Şahbettin Uluat

Bir sevdadır okumak

Şahbettin Uluat

Herkesin çocukluk hayalleri vardır.

Benimki de, günün birinde bir kadının

Evinin kapısını açıp elindeki bir kasa

Dolusu kitabı bana vermesiydi.

 

Cin Ali'yi de, Ayşegül Tatilde'yi de okudum. Kemalettin Tuğcu'nun çok kalın olmayan yapıtları bana kitap okuyup bitirme keyfini yaşattı.

O dönem ülkemizde yayınlanan çoğu yabancı kaynaklı çizgi romanları hem okudum hem de yer sergilerinde alım satımını yaptım. Tommiks, Teksas, Kinova, Tom Braks, Zagor, 1001 Roman, Ceylan, Karaoğlan, Bahadır, Tarkan, Cep Fotoromanlar o günlerde her yeni sayısını heyecanla beklediğimiz dergilerdi.

İyi ki Van İl Halk Kütüphanesi vardı.

Küçük bir parayla üye olduğumuz kütüphaneden fazlasıyla yararlandım.

Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun Kolsuz Kahraman kitabını birden fazla, diğer kitaplarını birer defa okudum.

O günün popüler roman yazarları Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt, Muazzez Tahsin Berkand, Yaşar Kemal, Peyami Safa, Halide Edip Adıvar, Oğuz Özdeş, Feridun Fazıl Tülbentçi, Ömer Seyfettin, Jules Verne, Eric Maria Remarque, Ernest Hemingway, Dostoyevski, Maksim Gorki, Cengiz Aytmatov, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kemal Tahir, Orhan Kemal'i ve ismini anımsayamadığım diğer yerli, yabancı yazarları kütüphane sayesinde tanıdım.

İki, üç günde koca bir romanı devirdiğim olurdu.

Okuduğum her kitap beni bambaşka bir yere götürürdü ve buna bayılırdım. Issız bir adaya götüren Robinson Crusoe en sevdiklerimdendi.

Babam gözlerimin kör olacağından korkar, fazla okumamı istemezdi.

Geceleri yer yatağına girer, yorganı başıma çeker, hafiften açık bıraktığım bir aralıktan gelen  ışıkla kendimce çaktırmadan kitap okurdum.

Uykuya dalarken de yastığımın altına koyardım kitabı.

Günün birinde o kitaplardan biri yastığın altındak kayıp çıkınca korktuğum başıma gelmiş, babamın şefkatli tekmesiyle uyanıp uyarılmıştım.

Kompozisyon dersinde öğretmenimiz başınızdan geçen unutamadığınız bir olayı yazın dediğinde de bu uyarı işini kağıda dökmüştüm. Öğretmenimiz bana en yüksek puanı vermiş; duruma üzülmüş, babamla görüşmek istediğini söylemişti.

Çağrısını babama ilettiğimde nedenini sormuştu. Durumu anlatmış ve aynı konudan ikinci fırçayı da biraz yüksek sesle sözlü olarak yemiştim. "Demek ki, sen okula gidip beni öğretmenlere şikayet ediyorsun öyle mi!" demişti hiddetle. Oysa ben işin o yanını hiç mi hiç düşünmemiş, düşünememiştim. Bilmeden babamı da incitmiştim.

Ağabeyim Bedrettin de kitap, dergi okumayı severdi. Gaziantep Eğitim Enstitüsü'ne okurken o da çeşitli kitaplar almış eve getirmişti. Seçeneklerimi arttırmış, beni mutlu etmişti.  Onda Hisar, Türk Edebiyatı, Derg^ah dergileri de vardı. Ben de zaman zaman Varlık, Türk Dili dergilerini alıyordum. Varlık yayınlarının küçük boy cep kitapları arasında çok güzel kitaplar vardı ve yabancı olanların çevirileri iyiydi. Zaman zaman onları da alırdım. Yıl sonlarında yayımlanan Varlık yıllıklarını da merakla beklerdim. 

