk.

NOT: Resimler eski ve yeni evlerimizin bulundukları yerlerin bugünkü halleriyle Vehbi Abi'nin dükkânın olduğu yere aittir.

Yazarın Diğer Yazıları