Şahbettin Uluat

Akdamar'ın Çanları Yeniden Çalarken

Şahbettin Uluat

Bugün 9 Eylül 2018

 

Uzun bir sessizlikten sonra bugün Akdamar Adası'ndaki tarihi kilisede çanlar yeniden çalıyor.

 

Bugün çağdaş, laik, demokrat, insan haklarına saygılı devletimizin desteği ile güzel şehrimiz Van’ın tarihi adası ülkenin ve dünyanın her yerinden konukları ağırlıyor.

 

Bu özel günde sayısız insan, inançları nedeniyle, meslekleri nedeniyle, ilgi ve merakları nedeniyle şehrimize gelmiş bulunuyor.

 

Hiç kuşkusuz, konuklar arasında en öne çıkanlar, en duyarlı ve en heyecanlı olanlar, Birinci Dünya Savaşı'nın ağır ve boğucu ikliminde buralardan göçüp başka ülkelere yerleşmiş; her göçmen gibi memleket özlemi çekmiş, bunu her fırsatta ve belki de doğal bir şekilde abartarak kendinden sonraki kuşaklara aktarmış olan Birinci Dünya Savaşı'nın acılı neslinin torunları.

O torunlar dünyanın neresinde yaşıyor ve hangi refah düzeyinde yaşam sürüyor olurlarsa olsunlar sürekli olarak kendilerine mağdur aşısı yapılmış. Topraklarından koparılıp çıkarıldıkları söylenmiş. Büyük bir bölümü, kin ve düşmanlık duyguları aşılanarak ve bu duygular körüklenerek büyütülmüş.

 

Bugün adada ve şehrin diğer yerlerinde rastlayacağınız bu torunların büyük bir bölümünün yüzlerinde yapmacık gülücükler olsa da, yüreklerinde hırs, kızgınlık ve acı var. Heyecanlı ve coşkulu olsalar da, tam olarak rahat ve huzurlu değiller. Onlar adada olmanın sevinciyle, artık bu topraklarda yaşamıyor olmanın acısının uç noktaları arasında gidip gelmekten kendilerini alıkoyamıyorlar.

 

Bugün şehrimizin insanlarına düşen onlarla gereğince ilgilenmek, öykülerini dinlemek, acılarına ortak olmak, sevinçlerini paylaşmak ve mümkünse yanlış anlaşılmaların giderilmesine katkı sağlamaktır.

 

Onların yetiştikleri koşullarda biz yetişmiş olsaydık, onlara anlatılan öyküler bize anlatılmış olsaydı, onları besleyen kuşaklararası kültür bizleri de aynı tarzda beslemiş olsaydı, biz de hiç kuşkusuz aynı durumda olurduk.

 

Biz de bugün ayaklarımızı yere bastığımız bu toprakların bizden çalındığı fikri ve duygusuyla, kırgın ve kızgın olurduk.

Biz de her evlenme töreninde sözde gelecekteki büyük devleti temsil eden bir anıtı ziyaret edip, ettirilip; her ziyarette büyüklerimizin yönlendirmesiyle, komşu ülkenin topraklarını işgal edip  bu hayali devleti kuracağımız konusunda yeminler ederek büyüseydik, başka türlü düşünemez, hissedemezdik.

 

Gelişmiş ülkelere yerleşip zenginleşmiş birileri, her türlü yol ve aracı kullanarak, zaman zaman dünyanın bir başka yerindeki ilgisiz ve bilgisiz ülkelerin meclislerden sözüm ona soykırım kararları çıkarttırarak bizi tahrik etseydi belki biz de, onların yaptığı gibi bunun peşine düşerdik.

 

Ancak bütün bunları yaparak biz de onların bugün yapmakta oldukları gibi yanlışın en büyüğünü yapmış olurduk.

 

Olurduk, çünkü tarihsel gerçeklerle aramıza çekilen duvar nedeniyle olaylara objektif ve bilimsel bakmayı beceremez hale gelmiş olurduk.

