Şahbettin Uluat

Machida Mezarlığı

Şahbettin Uluat

Elimde kumanda televizyon kanalları arasında gezinirken NHK World adlı Japon kanalında "Document 72 Hours" adlı bir belgesel dizisinin "Jumokuso, Bir Kiraz Ağacının Altında Yatmak" adlı 2019 yılı Mart sonu Nisan başında çekilmiş bir bölümüne rastlıyorum.

İzledikçe anlıyorum ki, bu belgesel 72 saat boyunca çekimler yapılan Tokyo'nun banliyölerinden birinde bulunan Machida Mezarlığı'nı konu ediniyor, oraya ziyarete gelen insanları anlatıyor. 

Mezarlık peyzaj işleri yapılmış düzgün, planlı ve etkileyici bir ortam. Çevre duvarlarına yakın yerleri ile bir bölümünün ortası hemen altlarındaki toprak insan külleriyle görünmeyen mezarlar haline getirilmiş kiraz ağaçlarına ayrılmış.

Çekimler Nisan ayında yapıldığı için bu kiraz ağaçlarının hepsi çiçeklenmiş. Ağaç olmayan yerlerde de mermerden, sıralı, düzenli, uyumlu mezarlar var.

Yine izledikçe anlıyorum ki, onların ölü gömme anlayışları da mezarlık anlayışları bizimkine benzemiyor. Onların çoğu ölülerinin küllerini gömüyorlar. Gömerken ya bir küçük paket olarak önceden hazırlanmış yuvarlak boru şeklindeki ve kimi çok katlı yerlere yerleştiriyorlar ya da külleri belli bir yerdeki toprağa karıştırıyorlar.

Toprağa karışmış küllerin net tam belli bir yeri yok. Belgeselin sunucusu mezarlık ziyaretine gelen bir gruba "sizinki nerede yatıyor" diye sorduğunda tahmini belli bir alanı gösteriyorlar.  Ölüm yıldönümünde ziyarete geldikleri büyükannelerinin yerini tam olarak bilmiyor, bilmedikleri için de gülüyorlar. 

Aynı aileden de olsa insanların diğerlerinden farklı şekillerde gömülmeyi isteyebileceklerine değiniyor belgesel sunucusu.

Bir adam, bizim geleneklerimizde de olduğu gibi ziyarete geldiği mezar yerini suluyor.  Diz çöküp dua ediyor.  Eşi altı yıl önce kanserden ölmüş. Birlikte oldukları zamanlarda sofraya ekmek koyabilmek için değişik işlerde çalıştığını, eşinin bu durumdan hiç yakınmadığını söylerken ciddi anlamda üzgün gözüküyor. Eşinin bir vasiyetini yerine getirmediği için de ayrıca üzüldüğünü ifade ediyor. "O benden küllerini okyanusa saçmamı istemişti ama bunu yapamadım, kıyamadım. Ziyaret edebileceğim belli bir yeri olsun istedim. Onun küllerini buraya getirdim" derken yaşadığı pişmanlıkla yüzündeki çizgiler daha da derinleşiyor.

Mezarlığa her hafta geldiğini, mezarının başında eşiyle konuştuğunu ekliyor.

Sonrasında 13 yıllık evlilikten sonra eşini kaybetmiş bir kadın geliyor ekrana. Yanında bir kutu bira getirmiş, içiyor. Sunucunun "eşiniz çok mu bira içerdi?"  sorusuna "severdi ama gut hastalığı vardı, fazla içemezdi, ara sıra birlikte içerdik" diye yanıt veriyor. Tablet bilgisayarını çıkarıp eşinin resmini gösteriyor.

"O, bizim evlilik yıldönümümüzde öldü inanabiliyor musunuz? Yerde yattığını gördüm, öldüğünü anlayınca da neden öldün, neden evlilik yıldönümümüzde öldün diye defalarca sordum. Şimdi bile aklıma geldiğinde kızıyorum" diyor.

"Sonunda biz de bu toprağa geleceğiz. Onunla buluşacak mıyım? Başka biri yaşamıma girerse buluşmayız" derken gülüyor.

Aklıma "annenizden sonra başkasıyla evlenirsem, öte dünyada annenizi ebediyen kaybedebilirim" kaygısı yaşayan babam geliyor.

Bu arada ellerinde ölmüş birinin külleriyle, resmiyle yaklaşık on kişilik bir grup giriyor mezarlığa. Mezarlık görevlisi annelerinin küllerini babalarınınkinin altına gömüp gömmeyeceklerini soruyor. Kabul ediyorlar.  Beyaz bezin içindeki küller görevli tarafından yerde gömülü plastik boru gibi muhafazanın içine yerleştiriliyor.

