Şahbettin Uluat

Temizlik zamanı

Şahbettin Uluat

Temizlik önemlidir. Buna itiraz edebilecek biri var mıdır bilmiyorum. 

Hani evde sık sık elektrikli süpürge çalıştırıldığından yakınan emekli amcalarımız, dedelerimiz ya da genç şımarık oğlan çocukları olabilir. Hatta camların sık sık silindiğinden yakınan, özellikle yüksek katlarda bunun sıkıntı doğurabileceğinden korkanlar da olabilir.

Yine de Allah vergisi olarak, kadın cinsi başta olmak üzere insanların büyük bir bölümü temizliğin önemli olduğunu bilir, söyler, gereğini de yapar.

Benim yaşımdaki Vanlı hemşerilerim annelerimizin klasik süpürgelerle evleri süpürdükten sonra avluyu ve hatta sokağı da süpürüp temizlediklerini bilirler. Ben o zamanlara yetiştim. Evinin avlusunu süpürdükten sonra asfalt bilmeyen toprak yolu süpüren hanımlar da tanıdım.

Onların bir kısmı yolu süpürürken uzaktan bir erkek geldiğini görünce süpürgeleriyle gözden kaybolur, bir yere çekilip bekler; adam geçtikten sonra işlerine devam ederlerdi.

Bir kısmımız, haftalık banyolarımızı (kış aylarında sobanın yandığı) odaya getirilen ve teşt adı verilen sac leğenlerde yapardık. Banyo sonrası ve her okul günü anneler uzun saçlı öğrenci kızlarını dizlerinin önüne oturtur, saçlarını tarar, örerlerdi.

Akıllarımız da bedenlerimiz gibi doğal ve olabildiğince temizdi. Bugüne göre fazlasıyla saftık. Bostanlardaki sebzeler, bahçelerdeki meyveler, tarlalardaki buğdaylar, kavun karpuzlar kadar doğaldık.

İrfan Baştuğ İlkokulunda 4. Ve 5. Sınıfta saygıdeğer büyüğüm, sınıf öğretmenim, Ali Laleci'nin Cuma günleri son ders saatlerinde anlattığı peygamber kıssalarını dikkatle dinler, beller, akşam eve döndüğümde büyük bir heyecanla babama ve anneme anlatırdım.

Hem çocuk olduğum için, hem de belleğim henüz kirlenmemiş, yorulmamış, paslanmamış olduğu için bunu rahatlıkla yapardım.

O günlerde şimdi olduğu gibi ilköğretim öğrencilerine varıncaya kadar herkesin elinde akıllı telefonlar yoktu. Ortalama bir insanı kolayca şaşkına çevirebilecek yoğunlukta görsel, işitsel veri, bir dokunuşla gözümüze, kulağımıza, aklımıza ulaşmıyordu. Beklenmedik sel felaketlerinin verimli toprakları sürükleyip götürdüğü gibi bu dijital veriler aklımızın temiz zeminini duruma göre hırpalamıyor, kirletmiyor, yormuyordu. 

O zaman merak ve ilgi durumumuza göre bizler de, bilgiye ulaşmaya çalışıyorduk. Radyoda büyüklerimiz haber dinlerken biz arkası yarın ve radyo tiyatrosu programları ile TRT sanatçılarının seslendirdiği müzik eserlerini dinliyor ve çoğu zaman da o merakla dinleye dinleye ezberlemiş oluyorduk.  Akıl tarlalarımız gübre ve kirlilik görmemiş mümbit topraklar gibiydi.

Kendisini rahmetle ve saygıyla andığımız büyüğümüz İl Kütüphane Müdürü Hakkı Yakupoğlu'nun müdürü olduğu il halk kütüphanesinde bulunan Hayat Ansiklopedisi, Küçük Ansiklopedi gibi kitaplardan ödevlerimizi tamamlıyor, ödünç aldığımız romanlardaki kahramanlık ve aşk hikâyeleriyle hayallere dalıyorduk. 

Radyo programları da, kitaplar da bize bir şeyler katarken kesinlikle kirletmiyordu.

Elbette sinemanın da küçük dünyalarımızda önemli bir yeri vardı. Siyah beyaz Türk filmlerini de, renkli, Türkçe, sinemaskop kovboy filmleri de, Dört Dev Adam, Spartaküs'ün İsyanı gibi bizim hayal dünyalarımızın ötesine taşan filmleri de günlerce konuşuyorduk.

Hemşerimiz, dostumuz Diş Hekimi Cafer Özvan bir keresinde "kovboy filmlerinden çıktıktan sonra her birimiz birer kovboya dönüşüyor, kovboylar gibi iki elimiz gergin olarak iki yanda her an silaha davranabilecek şekilde yürüyor, yüz hatlarımızı da geriyorduk" diyerek gülümseten ciddi bir gerçeğe parmak bastığında beni düşündürmüştü de.

Bütün bunları  yukarıda da toprak örneğiyle değindiğim gibi, o günlerde akıllarımızın da bilgi kirliliği baskısı altında olmadığını, bugünkü haline kıyasla daha berrak ve sağlıklı olduğunu ifade etmek için dile getirdim.

Bugün artık çocuklarımız da, bizler de ciddi ve yoğun bir şekilde zaman hırsızlarının, kötü niyetle bilgi toplayıcıların, algı yöneticilerinin bilinen bilinmeyen tehditleri ve baskıları altındayız.

