Şahbettin Uluat

Dünün ve bugünün Sahalin'leri

Şahbettin Uluat

"Sahalin'in çocukları çaputlarla dolaşıyorlar ve her zaman açlar. Genelde bulaşıcı hastalıklardan ölüyorlar. Her yeni doğum aile için kötü bir haber. Kimse beşiğin başında ninniler söylemiyor. Sadece hastaların iniltileri işitiliyor. Aileler, çocuklarına verecek yiyecekleri olmadığını söylüyor.  Ama buna rağmen, bu konudaki tüm şikayetlerine rağmen Sahalin'de şimdiye dek gördüğüm en güzel şeyin çocuklar olduğunu söyleyebilirim. Bu kalpten yoksul evlerde, yarı aç karınla, etrafa neşe saçıyorlar. İyi çocuklar, saf ve neşeliler. Zorlu hayatlarına rağmen işsiz dolaşan babalarını ve ilgisiz annelerini seviyorlar."

ANTON ÇEHOV 1890 filminden   

Yukarıda anlatılanların üzerinden yüz yılı aşkın bir zaman geçmiş.

Büyük resme ve dünyaya bakıyoruz.

Kimi ülkelerin yeşil bağ bahçelerle, çayırlarla, kimilerinin de toz, duman, harabe ve mayınlarla dolu olduğunu görüyoruz.

Bugün de dünyanın muhtelif yerlerinde bulaşıcı hastalıklarla savaşan, babaları işsiz, karınları aç ve bütün bunlara rağmen anne ve babalarını seven, çevrelerine neşe saçan saf ve neşeli çocuklar var.

Bugün de, dün Sahalin'i ve benzerlerini görmeyenlerin, görmek istemeyenlerin torunları, o mazlum ülkeleri ve o çocukları görmezden geliyorlar.

Bugün de sömürgecilerin saldırıları altında  yanıp yıkılan vatanlarından kaçmak zorunda kalan; mülteci olup zorlu yolculuklara çıkan her yaştan sivil insanların bir kısmı insanlığını yitirmemiş Türkiye, Lübnan, Bangladeş gibi ülkelere sığınırken, bir kısmı da, sefaletle, ölümle pençeleşerek o sömürgecilerin savaş bulaşmamış yeşil çayırlı topraklarına ulaşmaya, oralarda huzur bulmaya çalışıyorlar ama olmuyor. Yollarda ziyan olanlar, denizlerde boğulanlar eksildikten sonra sınıra gelebilenler köpeklerle, elektrikli tellerle, coplarıyla hazır bekleyen polislerle yüzleşiyor. Onları da aşabilenlerin küçük yaştaki çocukları o sözde güvenli ülkelerde, ellerinden kayıp kayboluyor. Kendileri de yönlendirildikleri mülteci kamplarında sıkıntı çekiyorlar.

Söylemesem olmaz, dünyayı rahmetli Müslüm Gürses'in dediği gibi garipler yakmıyor. Emperyalist, güçlü, zengin ülkeler yakıyor. O ülkeler dün yoksul coğrafyaların insanlarını alenen köle edip onların kanlı alın terleriyle zengin oldular, yetmedi. Çıkardıkları iki paylaşım savaşıyla, çeşitli iç çatışmalarla milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarcasının da sefaletine sebep oldular; bu da yetmedi. Bugün de satın aldıkları taşeronları aracılığıyla uzandıkları binlerce kilometre uzaklıkta ve dünyanın başka bölgelerinde bulunan ülkelerde üslerini kurup sömürü kazanlarını kaynatmayı sürdürüyorlar, gizli saklı anlaşmalarla üstü kapalı köleci düzenlerini yaşatıyorlar.

Anton Çehov'un Sahalin adasında gördüğü ve "Sahalin Adası (Notları)" adlı kitabıyla kayıt altına aldığı sefaletin benzerleri bugün Yemen'de, Suriye'de, Filistin'de, Afganistan'da ve Myanmar'da ve çeşitli Afrika ülkelerinde yaşanıyor. Bangladeş'teki, Lübnan'daki mülteci kamplarında yaşanıyor.

Dün iletişimin sınırlı olduğu dünyada Sahalin Adası sefaletini görmeyen, görmezden gelen zamanın Rus çarlığının yerinde bugün her türlü iletişim kanalları sonuna kadar açık iken saydığımız ülkelerdeki sefaletleri görmezden gelen, ekranlarına, gazete sayfalarına düşmesine izin vermeyen, sözde insan haklarına saygılı batılı ülkeler duruyor.

