Şahbettin Uluat

BAZI ANLAR VARDIR Kİ!

Şahbettin Uluat

Bazı anlar vardır ki, o anlarda konuşamazsınız, düşünemezsiniz, çalışamazsınız, şu ya da bu şeye yoğunlaşamazsınız.

Az önce öyle bir an yaşadım.

Bilgisayarda yazmakta olduğum yazının başından kalktıktan sonra sevdiğim bir dostumuzun babası vefat etmiş. Taziye için onu aradım.

Yanıt alamayınca mesaj gönderdim, çok geçmedi, o beni geri aradı.

Taziye görüşmesi yaparken hep zorlanırım. Aklım fikrim birbirine karışır, normal konuşamam.

O görüşmede de taziyelerimi bildirirken çok kontrollü olamadım. Hep ben konuştum. Karşımdakinin konuşmasına fırsat vermedim.

Babasını tanıyordum, gerçek anlamda sevip saygı duyduğum biriydi; bundan bahsettim. O çağrışımla aklıma rahatsızlığı nedeniyle yatakta bulunan kendi babam geldi, bundan bahsettim.

Taziye sahibinin başka arayanları da olur. Üstelik bu dostumuzun çevresi de geniş, çok uzatmayayım diye aramadan önceden kararlaştırmıştım. Bunun için sözü çok uzatmamak, en kısa sürede bütün diyeceklerimi demek istiyordum öyle de yaptım. O arada bir soluk durup kendisini dinleyecek ortamın oluşmasına fırsat vermedim.

Telefonu kapattıktan sonra da aceleci davrandığım için pişman oldum. Taziye için aramıştım, belki o da birkaç cümle ile içini dökecekti. Onun da rahatlamaya ihtiyacı vardı. Bu kadar acele etmemeliydim diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım.  

Babalarımız, bebekliğimizin sıkıntılı zamanlarına annelerimizle birlikte katlanan insanlar.

Babalarımız, bizi doyurup, giydirip, eğitip Azeri deyişiyle “boya başa getiren,” evlendirip ev bark sahibi eden insanlar.

Babalarımız, yaşamlarımızı pek çok açıdan etkileyen, bize ufuk ve yön veren, küçüklü büyüklü sayısız anılarımızın mimarları; kahramanları.

Arkadaşımın babası özelinde düşünüp, onların giderek ellerimizden kayıp gitmelerine, dünya ile ilişkilerini yavaş yavaş kesmelerine tanık olmanın; bir anda aramızdan ayrılmaları fikri ile yüzleşmenin ve bütün bunları kabullenmenin güçlüklerini tüm varlığımda hissettim.  İster istemez gözlerim yaşardı. 

Yazımı tamamlamak için yeniden bilgisayarın başına oturamadım.  Artık dönüp yazamaz oldum.  Gözlerim yaşardı, salonda, koridorda bir o yana, bir bu yana yürüdüm. Aklımı toparlayamadım, kendimi o duygusallık içinde kaybolmuş buldum. Hiçbir şey yapamayacak hale gelmiş olduğumu anladım.

Her yeni ölüm yaşadığımız dünyanın eninde sonunda ölümlü olduğunu bize en sarsıcı şekilde yeniden hatırlatıyor. Bizleri bir başka boyuta sürüklüyor. O ruh halini yaşadım ve düşündüm.

Düşünceler, o dar, sıkıntılı anda genişleyerek beni büyük resme taşıdı.

O konuşulamayan, düşünülemeyen zaman dilimlerinin, sadece birini yitirdiğimiz vakit yaşanan şeyler olmadığı fikri kendini gösterdi.

Yaşarken karşılaştığımız hayal kırıklıkları, beklenmedik başka yıkımlar, haberler; güvenilen insanların ciddi yanlışları, sağlık sorunları, beklenmedik her türlü düşüş, bizde ve yakınlarımızda görülen türlü olumsuzluklar bizi tam da bu hale getirir, onları düşündüm.

Van depreminin ardından günlerce o ruh haliyle yaşamadık mı? Dünyanın başına bela edilen Kovid-19 pek çoğumuzu o hale getirmiyor mu? Giresun’daki sel, o yöre insanını bu hale sokmadı mı?

Evlenme hayalleri kurarken terk edildiğini düşünen kız; okulu bitirip iş yaşamına katılmayı umarken birden fazla dersten sınıfta kaldığını öğrenen öğrenci.  Okusun diye, evladı için her türlü masrafa, zahmete katlanan ama sonuçta çocuğunun eğitim yaşamının tamamen bir fiyasko olduğunu öğrenen ebeveyn veya çocuğunun uyuşturuculara, ya da kumara bağımlı hale geldiği haberini alan anne – baba hepsi aynı ruh halini yaşayıp dururlar.

Kaza haberleri kazazede yakınlarını, savaş haberleri savaşa muhatap olan her kesimden insanı aynı ruh haline sokar.

Bütün bu düşünceler bir araya gelip, mayalanıp beni biraz sakinleştirince yeniden oturdum bilgisayarın başına.

Önceki yazımı tamamlamak için değil.

Bu kez, bunları yazmak için.

Yazarın Diğer Yazıları