Şahbettin Uluat

Kadın cinayetleri çözemediğimiz kör düğüm

Şahbettin Uluat

Daha bu sabah ekranlara gelmiş bir televizyon haberi…

Damat belinde silahıyla baba evine dönmüş olan eşini evine götürmeye gelmiş. Kapıyı tekmeleyerek açmış. Kayınpederiyle silahlı çatışma yaşamış ve olay yerinde vurulup ölmüş.

Televizyonda yayınlanan görüntülerde olay yerine gelen damadın yakınlarının feryatları var.

Durum gerçekten zor ve diyebilecek söz kalmamış.

Televizyon sunucusu bir cümlelik yorum yapıyor.

"Olabilir, bu iş güzellikle çözülebilir. Damadı vurmak da neyin nesi" anlamında bir şeyler söylüyor.

Bu haber bir anda aklıma bundan önceki kadın cinayetlerini getiriyor.

Kayınpederlerini, kayınvalidelerini, eşlerini öldüren damatlar ya da eski damatları anımsıyorum.

Ölen hep onlar olurdu.

Bu kez tersi olmuş. Bu kez evine baskın yapılan kayınpeder daha hızlı davranmış. Kurban olmamış, kurban etmiş.

Elbette yazık olmuş. Keşke olmasaydı!

Keşke bundan önceki kadın cinayetleri de hiç olmasaydı, bundan sonra da hiç olmasa.

Ancak ne yazık ki oldu ve olacak!

Olayı tetikleyen, olayın altında yatan temel nedenler oralarda durdukça bu olaylar olmaya devam edecek.

Peki, nedir olayın altında yatan temel nedenler?

Eminim ki, bu sorunun yanıtını en iyi psikologlar ve toplumbilimciler verir.

Ben ancak aklıma gelen bir iki şeyi sıralayabilirim.

Bunlardan ilki ve en önemlisi tarafların evlilik konusundaki yerleşik fikirlerindeki farklılıklardır.

Her bir insan da, her bir evlilik de ötekilerden farklıdır. Konu evlilik olduğunda evlatlarını evlendirenlerin bu kurumla ilgili temel fikirleri ve beklentileri farklı, evlenmekte olanların temel fikirleri ve beklentileri farklıdır.

Ebeveynler temelde evlatlarının sağlık ve mutluluk içinde yaşamlarını sürdürmelerini; kendileri bu dünyadan göçtükten sonra birlikte ayakta durabilmeleri biri ile kendi yuvalarını kurmalarını arzularlar.

Onlar, kendi geçmiş yaşam deneyimleri boyunca birbirlerini tanımış, birbirlerine alışmış çiftler olarak gençlerin de kısa sürede bu uyumu sağlamalarını umarlar.

Oysa gençlerin evlilikle ilgili önceki yaşamlarından getirdikleri kimi değerler ve beklentiler vardır ki bunlar çoğu zaman birbiri ile hemen kaynaşmaz, kaynaşamaz.

Bir kısım çift bu anlaşmazlıkları zaman içerisinde çözmeyi becerir ve yoluna devam eder. Diğer azınlık durumdaki başka çiftler bunu ne yazık ki başaramazlar.

Her şey cicim ayı geçtikten sonra, hatta bazen cicim ayı içinde kendini gösterir.

Bir yandan fikir ayrılıkları, öte yandan eşlerin esneklik düzeyleri işin gidişatını büyük ölçüde etkiler.

Birbirine karıştırılan her iki farklı şey gibi aynı çatı altında birleştirilen eşlerden biri baskın, öteki suskun olur. Ya da bazen biri bazen de öteki baskın konuma geçer. O gergin konuşmaların nedenleri genellikle para, kumar, alkol, çapkınlık, çekememezlik ve diğer çok sayıda farklı şey olur.

Her durumda bu baskınlığın ve suskunluğun hem maliyetleri, hem de sonuçları olur ve bu sonuçlar da zaman içinde kendini gösterir.

Kadın cinsi duyarlıdır, en ufak şeyden etkilenir. Bazen erkeğin hiç farkına varmadan dediği bir söz, yaptığı bir hareket kadında ciddi yaralar açar, izler bırakır.

Erkek sesini yükseltir, tehdit eder, bağırır, çağırır, kapıyı çarpıp çıkar ve hatta bazen vurur.

Kadın bunları hiç mi hiç hesaba katmamış olduğu için şaşırır, korkar, aldığı darbelere kendi yöntemleri ile, iletişimi keserek, ağlayarak, içine ya da içeri kapanarak yanıt verir.

Erkeğin dünyasında bütün bunların yeri yoktur. O bunları önceki yaşamında yaşamamıştır. O bunları anlamakta güçlük çeker ve bu tepkiler karşısında isyan eder.

Bütün bu durumlar karşısında esneklik önemlidir. Biraz esneklik gösterebiliyorlarsa taraflar bunu üçüncü kişilere yansıtmazlar. Bir süre katlanırlar.

Bardak bazen çok çabuk, bazen geç taşsa da günün birinde taşar.

Sabreden taraf tepkilerini açık açık ortaya koymaya, üzerindeki psikolojik baskıdan kurtulmak için sorunlarını yakını bildiği kimselere anlatmaya başlar.

En yakınlar da olsa üçüncü kişilerin işin içine dahil olması bazen yumuşatıcı etki yapsa da zaman içinde yön değiştirir, yıkıcı, yıpratıcı olmaya başlar.

Evlatlarını bin bir naz ve ihtimamla büyüten aileler bir süre işin durulmasını, uyumun gerçekleşmesini bekleseler de bir yerden sonra işin yürümediğini düşünmeye başlarlar.

Tam o durumda kimi kadınlar kocalarının değişmeyeceğini düşünerek; birlikteliklerinin kendilerini çok yıprattığı inancıyla varsa çocuklarını da alarak baba evine dönerler.

Bu onlar için de, geri döndükleri aileleri için de, terk ettikleri eşleri ve eşlerinin aileleri için de hiç kolay olmaz.

Kadın genellikle büyük bir inatla ve kesinlikle dönmemek üzere gittiği evdeki yeni yerinin eskisinden farklı olduğunu düşünmeye başlar. Anne ve babasının, kardeşlerinin en ufak bir sözü, hareketi sanki orada istenmiyormuş fikrini doğurur ve besler.

"Yanlış mı yaptım?" diye kendini sorgulamaya başlar.

Aynı sorgulamayı onun ailesi de, eşi de yapar.

Bu sorgulamaların yumuşatıcı etkisi de olur.

Sokaktaki insanlar konuşmaya başlarlar, dedikodu alır başını gider. Tarafların kulağına doğru yanlış ve çoğu yıpratıcı söylentiler gelmeye başlar.

İyi niyetli birileri aracı olup tarafları yeniden bir araya getirmeye çabalar.

Bütün bu süreçler boyunca kurtarılan (ne kadar kurtarılmış sayılırsa artık) evlilikler de olur, kurtarılamayanlar da.

Görmeyle, beğenmeyle, kız istemeyle, nişanlılıkla, masraf edilerek yapılan bir düğünle gerçekleşen evlilik bir türlü geri dönmüyorsa, kurtulmuyorsa o süreçlerden geçip buraya gelmiş olan erkek ciddi bir çıkmaza girer.

Hem evlilik sürecinde kadının evdeki işleri üstlenerek sağladığı rahatlık elden gittiği için çıkmaza girer; hem onca masrafla ve zahmetle kurduğu düzen bozulduğu için çıkmaza girer; hem de ataerkil bir toplumun bireyi olarak onurunun zedelendiğini düşündüğü için çıkmaza girer.

Bütün bunlardan kurtulmak için de evliliği kurtarma operasyonu adı altında çeşitli hamleler yapar. Araya birilerini sokar, telefon eder, yeniden etkileşim kurmaya çalışır, özür diler.

Bütün bunlar sonuç vermeyince de daralır, bütün diğer seçenekleri görmez olur, silahını beline takar, kayınpederinin kapısına dayanır.

Hani "öyle bir durumda baba evi zarar görmesin diye koca evine dönen kadından ne hayır gelir" diye hiç mi hiç düşünmez.

Zaten durumları ne kadar zayıf olursa olsun hiçbir baba evi de belinde silahla kapısına dayanan adama kızını teslim etmez.

Sonuç malum.

Bugüne kadar gelinler, kaynanalar, kayınpederler, baldızlar ve kayınlar yaşamlarını yitiriyorlardı, bugün de damat yaşamını yitirmiş.

Böyle olunca iyi mi oluyor, iyi mi olmuş? Elbette hayır. Hiç mi hiç iyi olmamış. Hepimizi yaralayan bir sonuç çıkmış ortaya.

Bu tarz haberleri işitince üzülmeyen var mıdır bilmiyorum. Ben gerçekten çok üzülüyorum.

Keşke olmasaydı diyorum. Eminim ki vicdanı olan herkes aynı şeyi söylüyor.

Ne var ki, keşkeler bir işe yaramıyor.

İnsanlar evlenmek kadar boşanmanın da bir yol, bir çözüm olduğunu görmezden geliyor, görmek istemiyor.

Bu eylemlerin parçası olanlar gözlerini bir türlü açmıyor.

Onların gözlerini açmasını sağlayacağı umulan cezalar da ya yetersiz kalıyor, ya bir işe yaramıyor.

Ciddi mantalite değişiklikleri gerekiyor ki, bu da doğru araçlarla desteklenecek uzun zamanlar alacak gibi görünüyor.

06.02.2017

10:24

Not: Bu yazı 06.02.2017 tarihinde Milliyet Blog web sitesinde yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları