Dr. Mine Kılavuz Ongün

Sağlıkta geleneksel şiddet günleri

Dr. Mine Kılavuz Ongün

Yine bir hekimin hastası tarafından görevi başında öldürülmesi hepimizi üzdü. Özellikle sağlık camiasını derinden yaralarken, çalışma şevkimizi kırdı, tedirgin etti. Dr. Fikret Hacıosman, bir hastası tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Tıpkı hastası ve hasta yakınları tarafından öldürülen Dr. Aynur Dağdemir gibi, Dr. Kamil Furtun gibi, Dr. Ersin Arslan gibi… Ve aslında sürekli olagelen, birçoğu duyulmayan, haberlere konu olmayan fiziksel ve sözel şiddete maruz kalan nice sağlık çalışanları gibi. Bizler yine bembeyaz önlüklerimizi çıkarıp siyah önlükler giydik.

Oysa tıbbiyede bizim bir öğretimiz vardı:

"Primum non nocere" :

Yani "önce zarar verme" Bu öğreti, Tıp Fakültesine başlayan öğrencilere daha ilk günlerde öğretilir. Tıbba ve insanlığa dair bize ilk öğretilen ve daima öğretilen şey budur. Anatomi derslerinde kadavra üzerinde çalışırken, ölü bedene saygı duyup özenle çalışmaya, hastalarımızı muayene ve tedavi ederken bilerek isteyerek zarar vermemeye dikkat ve yemin ettik. Kim olursa olsun, canlı veya cansız bir bedene yönelik her türlü kötü davranış, şiddet anlamına gelirdi. Ne yazık ve acıdır ki, bu bilinç ve öğretilerle hareket eden hekimler, sağlık çalışanları öteden beri, sözel ve fiziksel şiddete en çok maruz kalan meslek grubu olmuştur. Sürekli olarak ters giden bir şeyleri, beden ve ruh sağlığını tehdit eden hastalıkları, sorunları düzeltmeye çalışan; bütün bunlar olmasın diye risk faktörlerini belirleyip koruyucu tedbirler alan sağlık çalışanları, ne yazık ki kendilerini her an uğrayabilecekleri sözel, fiziksel şiddete karşı koruyamamaktadırlar.

Bu sevimsiz durumdan bahsederken, başvuran tüm hasta ve hasta yakınlarını karalamak doğru değildir. Her gün bizlere başvuran birçok hasta ve yakınının dua ve iyi dileklerine de maruz kalırız ve hekim olduğumuz için bir kez daha mutlu oluruz. Tabi ki, her istediği abes de olsa anında sonuçlanmasını isteyen, hareketlerini kontrol edemeyenlerle onları aynı kefeye koyamayız. Şunu iyice ayırt etmek gerekir:

 Acaba bu haberler arttıkça mı şiddet tırmanıyor, şiddet olaylarının altı çiziliyor, pekiştiriliyor ve sürekli bir çatışma havası mı yaratılıyor? Veya şiddet her zaman, her kesimde zaten vardı ama bu kadar haber konusu olmuyor muydu? Varacağımız şey her iki durumda da aynıdır:

Şiddet vardır, olumsuzdur ve önlenmelidir. Bu elbette multidisipliner bir şekilde olmalıdır. Yani hem kurumsal düzeyde, hem toplumsal düzeyde ve de bireysel, hukuki ve personel düzeyinde olmalıdır.

Hiçbir sebep şiddeti haklı kılmazken, alınacak önlemler de sebebe yönelik ve caydırıcı nitelikte olmalıdır.

Herhangi bir kişiye doktorlar hakkındaki düşüncelerini sorduğunuzda alacağımız cevapların bir kısmının özünde "ah o doktorlar yok mu?" serzenişi vardır. Bunun yanında bir hekimi konuşturduğunuzda o da veryansın edecektir. Çektiğimi bir ben bilirim diye. Yani kimse kimseden hoşnut değilse, bu işte bir aksaklık, yanlış giden bir şeyler var demektir. Hekimlik kendi seçimimiz elbette. Zorlukları da kabulümüzdür. Bizim kabul edemediğimiz ve kendi seçimimiz olmayan kısmı, her an maruz kalabileceğimiz, sözel ve fiziksel şiddet sebebiyle, çalışma ve can güvenliğimizin olmamasıdır. Böylece de işimizi yapma koşullarımızın her geçen gün ağırlaşmasıdır.

Tıbbiyenin ilk günleriydi. Bir hocamızın söylediği şu cümleleri unutamam:

"……..Ve, genç arkadaşlarım!  İnsanlar sizi öyle bir konumda görmektedir ki, hastasını getirdiğinde " Evvel Allah size teslim ediyorum" diyerek, sizi Tanrı'dan sonra ilk sıraya koymaktadır. Bunca meslek arasında böyle bir örnek yoktur. Doktor muhakkak insanüstü olacaktır. Ne demektir insanüstü? En dürüst, en namuslu, en bilgili, en fedakar,en çalışkan,en …insan demektir.Gerekiyorsa yaralı düşmana da  aynı şefkatle yaklaşan insan demektir……."

Hekimlik mesleğinin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Özünde yardım etme ve koruma vardır. Bin yıllar içinde değişip gelişerek, bugün ulaştığı görkemli hale bürünmüştür. Hekimlik, insanların en mahrem sırlarına erişebilen, dertlerine deva olabilen tek meslek grubudur. Taşınan yükün ağırlığı burada başlar, karar verme ve tedavi aşamasında daha bir artar. Oldukça ulvi olan bu görevi, tüm sorumlulukları ile birlikte üstlenmek, çaba, özveri, akıl, özgüven ve yürek gerektirir.

Küçük bir çocuğa  "büyüyünce ne olacaksın" sorusunu sorduğumuzda çok sık rastladığımız bir cevap vardır:  "Doktoy"  Cevabımız sıklıkla: "Aferin sana " olur. Evet, bu yürekliliği gösteren küçüğe Aferin deriz. Çocuk büyür ve okullarını sırasıyla bitirir. Doktor olma azminde olduğu için de, çok çalışması gerektiğini bilir. Hedef büyüktür ve zorlayıcıdır. Üniversite sınavında yüz binlerce kişiyle yarışarak en yüksek puanları alır ve nihayet hedefi olan "Tıbbiyelidir" artık. Şimdi zorlu ve uzun yıllar vardır önünde.  Bir de ömür boyu üzerine yapışıp kazınacak hekimlik misyonu. Her zaman iyi bir gözlemci, yerinde ve doğru karar verici, sürekli öğrenen, iyi bir yol gösterici, sır saklayıcı, objektif, eğitici ve daha birçok misyonu. O daha Tıp Fakültesine başladığı yıl, tanıdıklarının gözünde hekimdir. Herkes derdini anlatır, çözüm bekler. Bitmek bilmeyen uzun okul yılları boyunca, gezip tozmak eğlenmek yerine hayatının en güzel yıllarını sınavlara çalışarak, stajlarda, nöbetlerde çalışarak ve uykusuz geçirir. Her sınavda bin yıl yaşlanır. Bunları yaşarken, ailesi de yıpranır, onun için üzülür. Öyle ya " Doktoy" olmanın bir bedeli vardır. Hocalarından yediği fırçalar, yaptığı yanlışlar, doğrular birer tecrübe olur ona. Gün gelir mezun olur. İşte asıl bedel ödeme zamanı şimdi başlar.

Fakültede etrafındaki hocaları, ağabeyleri, ablaları, danışıp konuşacakları göreve başladığı zaman birden kaybolurlar. Artık yalnız başınadır ve yepyeni tecrübelerle yoluna devam eder. Her hasta bir sınav, her vaka bir tecrübedir. Zaman zaman takdirle karşılanır, bazen uygunsuz ve imkânsız isteklere direnip doğruyu yapmaya çalışırken hakarete, tehdide, hatta şiddete maruz kalır. Hatta ölür. Herkesin hiçbir yere dokunmak istemediği hastanede o ömrünün büyük kısmını, bayramını, yılbaşını, en önemli günlerini geçirir. Bazen 10 dakikalık pineklemelerle yetinir. Ayakta kalabilmek için yemeğini yer. Evlenmesini, çocuk sahibi olmasını, gezip tozmasını çoğu zaman erteler. Çocuğunun veli toplantılarına çoğu kez katılamaz. Uzun tatiller yapamaz. Ha bu arada çok mu zengin olur? Büyük bir çoğunluğu, insanların gözündeki o kabarık hesaplara sahip olamaz. Zengin olmayı bir yana bırakalım, bu şartlarda kazancı zaten anasının ak sütü gibi helaldir.

Devam eder her şeye rağmen. Büyük oynamıştır, hakkını vermelidir. Alışverişe gidince cüzdanını unutmayan, yolculuğa çıkınca valizini unutmayan, doktora gelince kimliğini unutan, ilaçlarını getirmeyen, hastasını getirmeyip ilaç isteyen, hiç olmayacak nice talepleri reddedince köpüren, hastaneye gelince aslan kesilen ama marketlerde usulca sırasını bekleyen bazı agresif hastalara da şifa olmaya çalışır. Hastasının en yakınının bile midesini bulandıran uygulamaları çekinmeden yapar, en mahrem sırlarına vakıf olur. Gün gelir uğradığı ve uğrayacağı muhtemel şiddet, doğru karar vermesini de tehdit eder. Fakat yemini vardır, doğruyu yapmaya çalışır. Yaptıkları ve söyledikleri, hastalarının duymak istediğine uymasa bile.

Ve nihayet o da bunalabilir, yorulabilir, bıkabilir, tükenmişlik yaşayabilir, acıkabilir, mola verebilir, enerjisi tükenip yüzü düşebilir, dolmuştur artık taşabilir. Yani hocamın dediği gibi bu durumlarda insanüstü olamayabilir. Artık o da bir insandır.