Olurduk, çünkü sözü edilen göçlerin, göçmenliklerin gerçek nedeninin bizim atalarımızın ağır ve ciddi yanlışları olduğu gerçeğine kör bakardık.

 

Olurduk çünkü, yüz yıllarca bu toprakların millet-i sadıkası olan o ataların ekmeğini yiyip havasını soludukları, suyunu içip nimetlerini paylaştıkları ülkelerine savaşın en zor zamanlarında düşmanın saflarına geçerek ihanet ettikleri gerçeğini bilmezdik ya da bilmezden gelirdik. Yine o zamanlar gençlik çağlarını yaşayan komitacı ataların yaşadığımız şehir Van'da önce çetecilik, sonra da topyekün düşmanlık yaparak isyanlar başlattıklarını; çıkarcı batı ülkelerinin pohpohlamasıyla şehri karıştırdıklarını, yaşanmaz kıldıklarını; karşılarına çıkan, onları yanlıştan döndürmeye çalışan kendi kanlarından papazlarını ve aydınlarını bile gözlerini kırpmadan öldürdüklerini de bilmez ya da bilmezden gelirdik.

 

Emperyalist batı ülkelerinin “bağımsız devlet” vaadine kanan, tahrik ve yönlendirmeleriyle yön bulan o genç ataların, o devlet hayaliyle nüfus sayılarına bakmadan diğer herkesi bölgeden kovarak, yok ederek toprakları ele geçirmek üzere harekete geçtiklerini; bu yolda çatışmaların fitilini ateşlediklerini, gizli komiteler ve teşkilatlar kurarak isyan çıkartıp binlerce masumun kanını döktüklerini ve yerli nüfusu aç, çıplak ülkenin farklı yerlerine muhacir ettiklini, sırtlarını Rus ordularına dayayarak kentlerde, köylerde etnik temizlikler yaptıklarını görmez, görmezden gelirdik. 

Onlar gibi yüz yıllık propagandanın etkisi altında kalsaydık o günlerde yapılmış olan ama bugün artık hiç düşünmedikleri, konuşmadıkları, dile getirmedikleri ve kendileri tarafından yapılmış sayısız yanlışı ve tarihsel hatayı bilmez, görmez, işitmez ve yok sayar hale gelmiş olurduk.

 

O zor süreçte kendileri ile aynı safta bulunan Rus generalinin Moskova'dan düşman saydığı Müslüman muhacirleri kadın, çocuk demeden işkenceyle öldürdükleri için, çetecilerin katliamlarının önüne geçecek miktarda askeri gücü olmadığı için,müttefiki konumundaki kendi atalarına engel olmak üzere askeri destek istediği gerçeğini bilmezden gelmiş olurduk.

 

Geçmiş yıllarda kurulmuş bir tedhiş örgütüyle çok sayıda suçsuz günahsız  Türkiye Cumhuriyeti diplomatının dünyanın farklı ülkelerinde ve farklı şehirlerinde, bazen çocuklarının gözleri önünde suikastlerle öldürülmüş olduğu gerçeğini de yoksaymış olurduk.

 

Dünyanın her yerinde ve tarihin her devrinde savaşların büyük göç dalgaları yarattığını, dünyanın her yerinde ve her büyük savaşta milyonlarca insanın yer değiştirdiğini de ink^ar etmiş olurduk.

O günlerde Kafkaslarda yaşayan müslüman nüfusun da tersine bir göçle Kars'a, Van'a ve çevre illere gönderildiklerini; onların da yollarda insan kayıpları yaşadıklarını, onların da geldikleri yerlerde eski topraklarını özlediklerini hiç mi hiç aklımıza getirmez, getirmek istemezdik.

 

*

 

Dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde insanlık benzer acılar yaşamıştır.

 

Kimi çok ciddi acılar zaman içerisinde unutulurken, kimi acılar da sürekli yaralarının kabuğu sık sık kopartıldığı için kanamaya devam etmiştir.

