Dr. Mine Kılavuz Ongün

Evvel zaman içinde 4: Padişahın Kız Evladı

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Sevgili okurlar, hatırlayacağınız gibi, "Evvel Zaman İçinde" adlı yazı dizimizin başında Masallardan, Halk Hikâyelerinden ve bunların Halk Edebiyatımızda önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştik. Yine hatırlayacağınız gibi, Halk Hikâyesi anlatma ve âşıklık geleneğinde Van İlimiz, Erzurum, Kars ve Ardahan’la beraber en baş sıralardaydı.

Masallar, masal anlatıcıları tarafından geceler boyu anlatılır, devamı merakla beklenirdi.

Yazı dizimizdeki ERCİŞLİ EMRAH VE SELVİHAN HİKAYESİ’nden sonra, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınlarından "Van Kütüğü"nde yer alan ve babaannem Naime Kılavuz'un anlattığı bir masalı sizinle paylaşmak isterim. Metnin orijinali Van şivesi ile yazılmış ve anlatıcıdan direkt olarak aktarılmıştır. Burada aktardığım masalda ise şive kullanılmamıştır. Bu da, şive ile yazıldığında bazı harflerin bazı sesleri karşılayamadığı ve doğru şive özelliğini verememesi endişesiyledir ki, yazı dilinde ancak şivesiz bir anlatım ile daha doğru bir aktarım sağlanması mümkündür. Bu masallar günlerce anlatılan uzun masallardır, buradaki metin, masalın sadeleştirilmiş halidir.

PADİŞAHIN KIZ EVLADI

Kaynak: Van Kütüğü (Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları 1993)

Anlatan: Naime Kılavuz

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde… Develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Ninem düştü beşikten, dedem koştu eşikten, biri kaptı maşayı, biri kaptı şişeyi, gösterdiler köşeyi… Ben kaçtım onlar kovaladı, onlar kovaladı ben kaçtım, az gittik uz gittik dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, dönüp bir de arkamıza baktık ki ne görelim, bir arpa boyu yol gitmişiz…

Bir varmış bir yokmuş, Allahın kulu çokmuş. Çok söylemek günahmış.

Ülkenin birinin bir padişahı varmış. Padişah iyiymiş hoşmuş ama bir derdi varmış. Bu dert onu yiyip bitirirmiş. Zenginmiş, her şeyi varmış da bir evladı olmamış.

Sık sık tebdil kıyafet gezintiye çıkarmış. Canı sıkkın olduğu bir gün yine vezirini çağırmış:

- Vezirim atları hazırlat, çıkacağım, demiş.

Yola çıkmışlar. Bir suyun başında oturmuşlar. Orada yemek yerken padişahın canı sıkkın bir şekilde derin bir ah çekmiş olduğunu gören vezir:

- Padişahım bir derdin mi var? Neden canın sıkkın diye sormuş.

Padişah bir ah daha çekmiş. Tam o sırada, kocaman bir adam gelmiş yanlarına. Kendini derviş olarak tanıtan dev:

- Padişahım ben senin derdini bilirim. Senin çocuğun yoktur, ondan üzgünsün.

Adam bunları söyleyince, padişah onun derviş olduğuna inanmış ve onu dinlemeye devam etmiş.

- Bak padişahım, sana bir elma vereceğim. Bu elmanın yarısını sen, yarısını hanımın yiyeceksiniz. Kabuklarını da götürüp en sevdiğin atın önüne atacaksın. Ancak bir şartım olacak: Evinde de ülkende de mercimek pişmeyecek. Piştiği an gelir evladını götürürüm" diyerek elmayı vermiş ve ortadan kaybolmuş.

Padişahla veziri saraya dönmüşler. Devin söylediklerini yapmış ve yarısını kendisi yemiş, yarısını hanımına yedirmiş. Hizmetçiyi çağırarak kabukları en sevdiği atın önüne dökmesini tembihlemiş. Ancak hizmetçi kız padişahın söylediklerini anlamamış ve kabukları gözleri kör, topal bir katırın önüne atmış.

