Şahbettin Uluat

Rahmetli Hıdo, Van ve Dünya

Şahbettin Uluat

Ülkelerin, bölgelerin, şehirlerin ve hatta köylerin kendilerine has değerleri, tarihsel geçmişleri boyunca dikkat çekmiş, konuşulmuş olayları ve insanları vardır.

Şehirlerin iz bırakmış yöneticileri de, toplumlara önderlik etmiş fikir adamları da, velileri de, delileri de, meczupları da, mazlumları da, dikkat çeken olayları da bu anlamda bir şekilde öne çıkmış oldukları için vakti geldikçe konuşulurlar, anılırlar.

 

Şehirlere katkı sağlamış olanlar da konuşulur, zarar vermiş olanlar da. Doğru yapmış olanlar da konuşulur, yanlış yapmış olanlar da. Her biri kendi ameliyle, marifetiyle, sözleriyle değerlendirilir.

O olayların ve insanların bir kısmı toplum kesimlerini aynı fikir ve inanç üzerinde birleştirirken diğer bir kısmı da ayrıştırır. Yani o insanların ve olayların bir kısmı hakkında toplumun tamamı aynı yönde düşünürken, diğer bir kısmı hakkında toplum kesimlerinde farklı fikirler ortaya çıkabilir. Sözgelimi, birilerinin veli kabul ettiğini, başka birileri deli olarak niteleyebilir.

Sonuçta o olaylardan ve insanlardan şehrin insanları olarak şu ya da bu şekilde etkilenmiş oluruz. Gündemlerimizde yer bulmaya devam ederler. O gündem oluşturmuş insanların kendileri çoktan bu dünyadan göçüp gitmiş olmalarına rağmen bizlere esin kaynağı olmayı, dersler vermeyi sürdürürler.

Rahmetli hemşerimiz Hıdo (Ğıdo)'da onlardan biridir.

Kendisini görmüş, tanımış olan hemşerilerimiz onu yırtık paltosu içinde, bir elinde bir ağaç parçası, ürkek ve yaşlı gözlerle bakarken; kendisine yaklaşınca da çok yüksek olmayan bir sesle ve bazen birden fazla defa üst üste "babo mıriye (baba öldü)" diyen haliyle anımsarlar.

Her ne kadar kimileri tarafından deli olarak düşünülse de o sadece yoksul ve garibandı.

O babasını kaybetmiş, bu kaybın ağır etkilerini içselleştirmişti.

O babasının kaybıyla ağır bir şok yaşamış maddi, manevi düşmüş, sonuçta düşkün biri olmuştu. Zaman içerisinde de her anlamda babasızlık nedir ağır bir şekilde yaşayarak öğrenmişti.

Evet, mutlaka yakınları vardı ve Van'ımızın iyi yürekli insanları kendisine destek oluyorlardı ama babasızlığının acısını gidermeleri ve arkasında baba gibi durabilmeleri mümkün değildi.

O, kendi dönemi için de, bugün için de biraz yakından bakabilenler için babasızlık, sahipsizlik acısının anıtsal bir sembolüydü.

Biz, kendisiyle aynı dönemde yaşayan, evlerinde babaları, iyi kötü bir evleri, yiyecek aşları, giyecek giysileri ve eğitim şansları olan o günün gençlerinin ve kimi koşullardan habersiz yetişkinlerinin tam olarak anlayabilecekleri biri değildi.

Biz onun geceleri nerede yattığını, ne yiyip ne içtiğini bilmez, bilemezdik. Biz onun o halini de o günkü aklımızla tam olarak kavrayamazdık. Belki bu da doğal bir şeydi. Çünkü insanoğlunun genel anlamda büyüğüyle küçüğüyle olaylara ve insanlara derin bakabilme konusunda ciddi sorunları zaten vardır ve çocuklar ile gençler de henüz yeterli yaşam deneyimleri olmadığı için bu konudaki en sorunlu kesimdir. Onlar bakamaz, baksalar da ayrıntılı göremez, bilemezler. İşte biz onlardandık.  