 

Birileri acı çekmekte ustalaşırken, başka birileri emperyalist amaçlarını gerçekleştirme süreçlerinde yara kabuğu koparmada, toplumlar arası kin ve düşmanlığı canlı tutmada ustalaşmıştır.

 

Sonuçta bugün hiç kimse yaşanmış acıları ink^ar edemez, görmezden gelemez. Her topluluk şu ya da bu şekilde, şu ya da bu boyutta acılardan nasibini almıştır. Şu ya da bu dinden, şu ya da bu etnik kökenden sayısız insan dünyanın ağalarının yaktığı ateşlerde yanıp tutuşmuştur. Bugün de aynı şeyler dünyanın farklı yerlerinde yaşanıp durmaktadır.

 

Tüm yaşanmışlıklara rağmen, bugün Akdamar Adası'nda çanlar yeniden çalıyor.

 

Biz bu şehrin yerlileri, biz insanlık değerlerini ve duygularını yitirmemiş olanlar, biz atalarının mezalim öyküleriyle büyümüş olanlar olarak yakından tanıdığımız bütün acıları anlıyor ve onları gerçekten yaşamış olanların acılarını paylaşıyoruz.

 

Biz yüz yıllık bir zaman sürecinde birilerinin bu acıları iyileştirmek yerine kötüleştirmek için, toplumlar arasında kin ve nefret tohumlarını canlandırmak için, canla başla çalıştıklarını ve bunda bazı toplumlar bakımından ciddi anlamda başarılı olduklarını da biliyoruz.

Bizler de o zor zamanlarda atalarımızın canlı anlatımlarından hatırladığımız şekliyle, ihanete uğradığımızı, katliamlara ve işkencelere maruz kaldığımızı, muhacir olup dağlarda otlarla, şehirlerde hayvan pisliklerindeki arpalarla yaşamaya çalışırken zaman zaman evlatlarımızı canlı canlı terk etmek durumunda kaldığımızı, yaşanmış şeylerin tamamının farkında olduğumuzu bütün ötekilerin de bilmelerini istiyoruz. Yüz yıl boyunca gözlere takılmış olan, kin ve nefret içeren filtrelerin artık çıkarılmasını bekliyoruz.

 

Biz Birinci Dünya savaşından beri açılmış toplu mezarlardan binlerce insanımızın kemiklerini çıkarmış kimseler olarak çok incitse de, acımızı yüreğimize gömüyoruz.

 

Biz kin güdmüyoruz, düşmanlık etmiyoruz, kirli, gizli hesaplar yapmıyoruz. Ancak bu anlamda emperyalist güçlerin karanlık hesaplarına dayalı olarak karşımıza çıkardıkları her şeyi de kendi bekamız için dikkatle izliyor; birlik, dirlik ve düzenimizi bozabilecek durumlara karşı hazırlıklı olduğumuzun da bilinmesini de istiyoruz. 

 

Biz cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine en kirlenmemiş haliyle sahip çıkarak adına, dinine, diline, etnik kökenine, ilkesine bakmaksızın bugün dünyanın her yerinden insanları şehrimizde ağırlıyor, yardımcı oluyor, bundan da mutluluk duyuyoruz.

 

Bütün bunları yaparak geçmişin acılarını bir tarafa bırakmış olduğumuzu tekrar ifade ediyor, Akdamar Kilisesi'ndeki çanların barışa, insanlığa, hoşgörüye çalmasını; kimi yüreklerde yer bulmuş olan kin, düşmanlık, nefret duygularını silmesini umuyoruz.

 

Günümüz dünyasının zor koşullarında kanın, gözyaşının, acının, her türlü yıkıcı hesabın son bulmasını, insanlık zemininin hepimizin ortak zemini haline gelmesini diliyor, bu şehrin insanları olarak bu anlamda üzerimize düşen her şeyi yapıyor ve bunu da dünya aleme açık yüreklilikle gösteriyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları