Şahbettin Uluat

Genç olmak

Şahbettin Uluat

Televizyonda, bir sinema kanalında Han Gong-Ju adlı filmi izliyorum.

Film, Han Gong-Ju adında Koreli bir ortaöğrenim öğrencisi kızın yaşadıklarını ekrana taşıyor.

Filmde öğrencilik sürecinde kimi sadist erkek öğrencilerin baskısıyla istemediği şeylere zorlanan kız, yaşadıklarını okulun disiplin kuruluna gereği gibi anlatmakta güçlük çekince ceza olarak başka bir şehirdeki farklı bir okula gönderilmesine karar veriliyor.

Kıza yardımcı olmak isteyen ve nakil işinde görev alan öğretmeni gidilen şehirde onu umdukları yere yerleştiremeyince bir süreliğine o şehirde yaşamakta olan annesinin evine götürmek durumunda kalıyor. Ne var ki, anne de çok meşgul ve güvensizdir. Kızı evine almak istemiyor.  

Öğretmen oğul, uzun çabalar sonunda bir süreliğine orada kalması için annesini ikna etse de kızın yaşadığı sorunlar bitmiyor.

Filmin diğer kahramanları da genç kızın her iki okulundaki başka kız ve erkek öğrenciler, başka öğretmenler,  ve dışarıdaki başka insanlar.

Ülkede o dönem geçerli olan değer yargıları, inançlar, düzenler de çeşitli şekillerde ekrana yansıtılıp filmin konusunu besliyor.

Bir taraftan izliyor, bir taraftan düşünüyorum.

Bizim de yetişme döneminde genç kızlarımız, genç oğullarımız var. Onların dünyalarıyla yetişkinlerin dünyaları arasında farklar var, bunlar geçiyor aklımdan. .

Farklı kültür ve değer ortamlarında, farklı coğrafyalarda, farklı ülke ve bölgelerde ve bireysel anlamda farklı koşullarda yetişen çocuklar ve gençler farklı şeylerden etkilenirler. O etkiler altında oluşan farklı ruh hallerini ve düşüncelerini kendilerince yol ve yöntemlerle dışa vurur, ifade ederler. O dışa vurmalar toplumun diğer ilgili / ilgisiz kesimleri tarafından her farklı bireyin anlayabildiği kadar anlaşılır.

Çoğu yetişkin sabırsız olduğu için, o gençleri dikkatle dinlemediği, dinleyemediği için yanlış anlar. Yine çoğu yetişkin kendi gençlik zamanlarından bu güne köprünün altından çok sular akmış olduğu bu yeni zamanları çözemediği için yanlış anlar. Çoğu yetişkin sıkı sıkıya yapıştığı değerlerin, inançların tamamen farklı bir birey olan genç tarafından olduğu gibi benimsenmemesine içerler, kızar, isyan eder.

Onlar henüz ortasına ya da sonuna gelmemiş oldukları yaşamın o başlangıç dönemlerinin karmaşasını, bunalımlarını yaşarlaken sürekli yeni durumlarla  tanışır, yeni değerlendirmeler yapar, yeni sonuçlar çıkartır yeni kararlar verirler.

O süreçlerde yanlarında tutunabilecekleri sağlam dallara gereksinim duyarlar.

Çoğu zaman kendi akranlarının yanında alırlar soluğu. Onların önerileri ile telkinleri ile yol bulmaya çalışırlar.

Cesaret edebildikleri kadarıyla ebeveynlerine açarlar içinden çıkamadıkları şeyleri. Önce yoklarlar onları ne kadar gidebileceklerini netleştirmek için. Pamuk gibi olan anne babalar da vardır, ceviz ağacı gibi sert olanlar da, yoğun bir şekilde ikisinin arasında duranlar da. 

Ebeveynleri şefkat, sevgi, korku, endişe duygularını birbirine katıp duruma göre içine şüphe ekleyip var olan kültürleri ve empati becerileri ile o gençlere ya destek, ya da farkında olmadan köstek olurlar. Cesaret verenleri de olur, korkutanları da. Destekleyenleri de olur, kırıp dağıtanları da.

Bazen bir ima, bir jest, bir mimik büyük fırtınalar yaratır gençlerin dünyasında.

Anne babalarından aldıkları cesaret ya da korku ile bazen beklenen tepkileri verir gençler, bazen de beklenmedik işler yaparlar.

Kimi anne ve babalar da duyarsızdır. Gencin dediklerine pek kulak asmaz, onu kalabalıklarda yalnız bırakırlar.

Sonuçta biz her gün çarşıda pazarda, okul yolunda, toplu taşıma araçlarında rastlarız o gençlere.

Gelir düzeyleri, beklentileri, korkuları, sevinçleri, fazladan özgüvenleri, duraksamaları ya da ellerindeki akıllı telefonlarla dünyadan kopmuş halleri görünüşlerine, davranışlarına yansır.

Bizim için birer yabancıdır onlar. Bizim kendi fikirlerimizle, planlarımızla, inançlarımızla dolu olan kafalarımızda bir yerleri yoktur, olamaz.

Belki çok farklı ya da çarpıcı olanlarına ya da madde kullandığı için, hasta olduğu için ben buradayım diye bas bas bağıranlarına şöyle bir bakar geçeriz.

Sağa sola sataşanlarına, bağıra çağıra konuşanlarına döner bakarız.

Onların hangi evlerden çıktıklarını, dün geceyi nasıl geçirdiklerini, ne kadar tok ve ne kadar mutlu olduklarını düşünme şansımız olmaz.

Biz kendi bilip inandıklarımıza göre yaşarız, onlar kendi bilip inandıklarına göre.

Bir şeyler hep fazla olur.

Bir şeyler hep eksik kalır.

Yazarın Diğer Yazıları