Bütün bunları son yıllarda ülkenin ve bölgenin değişik yerlerinden göç alarak gelişmiş, büyümüş, zenginleşmiş, altyapı, ulaşım, eğitim, güvenlik, sağlık sorunları ciddi anlamda çözülmüş şehrimiz Van'a bakarak düşünüyorum.

Birinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasındaki durumu Hıdo'nun durumundan farksız olan Van'a bakarak. Sahiplerini, babalarını, ustalarını kaybetmiş ve ancak yüz yılda toparlanıp bugün belli bir düzeye gelebilmiş olan Van'a bakarak.

Kendisi yaşamadı ama bir an için hayalimde Hıdo'yu temiz kıyafetlerle, yaşanabilir bir evde, sağlık sorunları giderilmiş, karnı tok ve mutlu biri gibi hayal ediyorum.

Birinci Dünya Savaşı'ndan çıktığında Van'ın hali Hıdo'nun bizim bildiğimiz yetim hali ile artık bir harabe yığını olan günümüzün Halep'inin haline çok benziyordu.

Onun rahmetle andığımız babası geri gelmemişti ama Van zaman içerisinde büyüyüp gelişerek eski zenginliklerine kavuşmuştu. Yüz yıl sonra devletin ve milletin işbirliği yaparak birlikte çalışıp üretmesiyle babasızlığın acısından kurtulmuş, kendine gelmişti.

***

Bugünkü Van artık modern görünümüyle, çok sayıda yüksek yapısıyla, geniş bir alana dağılmış olan yerleşim yerleriyle, sürekli almakta olduğu göçle, caddelerde gezinen sayısız son model arabalarıyla, yerel yönetimler tarafından imar ve inşa edilen parklarıyla, dinlenme, eğlenme alanlarıyla, gittikçe gelişen bir anakenttir. İstihdam ve ticaret olanaklarıyla bambaşka bir noktadadır.

Sınırları içinde yaşayan, sınırları içine taşınan herkesi kucaklayan bir baba gibi durmaktadır. Kadirbilir yöneticiler elinde her geçen gün de güçlenmektedir.

Ancak her güç kazanmış baba gibi sorunları da yok değildir.

Dünyanın dört bucağında sömürü ocakları kurup, her türlü aracı kullanıp kendine çıkar üreten gittiği her yere kan ve gözyaşı götüren küresel sömürgeci emperyalizm doymak bilmeyen gözlerini ülkemize, bölgemize çevirmiş durumdadır. Suriye'de, Irak'ta, Afganistan'da, Mısır'da sahnelediği kirli oyunları burada da oynama peşindedir. Askeri, politik, ekonomik her türlü yöntemle üzerimize gelmekte, yakacağı bir savaş ateşinde Van'ımızı da yakmak istemektedir.

Her inançtan, her kökenden on binlerce bölge insanının canı pahasına, perişan halde göçü pahasına bölge kaynaklarının üzerine oturmaktan, kendi bildiğince bölgeyi yeniden şekillendirip daha iyi sömürülebilir kılmaktan, kimi küresel sermaye güçlerinin talimatlarını yerine getirmekten başka şeyleri gözü görmemektedir.

Açık ve net söylemek gerekirse, çıkar hesabıyla bugün yanımızda duruyor gibi gözüken güçlü emperyalist ülkeler gerçekte dostumuz değillerdir ve tarih onların dost olmadığını gösteren örneklerle doludur.

Onlar, kendi sınırları içinde kendi halklarını savaştan, çatışmadan uzak refah içinde yaşatırken sınırlarının dışında başka ülkeleri çoğu zaman yanlarına çekip kandırdıkları, satın aldıkları kimseleri de kullanarak yakıp yıkmakta, başka halkları öldürüp, sakat bırakıp, mülteci edip çıkmaz yollara göndermekte ustalaşmışlardır.

Onlar kendi ülkelerindeki bireysel silahlanmayı kurallar koyup engellerken, çıkar hesabı yaptıkları yerlere binlerce tır ve uçak dolusu silah ve mühimmat göndererek oraların ateşini yakmak, büyütmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Onlardan giden can yoktur, silahların parasını da bir şekilde fazlasıyla alacaklarının hesabını da yapmışlardır.