Oysa bu seçim kendine aitti ve her işin de bir zorluğu vardı. Peki, neden hoşnutsuzdur? Hoşnutsuzluğunun sebebi, bu onurlu mesleği değil, mesleğini yapma koşullarıdır veya kafasında idealize ettiklerini yapamama koşullarıdır. Meslek kendi seçimidir, ancak şiddet ve şiddeti doğuran şartlar, onun seçimi değildir. Hiçbir doktorun zarar vermeyi bilerek isteyerek seçmeyeceği gibi. Yani "Doktoy" olmanın bedeli bu kadar da ağır olmamalıdır. Yani bunca emeğin ve özverinin karşılığı bu olmamalıdır.

Neyse ki hekimlerin birçoğu türlü hobiler ve farklı donanımlara da sahiptir ve böylece rehabilite olmayı başarabilirler.

Yazdığım şeylerin taraflı olduğunu düşünebilirsiniz. Meslekte 25 yılını doldurmuş, fakülte yıllarını da eklersek, 30 yıldan fazlasını bu camianın içinde geçirmiş biri olarak, elbette taraf gibi görünebilirim. Ama herkes gibi ben de hasta da oldum. Bu yüzden, yaşananlara hasta gözüyle, hasta penceresin de bakabildim. Her iki taraftayken de en çok gördüğüm şey özveri ve bilgiydi. Bir de kişilerin sabırsızlığı. Hasta olarak şunu bilmeliydim. Beni tedavi eden, bu işi benden daha çok biliyordu. Bu yüzden oradaydım. Yaptıklarını, uygulamalarını sorabilirdim ama hoşuma gitmeyen bir durumda şiddete hakkım yoktu. Hem de sebep ne olursa olsun, bu insanlıkla bağdaşan bir durum değildi. Farz edelim ki bu yönteme başvurdum, peki hastam daha çabuk iyi oldu mu? Veya bir sihirli değnek her şeyi değiştirdi mi? Elbette hayır. Herşey olması gereken hızda ilerledi ve olması gereken neyse o yapıldı. Yine farz edelim ki şiddete başvurmama rağmen ve bu yanıma kar kaldı. İşte o zaman, her canımı sıkan durumda aynı şeyi tekrarlayabilirdim.

O halde şiddetsiz sağlıklı günler için, sağlık çalışanlarına yapılan şiddetin önlenmesi ivedilikle gereklidir:

Bu uzun soluklu süreç içinde eğitimin, sistemsel düzenlemelerin, toplumsal değişimin önemi büyükse de, en ivedi çözüm caydırıcı ceza ve yaptırımlar ve sağlık çalışanlarının can güvenliğini sağlayıcı tedbirler almaktır. Korkarım durum böyle devam ederse hekimler kendini koruma sanatlarına başvuracak, dövüş ve silah sanatlarını da hatmedeceklerdir. Oysa bizlere insanı yaşatma ve ağrılarını dindirme sanatı öğretilmişti. Geldiğimiz bu noktada silahtan, öldürmekten bahsetmemiz ne acıdır. Nitekim sağlıkta şiddete dikkat çekmek için, Aile Hekimleri arasında yapılan bir anket sonucuna göre, sağlıkta şiddetin önüne geçmenin yolunu silahta arıyorlar. Sağlıkta etkin bir şiddet yasasının çıkmaması, güvenlik önlemlerinin yetersiz olması nedeniyle, kendini korumanın en kolay yolu, ne yazık ki bu gibi görülüyor.

İsveç'te bir söz vardır:"Eğer bir yerde çok fazla kasis varsa, orada trafik kültürü düşüktür."

Neden mi? Tabelayı okumak yetmiyorsa, okuduğunu da anlamıyorsa, fiziksel engellerle durdurmak zorunda kalıyorsunuz demektir.

Yine sağlık çalışanlarının yaptığı bir araştırma sonucuna göre: Fiziksel şiddet türleri içinde Ateşli silahla saldırılar 4,3, kesici aletlerle saldırı 8,2, Yumruk tekme boğaz sıkma, bir cisimle vurma 40,5, Etrafa nesne fırlatma 41'ini oluştururken, Psikolojik ve sözel şiddet türlerinde, aşağılama 18, küfür 16,6, yıldırma 12, reddetme 7,9, bağırma 26, tehdit 20 sini oluşturuyor.

Biz artık neredeyse gelenekselleşen Sağlıkta Şiddet Günleri görmek ve yaşamak istemiyoruz. Dr. Fikretler, Dr Ersinler, Ayşe Hemşireler, ebeler, sağlık memuru, teknisyenler, için yas tutmak istemiyoruz. Biz kutsal görevimizi güven ortamı içinde, endişe olmadan, içimize sine sine yapmak istiyoruz.

Ve Değerli Hocam Prof. Dr. Ali Barutçu'nun karikatürüyle, Ata'nın sözlerine ince bir espri katışını paylaşarak bitiriyorum.

"BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ."

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

"ATAM, BİZLERİ KİME EMANET ETTİNİZ?"

TÜRK HEKİMLERİ

Yazarın Diğer Yazıları