Şahbettin Uluat

Selamlaşmak

Şahbettin Uluat

Biz selamı cebimizde kaybettik…

Yüzde doksanı selamlaşan bir toplum iken giderek artık çok az kısmı selamlaşan bir toplum haline geldik.

Bizim çocukluğumuzda köyde kentte, caddede, sokakta karşıdan gelene selam vermek için ille de onun tanıdık olması gerekmiyordu. Herkes herkesle selamlaşıyordu. Çoğu kimse için selam vermemek kabalık sayılıyordu.

Bu anlamda geniş aile gibi geniş toplum anlayışı vardı. Ne zaman ki geniş ailenin yerini çekirdek aile aldı, selamlaşmalar da seyrekleşip kesildi. Önce tanımadıklarımızla sonra da kimi tanıdıklarımız da dâhil pek çok kimse ile selamlaşmaz olduk.

Bizler selamlaşmayı unutunca yeni kuşaklar böyle bir kavram olduğunu öğrenemediler.

Büyüyüp kalabalıklaşan kentlere kırsaldan ve başka kentlerden ve ülkelerden gelenlerin birlikte getirdikleri yabancılaşma rüzgârları da bu anlamda ortalığı soğuttu.

O yeni gelenlerin gerçek yabancılıkları ile yeni kuşakların çoğu diğer insanlarla aralarına telefon ve bilgisayar ekranlarını almış yeni selam bilmezleri, biz orta yerde kalan eski selamcı topluluğu da olumsuz etkilediler. Selam konusunda kararsız kıldılar.

Öyle ki, bir araya geldiğimizde konuştuğumuz, bir anlamda yakındığımız şeylerden biri de “artık eskisi gibi çarşı pazarda tanıdık yüz görememe” oldu.

Geride kalan on yıllar boyunca Van’dan başka bölgelere, başka şehirlere taşınmış olanlar da doğal olarak gittikleri yerlerin yabancısı olarak selamsızlığı derinden yaşadılar.

Bütün bu selamsızlaşmalar kuşkusuz başka durumları,  başka dengeleri de değiştirdi. En basitinden komşuluk ilişkilerimiz zayıfladı.

Giderek çarşı pazarda rastladığımız komşu çocuklarını ve hatta akraba çocuklarını tanıyamaz hale geldik. Bizden önceki kuşakların, büyüklerimizin bizlere yaptıkları gibi öğüt verilen, duruma göre korunup kollanan o gençlere yabancılaştık.  Yalnızlaştırdık ve doğal olarak yalnızlaştık.

Yan yana duran toprak evlerimizden çıkıp üst üste konmuş apartman dairelerinde yaşamaya başladıktan sonra karşı komşumuza, alt ve üst komşularımıza da yabancılaştık.

Kendi içinde “benden sana zarar gelmez” mesajı da taşıyan selamın azalmasıyla bireylerde bilinmezlik temelli gereksiz tedirginliklerin arttığını da söylersek yanlış olmaz. Selamlaşmayan, konuşmayan insanların önemli bir bölümünde diğer insanlara karşı yanlış önyargılar da ortaya çıktı.

*

Böyle bir yazıyı yazma gereği doğuran olayı, esin kaynağımı da burada paylaşmasam bir şeyler eksik kalacak.

Esin kaynağım giyimiyle, duruşuyla, bakışıyla “ şehirde yenilerdenim” mesajı veren o güzel yürekli insan oldu.

Bir ara sokakta karşı karşıya gelmiştik. Şehirde yaşayan ve selam konusunda kararsızlıkları olan ben ve o.

Onun bakışlarından, selam bekleyen ve selam vermeyi bir borç bilenlerden olduğunu anladım.  Ben konuşmasam o konuşacaktı ama yine de karşısındaki bu şehir insanından emin değildi.  Doğru olduğuna inandığımı yaptım.

“Selamünaleyküm, (Allahın selamı sizin üzerinize olsun)” dedim.

Gülümsedi ve yanıtladı.

“Aleykümselam ( esenlik, selamet sizin üzerinize olsun), ser seran, ser çavan. (Başım, gözüm üstüne.)”

Olmuştu işte. Selamın o güzel yüzü ikimize de gülümsemişti.

Bu beni mutlu etti. Eminim ki, onu da mutlu etti.

Bir sözcükten oluşan mesajım, beş sözcükle karşılık bulmuştu.

Daha ne isteyebilirdim ki!

Bu deneyimden sonra bana düşen sorumluluğun selamın kendisini ve sıcaklığını yaymak olduğunu düşündüm.

Düşündüm ve geçtim bilgisayarın başına.

Umarım işe yarar.

Yazarın Diğer Yazıları