Ertesi gün bir ferman yayınlamış. Hiç kimse mercimek ekmeyecek, evlerde mercimek pişmeyecek, olan bütün mercimekler de göle dökülecek diye emir vermiş. Herkes bu emirlere itaat etmiş.

Gel zaman git zaman padişahın bir kızı olmuş. O gün yine elmayı veren adam çıkıp gelmiş ve padişaha.

- Padişahım bak bir evladın oldu, ismini Fatma koyasın, hiçbir yerde mercimek pişmesine müsaade etmeyesin. Yoksa gelir kızı alırım. Yine ortadan kaybolmuş.

Zaman su gibi akmış giderken kız 17 yaşına girmiş. Meğer ülkedeki hanımlardan biri,  padişahın emriyle mercimek yasaklandığı zaman sandığının dibine bir avuç mercimek saklamış. İşte bu hanım yıllar sonra hamile kalmış. Hamile kalır kalmasına ama canı mercimek çekmesin mi?  Tabi herkes mercimeği unutmuş, kimse evinde mercimek pişirmez olmuş. Ne yapsam ne etsem diye düşünürken, sakladığı mercimek gelmiş aklına. Sandığın dibinde sakladığı mercimeği çıkarıp pişirmeyi aklına koymuş. Ne olursa olsun bunu yapacaktır, çünkü canı çok çekmektedir.

Tabi ülkede mercimek piştiğini fark eden dev gelip padişahın kapısına dayanır, sözünde durmadığı için kızını götüreceğini söyler.

Padişah çok üzülür ama söz verdiği için çaresiz kabul eder. Kızını çağırıp durumu anlatır ve hazırlanması gerektiğini söyler. Kız bahçeye çıkar. Üzüntüden ne yapacağını bilemeyerek gezerken, ona doğru gelmekte olan topal ve kör bir katırla karşılaşır. Katır kızla konuşur:

- Bak o gelen adam derviş değildir. Bir devdir. Senin başında çok felaket var. Bu dev insan yer. Yanına beni al giderken. Ben seni korurum. Baban başka şeyler verecek olursa kabul etme, sadece benimle gitmek istediğini söyle. Ben sana yeterim bunu göreceksin, der.

Padişah kızını göndermeden önce ona hazırlattığı çeyizleri ve altınları develere yükler, en güzel atlarını emrine vermek ister. Ancak kız bunların hiçbirini almak istemez. Padişah bir bölük askerle birlikte kızı ve devi uğurlar.

Az gitmişler uz gitmişler, bir ülkenin sınırına gelmişler. Dev:

- Ülkeme geldik. Artık tehlike kalmamıştır siz geri dönebilirsiniz diyerek, askerleri başından savmış.

Şehre inmişler. Katır kıza:

- Bak Fatma sakın korkma bu adam bir derviş değil, insan yiyen bir devdir. Ama söylediklerimi yaparsan onun hakkından birlikte geliriz sen merak etme demiş. Şehre gittiğimizde, bir erkek elbisesi al, bu elbise bir şehzade elbisesi gibi süslü olsun diye de tembihlemiş.

Kız katırın dediklerini yapmış. Bir şehzade elbisesi almış ve yola devam etmişler.

Yolda dev bütün yiyecekleri bitirmiş. Sıra tam katıra gelmişken. İleride kulübesi görünmüş. Katır Fatmaya korkma dediklerimi yap demiş.

İçeriye girmişler.

Dev kıza otur demiş. Kız:

- Katırım ne zaman oturursa o zaman otururum, demiş.

Dev:

- Biraz yat dinlen demiş.

Kız:

- Katırım ne zaman yatarsa o zaman yatarım, demiş ve uyanık kalmış.

Dev yorgunluktan uyuyakalmış. Katır kıza gözlerini yum demiş, kızı sırtına almış havalanmış. Bütün kuvvetiyle kulübeyi yerden yere çalmış dev atında kalıp ölmüştür diye rahatlamışlar.

Katır Fatmaya:

-Şimdi şehzade kıyafetlerini giy şehre in. Kahveye gir tavla oyna Kirmanşah Padişahının oğluyum de. Ama herkesle konuşma.

Kız söylenenleri yapmış. O gün kahvede o ülkenin padişahının oğlu da varmış. Kızın tavırlarından şüphelenir.

Ertesi günler yine gider. Bu şehzadenin bir kız olduğundan emin olmaya başlar ve kıza tutulur. Durumu annesine açar. Annesi ona:

- Oğlum bunu anlamanın bir yolunu biliyorum. Onu bize davet et. Gece bizde kalsın. Yastığının altına kırmızı gül koy. Senin yastığının altına da beyaz gül koy. Kadının yastığının altındaki gül daha erken solar, seninkiyle mukayese edersen anlarsın.

Şehzade kızı davet eder. Akşam olur, katır bahçede otlarken, gül toplayan şehzadeyi görür, şüphelenir. Pencereden bakınca şehzadenin kızın yastığının altına gül koyduğunu görür. Kıza olanları anlatır ve:

- Sen merak etme gece yarısı ben o güllerin tazelerini yastığının altına koyarım, der

Böylece sabah uyanan şehzade ve annesi güllerin eşit şekilde solduğunu görürler. Annesi ikna olur ancak şehzade halen onun kız olduğuna inanmaktadır.

Annesi oğluna.

- Oğlum bunu anlamanın bir yolu daha var demiş. Sen güreş tutmayı teklif et bakalım, eğer kızsa zaten kabul etmez.

Şehzade söyleneni yapmış. Fatma güreş tutamayacağını söyleyince, olan biteni şehzadeye anlatmış. Şehzade onunla evlenmek istediğini söylemiş, Fatma da kabul etmiş.

Sonra kırk gün kırk gece düğün yapılmış. Bu arada, Fatma şehzadeye katırın kendisinin akıl hocası olduğunu söylemiş. Şehzade de:

- Onun için ne yapmamı istersin demiş.

Katır:

- Beni ayrı bir odaya koyun sakın ayağıma buhağu vurmayın yoksa ölürüm.

Söyledikleri yapılmış.

Gel zaman, git zaman Şehzade sefere çıkacak olmuş. Bu sefer yıllarca sürebilirmiş ve katırı da yanın almak istemiş. Kız istemese de, savaşta onlara yardımı dokunur diye çaresiz kabul etmiş. Şehzade gittikten sonra Fatma hamile olduğunu anlar ve kocasına durumu anlatan bir mektup yazar. Mektubu bir Tatar götürür. Yolu öldü zannettikleri devin evine düşer. Dev ona nereden gelip nereye gittiğini sorar. Tatar şehzadenin savaşta olduğunu ve hanımından mektup götürdüğünü anlatır. Dev hanımının adını ve ne zaman oraya geldiklerini sorar ve bu kişinin Fatma olduğunu anlar.

Adama en güzel yemeklerden ikram eder. Onu gece de misafir etmek ister. Ne zaman yolu düşerse burada kalabileceğini söyler. Tatar yatınca da dev mektubu okur. Mektupta Fatma, hamile olduğunu, kocasına 3 ay sonra baba olacağını yazmıştır.

Dev mektubu değiştirir ve artık onu sevmediğini yazar. Annesinden babasından şikâyet eder. Mektubu Tatarın cebine koyar.

Tatar şehzadeye  mektubu ulaştırır Şehzade mektubu okur,şaşırır..Bu arda katır da huysuzlaşır. Şehzade Fatmaya cevap yazar ve biraz sabretmesi gerektiğini, doğumdan sonra geleceğini yazar. Fatma yine cevap yazar, gönderir. Dev Tatarın yolunu yine keser. Yine mektupları değiştirir ve padişahın ağzından yazdığı mektupta şöyle der:

- Oğlum, karın Fatma bir çift it kütüği doğurdu. Biri siyah, biri beyaz. Biz Fatmayı ne şekilde cezalandıralım?

 Şehzadenin cevabı:

- İt kütiği Allah’tandır. Her ne olursa olsun Fatma benim karımdır, iki gözümdür. Dev mektubu değiştirir ve şöyle yazar:

- İkisini de götürüp Fatmayla beraber dağın başına koyun.

Padişah buna çok şaşırsa da, şehzadenin dileğinin yerine getirilmesi lazım diyerek dediğini yapar.

Bu arada şehzadenin yanındaki katır hırçınlaşır. Her yeri yıkıp dökmeye başlar. Mecbur kalırlar, ayağına buhağı vurmaya.

Katır bunları kırarak kaçar. Fatma'ya doğru yola çıkar. Fatma katırı görünce sevinir. Başına gelenleri anlatır. Katır ona:

- Fatma hemen beni kes. Başımı buraya bırak, iki gözümü oyup birini buraya, birini buraya bırak. Karnımın içindeki bağırsakları temizle etrafa yay, geniş bir alan kaplasın, oraya bir ahır yap, dilimi de çıkarıp bu ahırın kapısına as.

Fatma katırın dediklerini yapmış. Birdenbire burası güzel bir eve dönüşmüş. Kapının önünde bir aslan bir de kaplan beklemektedir.

Zaman geçmiş. Çocuklar 15 yaşına gelmişler. Bu arada şehzade seferden dönmüş. Fatma'yı sormuş. Anlatmışlar. Senin emrinle böyle böyle yaptık demişler.

- Ama ben böyle bir şey yazmadım demiş, Şehzade.

Padişah:

-Biz sana iki oğlun olduğu müjdesini verince senin cevabın bu oldu demiş.

Şehzade Tatarı sorguya çekmiş. Nerede misafir olduğunu, kimlerle karşılaştığını bir bir anlatmış. Şehzade daha önce kızın başına gelenleri bildiği için, bu işi devin yaptığını anlamış.

 Hemen Fatma ve çocukların olduğu yere doğru yola çıkmış. Fatma, o gün pencereden dışarı baktığında 8 atlının oraya doğru gelmekte olduğunu görmüş. En öndeki şehzadeyi tanımış. Oğlanları çağırmış. Onlara:

-Tez gidin elinizi aslanla kaplanın başına koyun. Babanızı parçalamasın. Demiş. Oğlanlar söyleneni yapmışlar. Misafirleri içeri almışlar. Şehzade ile sohbet etmişler. Sonra şehzade:

- Oğlum anneniz nerede? Diye sormuş.

- Annemiz yemekten sonra gelecek.

Anneleri onlara meyve göndermiş. Bir tabağın yanına da kaşık koymuş. Oğullarına tembih etmiş:

- Götürün bu tabağı babanızın önüne koyun ve orada durun. Bu nedir, derse size tembih ettiğim sözleri söyleyin der.

Oğlanlar tabağı babalarının önüne koyarlar. Şehzade;

- Oğlum hiç armut kaşıkla yenir mi?

- Ya şehzadem insan hiç it doğurur mu?

Bu arada Fatma da içeri girer. Şehzade ile Fatma oturup konuşurlar. Olan biten anlaşıldıktan sonra, şehzade saraya dönmelerini ister. Fatma bunu kabul etmez.

- Bana yardım eden katırın yerini terk etmem der

Şehzade de buna karşı çıkmaz. Tekrar kırk gün kırk gece düğün yapılır. Burada büyük bir ülke kurulur.

Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten 3 elma düşmüş. Kimin ne muradı varsa, onun başına…

Yazarın Diğer Yazıları