Büyükbabalarının mezarını ziyarete gelmiş bir aile mezarlıkta nevalelerini çıkarıp piknik yapıyorlar. Kadın "buranın manzarası güzel" diyor.

Gelenlerden biri bir kiraz ağacının dibinde Jumakuso mezar yeri satın aldığını söylüyor.  Mezar için ne kadar ödeme yaptığı sorulduğunda da dört kişi için 900.000.- yen, ( 8.300.- dolar) diye yanıtlıyor.

Bekâr iken ölmüş erkek kardeşinin mezarına her hafta gelen bir kadınla konuşuyorlar sonra. Ağabeyim beni kollar, gözetirdi. Annem, babam gibiydi. ben ona fazlasıyla bağımlıydım. Onu çok özlüyorum" diyor. Konuşurken duygulanıp ağlıyor.

Yanlarında canlı köpekleriyle ölmüş köpeklerinin mezarını ziyarete gelen bir çifte dönüyor kameralar. Onlar kendileri, kendi ebeveynleri ve köpekleri için mezar yeri almışlar. Hep birlikte olmayı arzuluyorlar.

Kızının mezarına gelmiş oldukça duygulu ve konuşkan bir yaşlı adam kızının rüyalarına girmediğinden yakınıyor.

Üç erkek kardeş anneleriyle babalarının mezarını ziyaret ediyorlar ve bu ziyaretler sayesinde biz de görüşmüş oluyoruz diyorlar.

Bir kadın öldüğünde mezar taşına ismini yazdırmayacağını çünkü ondan sonra artık kendi ailesinden hiç kimsenin kalmadığını, kimsenin ismine bakıp mezar aramayacağını, bu yüzden isme gerek de kalmadığını söylüyor.

Kiraz ağacının dibinde babasının mezarını ziyarete gelmiş bir adam "cansız toprakta değil ama bu canlı ağaçta babamın yaşadığını hissediyorum, buraya babamı her özlediğimde ya da her bunaldığımda rahatlamak için geliyorum" diyor.

Okula başlayan çocuklarını dedesinin mezarına getiren bir çiftle konuşuyorlar

Belgesel devam edip gidiyor ancak ben bu mezarlık sahneleriyle siz kıymetli okurlarımı fazla germek, yormak istemiyorum.

Yalnız son olarak bu belgeselin satır aralarında açıkça okunan bir başka şeyi de vurgulamadan geçmek istemiyorum.

Dünyanın her yerinde yaşanan geçim sıkıntısı o mezarlığı ziyarete gelenlerde de var.  Japonların bir kısmı da kendisini ciddi anlamda yalnız hissediyor.

*

Şimdi de dilerseniz "niçin Tokyo Mezarlığı?" sorusunun yanıtını vermeye çalışayım.

Ten rengi, adı, cinsiyeti, dini ya da inancı, kültürü, değerleri ve ilkeleri ne olursa olsun her insan ölümlüdür. Her insanın yaşamı, kaç yıl sürerse sürsün, eninde sonunda nihayete erecektir.

Bu insanlığın ortak kaderidir.

O ortak kaderin en çarpıcı bir şekilde kendisini gösterdiği yerler de mezarlıklardır. Bu anlamda mezarlıklardan çıkartılacak pek çok ders vardır.

Hele ki o mezarlık Tokyo Mezarlığı gibi biraz daha renkli bir yerse bu kesinlikle vardır.

Bir kere insanların mezarları, mezarlıkları ziyaret nedenleri dünyanın her yerinde benzerdir.  Her insan kaybetmiş olduğu yakınlarını günü vakti gelince özler, mezarda da olsalar onları ziyaret etmek, anımsamak, hayır dua ile anmak ister. Bunun Türk'ü, Kürt'ü, Japon'u, İngiliz'i, Arap'ı yok.

Ayrıca, bir kısmımız farkında olmasak da, her ziyaretimizde mezarlıklardaki görünmez bir suflör, kulaklarımıza dünya yaşamının sınırlı bir hayal olduğunu; incir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerle birbirimize zarar vermenin anlamsızlığını; barış içinde hoşgörüyle insanca birlikte yaşamanın gerekliliğini ve güzelliğini fısıldar.

Ben o sesi Tokyo Mezarlığı belgeselini izlerken oturduğum odamda bir kez daha işittim.

İşittim ve paylaşmak istedim.

Yazarın Diğer Yazıları