Şahbettin Uluat

Van Et Kombinası Anıları 1

Şahbettin Uluat

Et ve Balık Kurumu Van Et Kombinası'nda 1980 yılında işe başladığımda Van Ticaret Lisesi'nden sınıf arkadaşım ve dostum olan Niyazi Berberoğlu Muhasebe ve Mali İşler Şefiydi. Beni kurumda görünce memnun oldu ve müdürle görüşüp kendi birimine aldı. Onunla da yetinmedi, ücretim biraz daha fazla olsun diye boş bulunan tahsildar kadrosunun verilmesini de sağladı. 

Muhasebe servisinde zaman içerisinde meydana gelen artış eksilişlerle ortalama altı yedi kişiydik. 

Arkadaşlarımızdan biri ara sıra mesai saatleri ve iş yapma konularında sorunlar yaşıyordu ve durum o günün Kombina Müdürü Derviş Bey'in kulağına kadar gitmişti.

Bir gün tam ben de şefin odasında oturmuşken Derviş Bey selamsız, sabahsız fırtına gibi daldı içeri.

"Kardeşim Niyazi, bu Cemal hakkında hemen bir yazı yazacaksın ve ben de ona soruşturma açtırıp ceza vereceğim!" diye kükredi.

Niyazi Bey o esnada ayağa kalkmıştı. Soran gözlerle müdürümüze bakıp "neden?" diye sordu.

"Hiç saklama, ben biliyorum. İşe zamanında gelmiyor, işleri aksatıyor; kesinlikle bu cezayı vermek zorundayız," dedi.

"Hayır müdürüm, bu işte bir yanlışlık var, oturun sakinleşin; Cemal öyle bir arkadaş değil, çalışkandır, iş bitiricidir. Evet, bir iki gecikmesi oldu ama ben bunun için onunla ilgili yazı da yazmam, soruşturma açılmasına da rıza göstermem." dedi.

Gördüm ki, o benim liseden tanıdığım yumuşak yüzlü kolayca evet diyen arkadaşım Niyazi Bey gitmiş, onun yerine ciddi, kararlı, bildiğini yapan ve duruma göre kurum müdürüne bile karşı çıkan biri gelmiş.

Müdür fazla durmadı. "Ben anlamam, sen yazı yazacaksın, ben de soruşturma açacağım, eğer yazmazsan seni bu görevden alırım!" tehdidini savurup çıktı. O giderken Niyazi Bey de hiç ara vermeden yüksek ve kararlı bir sesle "beni alacaksanız alın müdürüm, ben bu yazıyı yazmam," diyordu.

Müdür çıktıktan sonra şefimiz hep yaptığı gibi elini çenesinin altına koydu, gözlerini kıstı, biraz düşündü. Canı sıkılmıştı.

O arada ben olanları anlamaya çalışıyordum. Samimiyetimize güvenerek, "şefim," dedim. "Gerçekten de bazen bu arkadaşın iş konularında sorunları olmuyor değil, herkes bunun farkında. Bile bile kendini niye riske atıyorsun?"

Ciddi bir yüzle bana döndü.

"Şahbettin Bey, biz burada 7-8 arkadaşız. Velev ki, içimizden birinin bazı eksikleri yanlışları var, onu yedirecek miyiz, onu harcayacak mıyız? Bize yakışır mı? Her toplulukta sıkıntıları olan birileri çıkabilir. Bu da normaldir. Bir arkadaşımıza sahip çıkamazsak yuh olsun bize," dedi.

Onun bu açıklaması o güne kadar yönetici anlamında hiç sorumluluk yüklenmemiş biri olarak benim için oldukça önemli bir aydınlanma oldu.

Evet, çok sayıda insanın birlikte yaşadığı, çalıştığı ortamlarda farklı karakter özellikleri nedeniyle düzeni biraz zorlayan, farklı söylem ve davranışlarıyla birilerini rahatsız eden ve bazen de kolay kolay değişmeyen kimselerin de olması kaçınılmazdı.