Milli Eğitim Yayınevi param olduğunda ilk aklıma gelen yerlerdendi. Orada Batı Klasikleri, Şark Klasikleri, Türk Klasikleri, Öğretmen Kitapları gibi değişik seriler halinde önemli kitaplar vardı. Mevlana'nın Mesnevi'si, Fihi Ma Fih'i, İbni Haldun'un Mukaddime'si, Bostan ve Gülistan adlı kitapları ve çok daha fazlasını oradan indirimli ve çok uygun fiyatlarla almıştım.

Okumak sevda olunca kitapların eve sığmadığını; fazla kitaplarımızı sonradan çatı ile üstünü örttüğümüz toprak dama taşıdığımızı, evdekilerin "bir gün kitapların ağırlığından" damın başımıza yıkılacağından endişe ettiklerini, bu endişelerini zaman zaman dile getirdiklerini anımsıyorum.

O sıra kardeşim Veysel'in bir arkadaşı Japon Pasajı'nın ikinci katında hareketin fazla olmadığı bir yerde dükkan almış yapacak iş bakıyordu. Ortak sahaflık yapmaya karar verip çatıdaki kitapların bir kısmını oraya taşıdık. Satmamak için kutulayıp ayırdığım kitapların da zamanla buharlaşmış olduğunu, benden habersiz satıldığını sonradan fark ettim. Kitapların işe yarar olanları satıldı ancak kazanılan para ancak masraflara yetti. Olan kitaplara oldu. O günlerde şu an Ulu Cami civarında bulunan kitapçıların hiç biri yoktu.

Elbette benim gibi birinin kitapsız durması mümkün değildi. Deprem sonrası Erzurum'dan Van'a döndüğümüzde evimizin güçlendirmesi yapılmamıştı. Bir yıla yakın konteynırda kaldık. Sonrasında daha küçük bir lojmana geçince de yer darlığından yaklaşık kırk kutu kitabım deprem öncesi oturduğum eski evimin kilitli bir odasında bıraktım, yeni eve taşıyamadım. 

Pek çok kitap sevdalısının yüzleştiği o sorun benim yaşamımdan da hiç eksik olmadı. Zaafımın farkında olan eşim her ay okuyabileceğimden fazla kitap almamdan yakınıyordu. Aslında haksız da değildi. Onu da bir şekilde bugüne kadar idare ettim.

Şimdi artık dijital kitaplar da var. Bu hacim sorununu bitiriyor. Ne var ki, kitabı bir ekranda okumakla ele alıp okumak birbirinden farklı şeyler. Yeni kuşaklar bu gelişmeyi daha kolay kabullenebilirler ancak biz eskilerin çoğu bana göre bugün de kitaba dokunma, koklama, sayfalarını işaretleme gibi alışkanlıklarımızdan kolay kolay vazgeçemeyeceğiz.

Ben dün de, bugün de biraz uzun bir yolculuğa çıkarken ve akşam yatarken hiç okumasam da mutlaka yanıma, yakınıma bir kitap alırım. Almazsam kendimi eksik hissederim.

***

İlimiz OSB Fuar ve Kongre Merkezi'nde 07-16 Aralık 2018 tarihleri arasında düzenlenen kitap fuarı nedeniyle ülkemizin seçkin yayınevleri ile seçkin yazarlarının bir süreliğine de olsa aramızda bulunmaları bizler için büyük şans.

Fuar boyunca indirimli satışlarla çok sayıda kitap okurlarıyla buluşuyor. Her yaştan kitap sevdalısı kitaplarla hasret gideriyor. 

Vansesi gazetemizin saygın yazarları Ümran Öztürk ile Eyyüp Altun'un da aralarında olduğu yerel yazarlarımız da tanınmış ulusal yazarlarımızla birlikte  fuara katkı veriyorlar.

 Vanlı bir kitap dostu olarak emeği geçen, katkı sağlayan, katılan, destekleyen herkese  yürekten teşekkür ediyorum.

İyi ki varsınız. İyi ki kitap var.

Yazarın Diğer Yazıları