Şu an zorbalık alanı olarak seçmiş oldukları Suriye'de, Afganistan'da ve Afrika'nın yoksul ülkeleri ile başka zeminlerde patlayan bombaların, silahın haddi hesabı yokken ABD'de, Rusya'da ve diğer savaş kışkırtıcısı ülkelerde ortam güllük gülistanlıktır. Anaların, evlatların öldüğü yerler de, ağladığı yerler de hedef tahtasına konmuş olan, binlerce kilometre uzaktan gelinerek yangın yerine çevrilmiş olan ülkelerdir.

Hepimizin bildiği gibi, yapmak zor ve zaman alan bir şeydir. Yıkmak da Ortadoğu'nun kadim şehri Halep örneğiyle karşımızda durduğu gibi çok kolaydır. Bu yüzyılların mirası dünya şehri bugün artık uçaklardan atılmış çeşit çeşit bomba yüzünden bir enkaz yığınından ibarettir. Artık dünya tarihinde önemli izler bırakan masallara konu olan Halep şehri yoktur. O yıkımı gerçekleştiren küresel yamyamlar şimdi de gözlerini bulunduğumuz yerlere, komşularımıza çevirmişlerdir.

Ellerindeki çoğu yıllar öncesinden hazırlanmış uzun vadeli planlarda yaşadığımız şehirlerle ilgili hesaplar da vardır. Onlar bilgiyi de, bilgisizliği de değerlendirirler. Onlar dinsel, mezhepsel, etnik farklılıkları tanırlar, kaşırlar ve kendi emellerine ulaşmak için sonuna kadar kullanırlar.

Bu durum ortak geleceğimizi korumak adına uyanık durmamızı; çocuklarımızın geleceğini, toplumumuzun refahını dikkate alarak konumumuz, inancımız, etnik kökenimiz ne olursa olsun bir araya gelmemizi; birlik, kardeşlik ortak zeminini bulup, inşa edip üzerinde sımsıkı kenetlenmemizi; ülkemize, bölgemize yönelik olası saldırılara karşı el ele vererek birlikte direnmemizi kaçınılmaz hale getirir.

Aklımızdan ve vicdanımızdan başka hakemlere kulak vermememizi gerektirir.

Bugün de bölgemizde, yakınımızdaki yangının etkisiyle bazı analar ağlamaktadır. Ancak unutmayalım ki, olmaz ama şu ya da bu şekilde emperyal ateşin bölgemize sıçraması halinde ağlayacak olan ana sayısı, kaybedilecek olan evlat sayısı hızla hayal edemeyeceğimiz seviyelere çıkacaktır. Yaşayanlarımızın büyük bir bölümü de Akdeniz'de boğulan, aç, sefil, vatansız dolaşan Suriyelilerden, Afganistanlılardan farksız hale gelecektir ki, o gün, bizler için Türkiye gibi mazlumlara kucak açan, insanlık kokan bir ülke de bulunmayacaktır. Bu apaçık ortadadır.  

Hesap kimilerinin zannettiği kadar basit değildir. Gerçek amaç dün Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi; çeşitli ülkelerde dış müdahaleyle el altından yaptırılmış darbelerde olduğu gibi, daha fazla sömürüdür. Gerçek sorun da zannedildiği gibi bölgesel değil, küreseldir. 

Dünyanın ağası olduklarını düşünen güçler kat kat fazlasını geri almak hesabıyla büyük paralar harcayarak giriştikleri bu işte hayal tüccarlığı ve algı yönetimi de yapmaktadırlar. Medyayı sonuna kadar kullanmakta, bilgi kirliliği yaratarak kafaları karıştırmaktadırlar.

Bazı kardeşlerimizin ellerine tutuşturulan elma şekerleri zehirlidir.

Babaları öldürülmüş ya da öldürülmekte olan, Mısır, Filistin, Suriye, Afganistan, Kırım, Çeçenistan ile kimi diğer Arap ve Afrika ülkeleri, babalarını yitirmiş halleriyle, rahmetle andığımız hemşerimiz Hıdo gibi somut birer sembol olarak zaten tam karşımızda durmaktadırlar.

Bu anlamda başkaca bir derse de ihtiyacımız yoktur.

Yazarın Diğer Yazıları