Şimdi artık su musluklarımızdan akıyor. Kehrizlerden sokak çeşmelerinden taşımıyoruz. Suya ve fiziksel temizliğe erişimimiz o günlere göre çok daha ileri durumda. Ancak karşısında oturduğumuz televizyon ekranları ile ceplerimizdeki akıllı telefonlardan, bilgisayarlardan ve internet ağlarından kapımızı ve aklımızı çalmadan içeri giren pek çok şeyden de ne yazık ki olumsuz etkileniyor, günden güne manen kirleniyoruz.

Çocuklarımızı çeşit çeşit ve hepsi kan, barut, irin, kılıç, silah unsurlarıyla donatılmış bilgisayar oyunlarının başından kaldıramıyoruz. Bir kısmı güçlü, bozuk niyetli ve elimizin ulaşamayacağı kadar uzakta bulunan insanlar, gruplar, yapılar tarafından evlatlarımızın körpe beyinlerine şiddetin her türlüsü kan, barut, savaş, cinayet görüntüleri yüklenip duruyor.

Yerli mafya dizileri de, genç kızlarımızı başka dünyalara sürükleyen ve gerçekçi olmayan aşk filmleri de gençlerin ayaklarını yerden kesiyor; zamanlarını, enerjilerini sömürüyor.

Televizyon programları biter bitmez bangır bangır artan ve sıklaşan sesleriyle reklamlar titreşimleriyle beyinlerimizi sarsarken çoğumuz bunu anlamıyoruz.

Özellikle yabancı kökenli televizyon kanallarında ve genellikle gece vakti yatmadan önce, bilinçaltına yerleşecek şekilde gösterime giren zombi dizileri, şiddet içeren filmler, savaş ve korku filmleri, kılıçların, silahların, kan ve gözyaşının eksik olmadığı programlar da ciddi hasarlara neden oluyor. Yabancı belgesel kanallarında her on dakikalık gösterimin ardından gelen beş dakikalık sözde tanıtım bölümlerinde de yüksek sesle imal edilen kılıçlar, kesilen kafalar, çarpışan arabalar farkında olmadığımız modern bir saldırı türü olarak bizleri hırpalayıp duruyor.

Bütün o şiddet sahneleri bilinçaltımıza düştüğünde umutsuzluklarımızın, bunalımlarımızın, bıkkınlıklarımızın, kızgınlıklarımızın ve her türlü çatışmalarımızın nedeni haline geliyor. Bir anlamda bizleri dolduruyor, aile facialarını, sokak kavgalarını, gerçek dünyadan kopuşa neden olan madde kullanımlarını başlatıyor, fark etmiyoruz.

Derslerimizi anlamaz, konumumuza bağlı olarak ebeveynlerimizi, evlatlarımızı dinlemez hale geliyoruz.

Yani farkında olmadan kimi olumsuz algı operasyonlarının malzemesi oluyoruz. Bizim, her türlü cinayeti, çatışmayı sıradan ve olağan şeyler gibi görmemizi isteyenler çaktırmadan kazanıyor. O büyük çoğunluğu görüş alanımızın ve hatta ülkemizin dışındaki kötü niyetli kişi ve kuruluşlar, peşin satmış tüccarlar gibi ellerini ovuşturuyor. 

Her geçen gün farklılaşan araç ve yöntemlerle başta çocuklar ve gençler olmak üzere toplumumuz bireylerine bu saldırıları gerçekleştirenlere karşı direnmemiz kaçınılmaz hale gelmiştir. Farkında olmadığımız bu baskılardan kurtulmak, kirlenen bilinçaltlarımızı temizlemek önemli ve zorunludur.

Ekranlara, akıllı telefonlara düşen seslerle, görüntülerle birileri bizi kekliyor, verimsizleştiriyor, kötü senaryoları için hazırlıyor.

Bir şeyler bizi geriyor, dikkatimizi dağıtıyor, unutkanlıklara neden oluyor. Bir şeyler taşıyabileceğimizden daha büyük yük halinde omuzlarımıza, akıllarımıza çöküyor.

Gençler hevesli, meraklı, inatçı. Birileri yeni model, yeni teknoloji, yeni program bahaneleriyle ceplerimize girip paralarımızı götürerek harcama kirliliği doğuruyor, cihazlarımıza girip kimlik bilgilerimizi, resimlerimizi, parmak izlerimizi çalıyor; yetmiyor elimizden, cebimizden, yastığımızın altından eksik etmediğimiz akıllı telefonlar radyasyon etkisiyle bedensel sağlıklarımızı da tehdit ediyor.

O kadar ağırlığı kaldırabilmemiz için her birimizin birer Naim Süleymanoğlu olmamız gerekiyor ki, bu mümkün değil. Bir cep herkülümüz vardı, o da rahmetli oldu.

Ekranlardan taşıp gelen olumsuz bir şeyler, gün içinde karşılaştığımız farklı nitelikteki diğer zorluklarla birleşip altından kalkılamaz sorunları tetikliyor. Yaşamlarımızda deprem etkisi yapıyor.

Yetmedi, yukarıda da ifade ettiğim gibi, tanımadığımız, bilmediğimiz yanı başımızda yaşayan ya da dünyanın en uzak köşesinde bulunan birileri, bilmediğimiz bir yerlerde pusuda bekliyor. Elimize akıllı telefonu aldığımız günden itibaren de, bilgilerimizi toplayıp gelecekte aleyhimize kullanmak üzere depoluyor.

Bütün bunları fark etmemiz, ayılmamız ve üzerimizdeki olumsuz her türlü etkilerinden kurtulmamız, bunun için toplumsal ve bireysel çözümler ortaya koymamız her geçen gün daha çok kaçınılmaz oluyor.

İster inanın, ister inanmayın.

Yazarın Diğer Yazıları