Personel arasındaki uyarılara her zaman olumlu tepki veremeyen biri varsa onu dışlamak, hor görmek yerine biraz esnek davranarak sistemin içinde tutabilmek, idare edebilmek iyi idarecilerin hasletlerindendi.

Niyazi Bey bunu yaşayarak öğrenmişti.

Koruduğu arkadaşla dünya görüşleri de farklıydı ancak o böyle küçük şeylere de kesinlikle takılmazdı.

Şefinin kapı gibi arkasında durması nedeniyle Cemal bu işten dolayı herhangi bir sıkıntı yaşamadı.

O günlerde Muhasebe ve Mali İşler Servisi'ndeki arkadaşlarımız Münir, Lütfü, Cemal, Zeki, Muhittin, Seyfettin, Halil, İmam ve Abdullah'tı. Abdullah ve Halil zaman içinde başka işyerlerine tayin olup aramızdan ayrılmışlardı.

***

Kurumdaki bir başka anımız da şöyleydi;

Günün birinde, beklenmedik bir anda kombinaya müfettiş gelmiş ve bütün resmi kurumlarda olduğu gibi ilk iş olarak hemen vezne servisine girip oradaki kasayı saymaya koyulmuştu.

Kasaya bakan arkadaşımız Muhittin'in o gün için beş yüz lira gibi çok da önemli sayılmayacak bir açığı vardı.

O sabah her günkü gibi hayvan alımı yapılan padok servisinde hayvan satıcılarıyla olan bir işte kullanılmak üzere muhasebe servisi elemanlarımızdan biri kasadan avans almıştı ve henüz o işlemin muhasebe fişi kesilmemişti. 

Kasa sayımı sürerken veznedarımız müfettişin yanında o anlamasın diye Kürtçe konuşarak avans verdiği arkadaşa "aldığın avans miktarını beş yüz lira fazla bildir ki kasam tutsun, tam o kadar açığım var, sorun yaşamayayım" şeklinde bir tembihte bulunmuştu.

Müfettiş "ne konuşuyorsunuz? Türkçe konuşun, biz de anlayalım," şeklinde tepki gösterdiğinde, veznedarımız "af edersiniz efendim, özel bir şeydi, özür dilerim," sözleriyle konuyu kapatmıştı.

Avans alan arkadaş da kendisine sorulduğunda aldığı parayı beş yüz lira fazla bildirmiş, böylece kasadaki açık durumu bir anlamda gizlenmişti. Sayım işleminden sonra bu iki arkadaş durumu bizlere anlatırken "ucuz atlattık," demiş, sevinmişlerdi. Aksinin olması durumunda, müfettişin raporuna yazacağı iki kelime tenkidiyle veznedarın işinden olması işten bile değildi.

Aradan bir süre geçmiş, teftiş tamamlanmış, kombina müdürümüzün talimatıyla kurum amirlerimiz ve memur arkadaşlar müfettiş beyle birlikte akşam yemeğine oturmuştuk.

Oldukça samimi bir havada geçen yemek esnasında sohbetiyice koyulaşmıştı.

Yemeğin sonuna doğru müfettiş bey veznedar arkadaşımıza dönüp çok güzel bir Kürtçe ile soru yöneltince veznedarımız neye uğradığını şaşırdı. O gün avans alan arkadaşta da aynı şekilde şafak attı. 

Sonra da kendisi açıkladı. "Ben aslen Karslıyım ve Kürtçeyi çok iyi konuşurum," dedi.

O an bizimkilerin yüz ifadelerini görmeye değerdi.

Meğer vartayı Kürtçe konuşarak değil, müfettişin hoşgörüsü sayesinde atlatmışlardı.

Müfettiş Beyimiz de bu gerçeği son güne kadar ustaca gizlemeyi başarmıştı. 

Yazarın Diğer Yazıları