Birinci Dünya Savaşı başlamadan Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalamanın planlarını yapmış olanlar, bugün de geleceğin dünyasını şekillendirmek için gizli kapaklı işler çeviriyorlar. Son teknolojilerle ürettikleri her türlü silahı daha acımasız bir şekilde kullanıyor, kullandırıyor, satıyor ya da tehdit unsuru olarak hep masada tutuyorlar.

Mısır'da seçilmiş devlet başkanına yapılan darbe ile iş başına getirilen, kendi halkını zorbalıkla baskı altına alıp sokaklarda öldürterek koltuğuna oturan darbecinin yönetimini hemen tanıyıp onaylıyorlar.  İçlerinden biri, Venezuella'da yüzde altmışın üzerinde halk desteği ile iş başına gelmiş devlet başkanının yerine haksız, hukuksuz, ilgisiz başka bir devlet başkanı atamaya kalktığında diğerleri vakit geçirmeden bu temelsiz kararı tanımak için sıraya giriyorlar.

Hedeflerindeki ülkelerde halkın önemsediği değerleri savunduğunu iddia eden örgütleri başlarından yakalayıp kontrollerine alıyor; o yapılara inançları gereği destek veren, çoğu büyük oyundan habersiz kalabalık saf insanları kötü emellerine alet ediyorlar.Ülkemizde 15 Temmuz'da yapmaya çalıştıkları gibi bir darbe ile hedef ülkeleri yangın yerine çevirmek; yönetimlerini kuklaları aracılığıyla ele geçirerek, kontrolleri altına almak, portföylerindeki kullanışlı ülke sayısını arttırmak istiyorlar.

Vietnam benzeri girişimlerinden ders çıkarmış oldukları için artık çatışma bölgelerine kendi değerli evlatlarını, askerlerini çok fazla göndermiyor, bu işi paralı askerlere ihale ediyorlar. Böylece atlar tepinirken  eşekler eziliyor. Kullanışlı örgüt bulamadıklarında da parayı bastırarak DEAŞ gibi, Boko Haram gibi örgütleri kurmakta güçlük çekmiyorlar. Müslüman maskesi takarak sahneye sürdükleri bu kanlı örgütlerini ciddi bir tehdit unsuru olarak gösterip kendi halklarını da aldatıyor; ülkelerinde kamuoyu desteği sağlıyorlar.

Silah ve mühimmat satıcısı firmalarını savaş süreçlerinde zengin ederken savaş sonrası da o alanlara inşaat firmalarını, onarım firmalarını sokup yeni kazançlar elde etmeyi ihmal etmiyorlar. Bu arada, bütün o savaşlar boyunca her türlü travmayı yaşamak durumunda kalan bölge halklarının maddi-manevi kayıplarını hiç mi hiç dikkate almıyorlar. İşin doğrusu, o insanları insan saymıyorlar.

Onlarda hesap bitmiyor.

Üzerine hesap yaptıkları ülkelerin kimisi saf, samimi, kimileri eğitimsiz, kimileri hırslı ve acımasız insanlarını da bir yolunu bulup ikna ediyor (!) ateşin içine çekiyorlar. O ülkelerde karşılıksız bastıkları paralarla satın aldıkları aracıları da, işe yarar araçları da sonuna kadar kullanıyorlar.

Yoksulluk ve cahillik başa bela. Geçen yüzyılın başında Arap ülkelerinde yaptıkları gibi el attıkları her ülkede kullanılmaya elverişli birilerini buluyorlar. Sonra da gizli ve açık tezgahlarını kurup başlarına geçiyorlar.

Toplumları oluşturan kalabalıklar değil ama dümenlerin başındaki o batılılar, biz doğulularda hep olan insaf, merhamet, vicdan, hoşgörü, anlayış sözcüklerinin ne anlama geldiğini dün bilmiyorlardı, bugün de bilmiyorlar.

Çevreyi kolayca kirlettikleri gibi, atmosfere kolayca zarar verdikleri gibi, doğal kaynakları büyük bir iştahla harcayıp tükettikleri gibi insanlık başta olmak üzere pek çok başka şeyin de kökünü kesiyorlar.

Yine de hesaplarının tutmadığı zamanlar da, tersine döndüğü zamanlar da oluyor.  Tanımadıkları bir güç devreye giriyor, hesaplarını bozuyor. Takılıyorlar, geriye dönüyorlar.

Anlamakta güçlük çekiyorlar ama yaşayarak görüp öğreniyorlar. Öğreniyorlar ama değişmiyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları