Dr. Muhammet Veysel Zortul

Halide Edip Adıvar Mandacı Mıydı?

Dr. Muhammet Veysel Zortul

Tarihin çokça tartışılan konularından biri de Halide Edip Adıvar'ın mandacı olup olmaması meselesidir. Sultanahmet Meydanı'nda' Fatihlerin, Yavuzların, Kanunilerin ülkesi istiklalsiz kalamaz.'Diye haykıran mitingin ateşli vaizi, iki evladını arkasında bırakarak Anadolu'ya geçen ve cephelerde bir erkek gibi dolaşan Kurtuluş Savaşı'nın onbaşı Halide'si ve yine yazılarıyla İstiklal Harbi'nin tüm heyecanını yurt sathına yansıtan usta kalemi, gerçekten de mandacı olabilir miydi? Dilerseniz mandanın ne olduğuna kısaca değinerek bu soruyu cevaplayalım.

 

Birinci Dünya Savaşı'na sonradan dâhil olan Amerika'nın başkanı Wilson, 14 maddeden oluşan bir barış programı yayınlamıştı. Bu programın 12. maddesi Osmanlı Devleti ile ilgiliydi. Bu madde, imparatorluğun Türklerle meskûn kesimlerinde devletin bağımsız olmasını öngörüyor, Türk hâkimiyeti altında bulunan diğer milletlere de muhtariyet öneriyordu. Savaşın sonu yaklaşıp Çanakkale harici cephelerde genel bir hüsran yaşanınca Türk kamuoyu için denebilir ki tek dayanak noktası bu 12. madde olmuştu.

 

Amerika kendi çıkarları için bu programı öne sürerken, Amerika'yı karşılarına almak istemeyen itilaf güçleri ise sömürgeciliklerine yeni bir kılıf olarak manda fikrini ortaya attılar. Bu fikirlerini hiç vakit kaybetmeden, yenilenlerin durumunun görüşüldüğü Paris Barış Konferansı'na sundular. Manda sistemine göre, yenilen devletlerden ayrılacak ülkeler Milletler Cemiyetine bırakılacak, Cemiyet ise henüz bağımsız olma yeteneğine sahip olmayan bu ülkelerin kendi kendilerini yönetmeye ehil hale gelebilmesine yardımcı olması için büyük bir devleti görevlendirecekti.

 

Bulgaristan savaştan çekilince Almanya ile irtibatı kopan Osmanlı Devleti, biraz da Wilson ilkelerinin pozitif ikliminde Mondros Mütarekesini imzalamış ve gelişmeleri beklemeye başlamıştı. Ancak gelişmeler hiç de olumlu değildi. Mondros'un muğlâk maddelerine dayanan itilaf kuvvetleri işgallere başlamış, devletin kalbi İstanbul dahi gayri resmi işgale uğramıştı. Böylece çok geçmeden başkentte çift başlılık oluşmuş, hükümet etkisiz hale gelmiş, devletin başı Padişah Vahdettin değil ülkesine, boğazın ötesine dahi sözü geçmeyecek bir hükümdara dönüşmüştü.

 

Bu ve benzeri olumsuz gelişmeler üzerine İstanbul'daki birçok aydın, kurtuluştan ümitlerini tamamen kesmişlerdi. Hem sadece aydınlar da değil, mütareke sonrası İstanbul'a dönen birçok subay da umutsuzluğa kapılmıştı. Ordusu terhis edilmiş, ekonomisi dibi görmüş, halkı perişan olmuş bir ülkenin, güçlü düşmanlarını bertaraf ederek yeniden ayağa kalkmasını hemen hemen hiç kimse beklemiyordu. Yönetimde bulunan Vahdeddin bile beklemiyor olacak ki kurtuluşu, İngiltere'nin merhametinde görüyordu.

 

Böyle bir ortamda yine de arayışlar vardı ve bu arayışların neticesinde bir kısım cemiyetler ortaya çıktı. Bunlardan biri de 'Wilson Prensipleri Cemiyeti' idi. Bu cemiyetin mensupları, ehveni şer yani kötünün iyisi olarak kabul ettikleri manda düşüncesini benimsemişlerdi. Bu cemiyetin içinde Halide Edip de vardı. Cemiyet üyeleri, hiç vakit kaybetmeden Amerika'ya müracaat ederek manda talebinde bulundular. Wilson Prensiplerinin oluşturduğu olumlu havayla hareket eden cemiyetin üyelerine göre, karşılıklı bir çatışma yaşanmayan Amerika hem uzak bir ülke hem de halkların hukukuna değer veren demokratik bir devletti.

 

'Dağa Çıkan Kurt' adlı eserinde, Amerika'yı ormanın güçlü hayvanlarından file benzeten Halide Edip, bu güçlü devletin her türlü taarruz ve işgale karşı ülkeyi koruyacağına inanıyordu. Bu inanışında ve Amerika'ya olan aşırı iyimserliğinde, yakın dost olduğu Robert Koleji'nin müdürü Dr. Frank Gates'in rolünün de olma ihtimali vardır.

 

Mustafa Kemal Anadolu'ya geçtikten sonra aydınlarla yoğun bir yazışma trafiği başlar. Kemal Paşa, bu yazışmalardan birini de Halide Ediple yapar. Halide Edip yazdığı uzunca mektubunda; şartların zorluğundan, her bir ferdi saran korkunç bunalımdan, itilaf güçlerinin ülkeyi ganimet olarak tamamen paylaşacağından bahisle, savaşmanın beyhude olduğunu ve Amerikan mandasını kabulden başka bir yol olmadığını söyler.

 

Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir gibi milli mücadelenin askeri kanadı, mandanın bir çare olmadığını esasen bilmektedirler. Onlara göre bu tip düşünceler, her türlü direniş yapılıp hiçbir şekilde netice alınamadıktan sonra gündeme gelebilirdi. Buna rağmen manda düşüncesi oldukça etkili olur ve hem Erzurum hem de Sivas Kongresini etkisi altına alır. Özellikle Sivas Kongresi'nde büyük tartışmalar yaşanır. Sonuçta manda fikri reddedilir ve 'Vatanın istiklaline halel gelmemesi şartıyla istila emelleri beslemeyen herhangi bir devletin ekonomik yardımlarının memnuniyetle kabul edileceği' ifade edilerek kongre nihayete erdirilir.

 

Uzunca bir süre Türk Kamuoyunu meşgul eden manda meselesi, en son Sivas Kongresi'nde reddedilince ve Anadolu Hareketi de iyi bir noktaya ulaşınca gündemden düşer. Halide Edip de bir süre ilgi duyduğu hatta savunduğu bu fikrin çare olamayacağını anlar ve iki oğlunu arkada bırakarak Anadolu'daki savaşa katılır.

 

Milli mücadelenin sıcak savaş safahatında cepheleri dolaşır, kumandanlarla fikir alış verişinde bulunur, hemşirelik yapar ve daha önemlisi gördüğü her şeyi bütün çıplaklığıyla yazar. Herhalde Halide Edip olmasaydı Kurtuluş Savaşı'na ait birçok şey bilinmeyecek, her şeyini tüketen Anadolu halkının tek sermayesi olan kanıyla yazdığı bu nadide destan, eksik kalacaktı.

 

Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak; Halide Edip için manda düşüncesi, bir tür kurtuluş arayışından ibaretti, diyebiliriz. Zaten kısa süre içerisinde başta Amerika olmak üzere hiçbir itilaf devletine güvenilmeyeceğini anlayarak bu düşüncesinden vazgeçmiş, işgallere karşı dalga dalga yükselen protestolara katılmış, ümitsiz insanların ümidi, pak vicdanlarının sesi olmuş ve nihayet İstanbul'daki şartların da zorlamasıyla Anadolu'ya geçmiştir.

 

Aslında o günler için manda fikrini savunmak, konu ile ilgili yazılar yazmak, çeşitli mahfillerde fikir teatisinde bulunmak olağan sayılabilecek bir şeydi. Zira ülke her şeyiyle mahvolmuştu ve ülkesi için kafa yoran aydınlar, geçici de olsa bir çözüm arıyorlardı.  Dolayısıyla Halide Edip'in kısa süreli de olsa manda düşüncesini savunması, o günlerin buğulu atmosferinde bir sorun teşkil etmiyordu. Asıl sorun yıllar sonra ortaya çıkacaktır. Nasıl mı?

 

Ülke kurtulduktan sonra Mustafa Kemal ve arkadaşları fikren ikiye bölünürler. Muhalif tarafın içerisinde Halide Edip'in eşi Adnan Bey ve dolayısıyla Halide Edip de vardır. Seçimler yapılıp muhalif kanattan hiç kimse meclise giremeyince muhalifler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında yeni bir oluşuma giderler. Fakat çok geçmeden partileri kapanır ve muhalifler için sıkıntılı bir süreç başlar.

 

Halide Edip'in muhalif tarafta kalmasının kadın hakları başta olmak üzere birçok nedeni vardır. Esasen Halide Edip düşünen, fikirlerini dobra dobra ifade eden bir kadındır. Çünkü iyi bir eğitim almış ve daha genç yaşta kaleme aldığı eserlerle devrinin en ünlü belki de tek ünlü kadını olmuştur. Öyle bir kadın ki ilk evliliğini yaptığı Zeki Bey'e ikinci bir evlilik yapmaması şartını koymuş ve kocasının bu şartı ihlal etmesi ile ondan ayrılmıştır mesela. Yine bir dönem ilgi duyduğu İttihatçıları, sonradan eleştirmekten ve onların oklarını üzerine çekmekten çekinmemiştir.

 

1923'ten 1925 yılına kadar yaşanan bir dizi gelişme üzerine Halide Edip ve eşi yurt dışına kaçarlar. Mustafa Kemal 'Nutuk' adlı eserine Halide Edip'in mandayla ilgili uzunca mektubunu aynen koyup, manda isteyenleri şiddetle eleştirince Halide Edip de 'TheTurkishOrdeal' kitabıyla eleştirilere karşılık verir. Konu Türk basınına yansıyınca basın eleştirinin dozunu artırır ve Halide Edip'i itibarsızlaştırmaya yönelik bir gayret başlar. İsmet Paşa'nın Halide Edip'i 1939 yılında yurda davet etmesi ve İstanbul Üniversitesi'nde görevlendirmesi, bir tür iade-i itibar olur.

 

Fakat gerek İstanbul Üniversitesi'ndeki hocalığı sırasında gerek 1950'li yıllardaki milletvekilliği döneminde, üzerine yapışan bu manda yaftasından bir türlü kurtulamaz. Biraz da bu nedenle siyasetten çekilir ve ara sıra tavla oynamasının haricinde kendisini tamamen yazmaya verir. İstiklal Madalyası sahibi, yaşadığı devrin en aykırı kadını Halide Edip, geride büyük bir külliyat bırakarak1964 yılında vefat eder…

Yazarın Diğer Yazıları